Ortaöğretimin ÖZETİ| ikinci döneminin başında (15-16 yaşlarımız) sonradan mesleklere gidecek alanı seçmemiz istenir. Sayısal alanı seçersek teknik meslekler, sözel alanı seçersek sosyal meslekler, eşit ağırlıklı seçimde ona uygun meslekler önümüzde olacaktır. Üniversiteye girerken de artık meslek seçimimizi yapmış olacağız. Bu seçimleri nasıl ve neden yapıyoruz?
Hangi etkenler bu seçimleri yapmamızda rol oynuyor? Bunları pek de bilmeyiz, dahası düşünmeyiz oysa yaşamımızı belirleyenler bu seçimlerimizdir. Arkadaş seçimlerimiz, oyun seçimlerimiz, eğlenme seçimlerimiz de önemli işaretler taşır. Partner seçimimiz, eş seçimimiz, yaşamımızı doğrudan etkileyecek seçimlerimizdir. Bu seçimlerin etkenleri nelerdir?
İÇGÜDÜLER VE DÜRTÜLER
İçgüdüler doğuştan gelen, hayatta kalma reflekslerimiz olan gücümüzdür. Korunma içgüdüsü, beslenme içgüdüsü, çoğalma içgüdüsü en başat olanları. Elbette seçimlerimizde bilinçdışı etkileri her zaman güçlüdür. İçgüdülerimiz (instinct) temel gereksinmelerimizi temsil eder. Dürtülerimiz (impuls) içimizdeki güçlü isteğin kaynağıdır. Yapmak istediklerimiz, ulaşmak istediklerimiz, olmak istediklerimiz bu kaynakta yaşıyor. Dürtülerimizin enerjisi, yaratıcı yanımızı da temsil ediyor. Ancak kontrol edilmesi zorunlu. İçgüdüler ve dürtülerimiz, “tutkulu enerji kaynağımız.”
Mantıklı akıl: İşte dürtüleri de kontrol edecek olan yaşam merkezimiz burası. Mantıklı akıl bizim için yararlı olanı, doğru olanı, uygun olanı buluyor ve yol gösteriyor. Zihinsel olgunlaşma, bu yaşam merkezini dikkate almaktan geçiyor. Bu merkezi “pusulamız” olarak görmeliyiz.Duygularımız: Duygularımız bizim zayıf yanımız değil, yaşam gücümüzdür. Sevinç, üzüntü, korku, öfke, şaşma, iğrenme duygularımız bizi koruyan, yönlendiren çok önemli gücümüz. Onları tanımak, denetleyebilmek çok önemli bir gelişim. “Yaşam gücümüz.”
Dışgüdüler: Bize toplumun beklentilerini, değer yargılarını açıklıyor. Onun temsil ettikleri, ailemizden başlayarak çevremizde, toplumsal şablonlarda, sosyal yargılarda bize ulaşıyor. Neyin uygun, neyin uygunsuz olduğunu, neyin beklenip neyin beklenmediğini bize açıklıyor. Bu merkeze “toplum denetçisi” demeliyiz. İşte, yaşam yolundaki seçimlerimizi bu dört etkin odağın değişen kesişmeleriyle yapıyoruz.
(Sokrates)
UZLAŞMALAR VE ÇATIŞMALAR
“Ben müzik yapmak istiyorum ama ailem ticaret yapmak için işletme okumamda ısrar ediyor.” Babam mühendis olmamı istiyor, ben psikolojiye ilgi duyuyorum, ne yapacağımda kararsız kaldım.”
Karar vermek kolay değildir. Aile beklentileri, arkadaşların seçimleri, toplumun o dönemdeki iş bulma olanakları, para kazanma, sosyal prestiji olan meslekler hep adayın önünde durur.
Kendi isteğini öne mi almalıdır? (Dürtüsel etki, duygusal yönelim) yoksa ailesinin beklentilerine mi uymalıdır (dışgüdü etkisi) ya da toplumun koşullarını mı dikkate almalıdır? (Mantıksal akıl etkisi)
Aday o anda ağır basan bir etkinin yolunda seçimini yapar. Eğer bu seçim, karar merkezlerinin uzlaşması ile verilirse aday için sorun olmayacak, doğru karar verdiğini düşünerek yolunda ilerleyecektir. Ama bu seçim, karar merkezlerinin çatışmasıyla verilmişse her zaman kişinin içinde bir doyumsuzluk, bir uyumsuzluk yaşanacaktır. Bu uzlaşma ya da çatışma, hem kişinin çalışma alanındaki performansını etkiler hem de mutlu olup olmadığını belirler.
