25 ÖZETİ| yıl birbirini görmemiş bir babayla oğlu günün birinde hiç hesapta yokken kendilerini bir yolculuğa çıkmış bulurlar. Belalı bir hastalığın pençesindeki baba artık yolun sonuna geldiğini düşünmektedir ve son bir hesaplaşma, gecikmiş bir özür için bu yolculuğa çıkmıştır. Oğul ise yıllardır babasız kalmanın verdiği öfkeyle daha sert bir hesaplaşmanın peşindedir ama bu yolculuk her ikisini de beklemedikleri yerlere götürecektir. Kıvanç Tatlıtuğ ve Settar Tanrıöğen’in başrollerini üstlendiği “Âşıklar Bayramı” sinemamızın usta yönetmenlerinden Özcan Alper’in imzasını taşıyor. Yazar Kemal Varol’un aynı adlı romanından uyarlanan ve Netflix’te izleyiciyle buluşan filmi Özcan Alper ile konuştuk.
"GELECEK UZUN SÜRER"
- Kemal Varol’un aynı adlı romanından uyarladığınız “Âşıklar Bayramı” bir baba-oğul hikâyesi. Neden bu roman öncelikle, nasıl gelişti proje?
Açıkçası, romanı okuduktan sonra tuhaf bir şekilde kitabın bende bir iz bıraktığını, farklı bir duygu yarattığını gördüm. Zaten bir günde okuyup bitirdikten sonra ertesi gün kitabı tekrar karıştırmaya başladım. Kitapta geçen referans müzikler vardı, başkarakter Heves Ali’nin çaldığı. Bu müzikleri açıp dinlemeye başladım. Sonra, nedense bunun iyi bir film olabileceğini düşündüm ve Kemal Varol’u aradım. O da romanı yazarken benim “Gelecek Uzun Sürer” filmimi defalarca izlemiş. Bu arada başka birilerinin de kitabı uyarlamak istediğini söyledi. Sonrasında Kemal ile anlaştık ve filmin senaryosunu yazmaya başladık.
- Settar Tanrıöğen ve Kıvanç Tatlıtuğ ilginç bir ikili olmuş. En başından itibaren bu iki oyuncu mu vardı aklınızda? Sonuçtan memnun musunuz?
Senaryoyu ilk yazdığımda Kıvanç Tatlıtuğ ilk aklıma gelenlerden biri oldu. Sonrasında Kıvanç ile görüştük ve senaryoyu çok sevdiğini söyledi. Senaryodaki baba karakteri için başta kitaba uygun, 70-80 yaş aralığında birilerini düşündük. Ama sonra pandemi ve yol meselesinden daha genç biri olmasına karar verdik. Açıkçası benim Türkiye sinemasından sevdiğim birkaç isimle görüşmelerim oldu. Sonrasında Settar Tanrıöğen ile görüştük. Onun rolle ilgili, yani yaşlı ve hasta birini oynamakla ilgili tereddütleri vardı. Karşılıklı olarak tereddütlerimizi giderdikten sonra kısa sürede role hazırlanmaya başladı. 1.5 ayda 13-14 kilo verdi, saç-sakal ve benzeri şeyleri çok hızlıca hallederek, her şeyi bırakıp kısa bir sürede role hazırlanmaya başladı. İki farklı kulvardan ilk düşüncede baba-oğul olarak yan yana gelmeyecek iki oyuncu gibi düşünülse de iki gerçekten yetenekli oyuncuyla çalışmış olmaktan kendi açımdan çok memnun kaldım.
Özcan Alper
- Filmde karakterlerinizi zorlu bir hesaplaşmanın içine çekiyorsunuz. Aslında bu baba-oğul meselesinin, bu patriarkal arızanın bizim coğrafyamızda çok yaygın olduğunu söylemek mümkün. Bunun nedeni niçini üzerine düşündünüz mü, ne gibi sonuçlara vardınız kendi muhakemenizde?
Babalar doğal olarak her daim bir iktidarı temsil etmeye başlıyorlar. Eskiyi, var olan düzeni temsil ediyorlar. Bu değişmez ve var olan düzen de doğal olarak bize iktidarları çağrıştırıyor. Sistem de kendini sürekli bunun üzerinden var etmeye çalışıyor.
- Aynı konuyla bağlantılı olarak sizce kadının bu meselede nasıl bir yerde durduğunu da merak ediyorum.
Baba-oğul ve patriarkallık meselesinde açıkçası kadının durduğu yer çoğu zaman daha çok edilgen olabiliyor ama filmde esasen hem baba hem de oğul açısından şöyle bir mesele vardı; kendi hayatlarına girmiş kadınları bir şekilde geride bırakıp kaçmış, hesaplaşılmamış ilişkiler vardı. Ve baba bu yüzden aslında son yolculuğunda hayatına giren kadınlardan, ölmüş bile olsalar özür dileme yolculuğuna girişiyordu. Bu anlamda bizim coğrafyamız için bunun bir önemi olduğunu düşünüyorum çünkü hem politik hem de bireysel olarak bunu çok fazla beceremiyoruz. Bu anlamda kişisel özür meselesi önemliydi. Filmde çok yer vermesek de, oğulun da yaş aldıkça babaya dönüştüğünü görüyoruz, bunu en bariz olarak ilişkilerinde bile gözlemliyoruz aslında. Oğul da kendisinin aslında babaya benzediğini fark ediyor.
www.idrak34.comEditor : Şerif SENCER