“Ülke ÖZETİ| olarak enkaz altındayız” diyoruz. Deprem felaketinden birincil etkilenenler elbette daha ağır duygular içinde öte yandan ikincil etkilenenler tüm karmaşık hislerle, dayanışma ile sürece destek olmayı öncelikleri yaptı. Deprem doğal afetlerden biri ve “yaşam evimiz olan dünyanın tabakaları da hareket halinde” diye düşündüm birkaç haftadır. Peki “evimiz”i insan merkezli kurmak nelere mal oldu? İlk olarak deprem felaketinde binlerce insan öldü, binlerce öykü yarım kaldı diye bir yanıt geliyor aklıma. Aklımızdan bu hiç çıkmıyor aslında! Bir yanda enkaz atıkları kuş cennetine dökülüyor, bir yanda insan ve çevre sağlığını olumsuz etkileyen asbest konuşuluyor. Depremin ilk haftasında ise 7 balina depremin yarattığı ses yüzünden Güney Kıbrıs’ta karaya vurdu. Kısacası dünya üzerinde türlerde beraber uyum içinde yaşanacak bir gezegenken, durumumuz içler acısı. Tüm bu sorular, sorgulamalar ve yoğun duygular içindeyken dünyamızla uyumlu yaşamanın önemi her birimize sesleniyor gibi. Bu yüzden empatiden yoksun ve kalplerimizi şefkatle sarmalamaktan yoksun yaklaşımlarla vedalaşmalıyız.
DUYARLILIK ARTTI AMA ALIŞKANLIKLAR SÜRÜYOR
Günümüzde birçok marka iklim krizinin yıkıcı etkilerini göz önünde bulunduran eylemler yapmaya başladı. Her ne kadar markaların çoğu olumsuz eleştirilerle karşılaşsa da dünyamız için çabalayan her birey, özel ve kamu kuruluşu bana kalırsa bir teşekkürü hak ediyor. Çünkü günün sonunda insan doğası bazen takdir görerek yaptıklarını sürdürebilme gücü bulur.
İklim değişikliği söz konusuysa moda endüstrisinin bazı duyarlılıklarla ilgili daha özenli olması gerekir. Dünyamızın kirlenmesinde büyük etkisi olan moda, her zaman belli sansasyonları da beraberinde getirir. Geçtiğimiz ay düzenlenen Paris Moda Haftası’nda da birçok konu gündeme geldi. “Moda dünyası bu. Her şey hızlıca olur, konuşulur ve unutulur” demeyin. Çünkü defilelerden biri hâlâ konuşulmayı sürdürüyor. Esinini Dante’nin İlahi Komedya şiirinin ilk bölümü olan Cehennem’den alan ve 23 Ocak’ta Petit Palais’ta düzenlenen Schiaparelli’nin “INFERNO” isimli defilesindeki 3 parça, aldığı olumsuz eleştiriler kadar övgü de topluyor. Modaevinin 32 parçalık koleksiyonu, genel hatlarıyla markanın 20. yüzyıl sürecine tarihsel ve estetiksel birçok gönderme barındırmasıyla önemli bir koleksiyon olarak tanımlanabilir. Açıkçası iklim göçmenliği, gıda-su krizi, iklim krizi kaynaklı aşırı hava olayları ve daha birçok kötümser senaryo antroposen çağımızda yaşanmaya başlamışken hem “cehennem” vurgusu hem markanın kurucusu sürrealist tasarımcı/sanatçı Elsa Schiaparelli’ye olan selamı göz önüne alındığında yaratıcı direktör Daniel Roseberry’yi tebrik etmek lazım.
DEVRİMCİ TASARIMCI
Elsa Schiaparelli’den kısaca söz etmek isterim. Erkek egemenliğinin baskınlığı yoğun bir şekilde sürdürdüğü yaratıcı endüstrilerde kendisi, 20. yüzyıla damga vuran sürrealist bir kadın tasarımcı-sanatçı. 1911’de yayımlanan erotik şiirlerinin yer aldığı Arethusa isimli kitabı yüzünden ailesi tarafından manastıra gönderilen Elsa, dişil gücün disiplinle birleştiğinde nasıl büyüleyici olduğunun da kanıtı. 1890 yılında, kökenleri Medici ailesine dayanan aristokrat bir ailenin üyesi olarak dünyaya gelen Elsa, manastırdaki sürecinden sonra ailesinin gücünü geride bırakarak Londra’ya taşınır ve bebek bakıcılığı yapar. Entelektüel meraklarından biri de üniversitelerdeki derslere dinleyici olarak katılmaktır. Bu sırada teoloji derslerinden birinde Count Wilhelm de Wendt de Kerlor ile tanışır ve kısa (!) bir sürede (24 saat) evlenme kararı alırlar. New York’a taşınmaları, çocuklarının olması ve ardından gelen boşanma sonucu Elsa, kızıyla Paris’e yerleşir. Paris ve sürrealizm onun kariyerinde bir dönüm noktası olur. Salvador Dali ile yakın arkadaş olması ve ortak üretimleri çok ses getirir. Bana kalırsa Elsa Schiaparelli’nin modadaki yenilikçi yaklaşımı sıkça duyduğunuz giyilebilir sanatın da ilklerindendir. Omurgayı ve iskeleti öne çıkaran giysisi bunun için iyi bir örnek. Elsa tüm başarılarına karşın savaş sonrası değişen dünyanın da etkileriyle 1953’te kendi isteğiyle modaevini kapatır. Tabii ki bu modaevinin sonu değil çünkü 2006 yılında Diego Della Valle isimli İtalyan iş insanı markanın fikri mülkiyet haklarını satın aldı ve 2012’de modaevi eski binası olan Paris’teki 21 Place Vendôme’da kapılarını açtı.
AÇIKLAMA YETERLİ DEĞİL
Schiaparelli’ye hakkı olan övgüyü hakkıyla verdikten sonra olumsuz eleştiri zamanı. Kar leoparı, aslan ve kurt başlarının yer aldığı giysi tasarımları bu koleksiyonda yer almak zorunda mıydı? Bunlar koleksiyon tasarlanırken vazgeçilmez parçalar mıydı? Bu soruları neden sorduğumu birazdan daha iyi anlayacaksınız. BM raporuna göre iklim krizi nedeniyle dünyamızda 1 milyon bitki ve hayvan türü yok olmakla karşı karşıyayken üstüne üstlük tarihte kürkleri başta olmak üzere çeşitli nedenlerden dolayı avlanan bu üç hayvanın (aslan, kar leoparı, siyah kurt) başlarını giysilere eklemek, üzgünüm ne şık ne de lüks bir temsiliyet. Ve yine üzgünüm ki büyük harflerle “BU GÖRÜNÜMÜ YAPARKEN HİÇBİR HAYVAN ZARAR GÖRMEMİŞTİR” yazısı da biyoçeşitliliğin sıkça dile geldiği bir dünyada yeterli bir açıklama değil.
Editor : Şerif SENCER