NEDEN İNSAN, EĞİTİMİNİ ALDIĞI İŞİ YAPMIYOR?
Yapılan çalışmalar “insanların eğitimini aldıkları işi yapmayıp başka işlerde çalışma oranının çok yüksek olduğunu” ortaya koyuyor.
Gerçekten de üniversitede hukuk eğitimi almış gazeteciler, tanınmış bir üniversitede kimya okumuş kitap çevirmenleri, tıp eğitimi almış sinema yönetmenleri görüyoruz. Brezilya milli futbol takımında oynayan tıp doktoru Sokrates de belleklerdedir. Neden böyle oluyor?
Çünkü, çocuklarımızın küçük yaşlarda işaretleri ortaya çıkan yeteneklerine dikkat etmiyoruz. Çocuklarımızın yetenekleri, küçük yaşlardan başlayarak daha çok ilgi gösterdikleri, o alanda yaşıtlarına göre daha erken, daha iyi işler yaptıkları dikkatimizden kaçıyor. Küçük çocuk eğitiminde, eğitmenler bu işaretlere değil, kendi öğrettiklerinin düzeyine dikkat ediyor.
Oysa eğitimde olsun, öğrenimde olsun dikkat edilmesi gereken çocuğun kendisidir.
Eğer çocuklarımızın yeteneklerine küçük yaşlardan başlayarak dikkat edebilsek şu alanlardaki becerileri erken yaşlarda görebiliriz:
Mantık-matematik alanı Örneği Einstein)Dil alanı (Örneği Çiçero)Uzam alanı (Örneği Picasso)Müzik alanı (Örneği Mozart)Kinestetik alan (Örneği Barıshnikov)İntraspektif alan (Örneği Freud)Sosyal alan (Örneği Kissinger)Bu alanlardaki yetenek kategorileri, Harvard psikoloğu Howard Gardner ve arkadaşlarının araştırmalarında yer almıştır. Gardner, bu alanların birbirine üstün olmadığını, her alanın bir yetenek için yüksek performans taşıdığını açıklamıştır (Performans-Bir işi yapabilme gücü). Bu konuyu ilerde daha ayrıntılı göreceğiz.
Şimdi; yeteneği fark edilip o alanda eğitim gören birisi alanın zirvesine kadar çıkabilir. O başarı da hem sosyal saygınlık kazandırır hem de gelir olarak beklenebilecek bir düzeyi sağlar.
Müzik alanında bizde Fazıl Say’ı örnek gösterebilirim. Bilim alanında Doğan Kuban ve Bozkurt Güvenç yüzümüzün akı örneklerdir. Yazı sanatında Yaşar Kemal, Aziz Nesin hemen aklımıza gelenler arasındadır. Şair Ataol Behramoğlu’nu örnek sayabilirim. Yeteneği kendi koşullarını aşıp da ortaya çıkan kişiler, hem seçkin bir başarı sağlarlar hem de mutlu olduklarını duyumsarlar. Yeteneği fark edilmeyen çok sayıda insanımız ise başka alanlarda, başka işlerde çalışarak hem yüksek bir verime ulaşamaz hem de yerine oturmamış bir enerjinin huzursuzluğunu yaşarlar.
AİLELER YANLIŞ MI YÖNLENDİRİR?
Aileler çocukları için her zaman “en iyisini” ister. Toplumumuzun “aile kültürü”nde uygun görülen “yaşam şeması” şudur:
“Çocuklarımız iyi bir eğitim görsün, kendi yaşamlarını sürdürecek bir meslekleri olsun, bir işleri olsun. Bu işten yeterli geliri kazansınlar sonra da uygun bir evlilik yapsınlar. Çocuklarını da iyi yetiştirsinler, bizlerle de bağlarını sürdürsünler.”
Genel olarak ailelerin çocuklarıyla ilgili istekleri, beklentileri böyle özetlenebilir. Bunlar iyi dilekler, iyi niyetlerdir. Ancak bu beklentinin içinde çocuğun kendi istekleri, kendi yetenekleri çok da yer almaz. Aile yapılarına göre, demokratik ya da otokratik aile tutumlarına göre “çocuğun kendi kararları” ya kabul görmez ya da kuşkuyla karşılanır. Oysa, hayatının sorumluluğu o hayatı yaşayacak olan bireyin olmalıdır. O çocuk, yetişkin bir birey olarak yaşam kararlarını kendisi vermeli, kararlarının sorumluluğunu da kendisi almalıdır.
YARIN: YENETEKLER VE SEÇENEKLER
www.idrak34.comEditor : Şerif SENCER