Gencay ÖZETİ| Serter ile 11 ili etkileyen Kahramanmaraş depremleri ve yeni yapılaşmayı konuştuk.
- 11 ili etkileyen Hatay, Maraş ile Adıyaman’ı neredeyse haritadan silen depremde sizce planlama açısından ne tür hatalar eksikler vardı?
Yıllardır, Şehir Plancıları Odası olarak savunduğumuz çözüm; güncel yer bilimsel etütlerin bağlayıcı biçimde yapılması, doğal ve insan kaynaklı tehlikeler karşısında alınacak sakınım önlemlerinin doğrudan imar planlarına işlenmesi, bu önlemlerin insan ve diğer canlı varlıkların yaşam haklarını önceleyecek biçimde hayata geçirilmesidir.
Fakat gelinen noktada; bırakın depremle birlikte diğer afetleri de gözetecek bütüncül önlemleri içeren planların hazırlanmasını, Marmara Depremi ve akabinde Van ve İzmir’de yıkıcı depremler yaşamış olmamıza rağmen hala toplanma alanları, kaçış rotaları gibi doğrudan depremle ilişkili en temel gerekliliklerin bile planlarda gözetilmediği görülmüştür. Felaketten kurtulanlar bakımından toplanma alanları, açık alanlar, eğitim ve sağlık tesisleri gibi sosyal donatı alanlarının eksikliği nedeniyle geçici olarak sığınılacak bir tesis/alan bulunamamıştır. Bu hususlarda gerekli önlemler alınıp planlarda gerekli düzenlemelerin yapılmış olması gerekiyordu. Bu gereklilikler ortadayken çekme mesafeleri ve yapı yaklaşma sınırlarının bile uygulanmadığı planlama süreçleri sürdürülmüştür.
Ayrıca bütüncül planların rant odaklı uygulamalar neticesinde tamamen kadük kaldığı bir sistem yaratılmış durumda. Plandan ziyade yapılaşma sürecinin tüm bileşenlerini kapsayan hakim inşaat odaklı kalkınma paradigmasının yarattığı bir çürüme söz konusu. Bu nedenle, yaşamı önceleyen dirençli kentlerin inşa edilebilmesi için bu anlayışın tamamen terk edilmesi gerekiyor.
- Bazı deprem bölgelerinde hemen konutların kurulacağı alanlar belirlendi. Bu yeni kurulacak şehrin planlaması açısından ne kadar doğru, nasıl bir planlama çerçevesinde tekrar yapılaşmaya gidilmeli?
Birçok il ve ilçemizde yıkımlar kent ölçeğinde oldu. Sorun eğer kentsel ölçekte ise çözüm de öncelikle kentsel ölçekte aranmalı. Bizim burada yapmamız gereken kentlerin ayağa kaldırılmasıdır. Kent ticareti, sanayisi, ulaşımı, altyapı ve üstyapı kurgularıyla, konutuyla bir bütün olarak kurgulanmalı. Ve en önemlisi uzun vadeli kestirimler göz önünde bulundurularak bu yapılmalı. Kentlerin barındırdığı bu çok değişkenli, karmaşık yapıyı uzun vadede akılcı biçimde kurgulamanın tek yolu planlamadır. Ancak şu an bütüncül planlama maalesef devre dışı bırakılmış durumda.
Depremde yerlerini yurtlarını kaybetmiş yurttaşlarımız için barınacakları konutlara biran önce kavuşmaları elbette isteğimizdir. Ancak bütünden kopuk sadece konutlara odaklanmış bir yer seçim pratiğinin kent ölçeğinde ele alınmadığı zaman sorunlar yaratma ihtimali yüksektir. Çünkü kentlerimiz artık depremle birlikte diğer birçok afet riskiyle de karşı karşıyadır. Sel, gıda krizi, kentsel ısınma gibi sorunlar artık tüm dünya gibi ülkemizde de yüz yüze kaldığımız sorunlardır.
RİSKLER GÖZETİLEMİYOR
* Bu riskler göz önüne alınmıyor mu?
Kentlerimizde sürdürülecek planlamanın tüm bu riskleri göz önüne alarak yapılması gerekiyor. Oysa deprem bölgesinde yürütülen süreç bu risklerin hiçbirini gözetmemekte. Sadece zemin uygunluğuna dayalı bir politika ile planlama pratiği tamamen devre dışı bırakılarak vaziyet planlarına bağlı ruhsatlandırma süreci devreye alınmıştır. Meralarla birlikte, Orman Kanunu Ek 16 maddesi uyarınca orman dışı sayılan, ancak ekolojik olarak ormanın devamı ve asli niteliğindeki alanları konut yapılaşması için uygun alanlar haline getiren 126 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi yürürlüğe girmiştir. Meralar ve orman alanları hem gıda krizi hem de küresel ısınmanın kentler üzerindeki yakıcı etkilerini azaltma anlamında önemle korumamız gereken alanlardır.
Tüm bunlarla birlikte en nihayetinde nitelikli, sosyal donatı alanları yüksek, kentli yurttaşlarımız için konfor yaratan kent kurguları ve yaşam alanları yaratmamız artık bir zorunluluk. Bu da ancak kent bütününde, yöre halkının katılımıyla ve planlama mesleğinin bilimsel gerekliliklerini yerine getirerek hayata geçirilebilir. Ancak gelinen noktada ülkemizin belki de mesleğimize en çok ihtiyaç duyduğu bir dönemde planlama meslek alanı devre dışı bırakılmıştır.
ŞEFFAFLIK ŞART
- Şu aşamada deprem bölgelerinde şehri başka yere taşımak mı doğru yoksa eski yerinde kurmak mı, burada nelere dikkat edilmeli?
Bir kenti planlarken planlama meslek ilkelerini gözetiyor ve rasyonel yöntemleri uyguluyorsanız bu tür kararları kestirmeden almanız mümkün değil. Dolayısıyla büyük yıkım gören kentlerimizde, ayakta kalan yapı stokunun durumu ile birlikte kent bütünü ve yakın çevresini içine alan yer bilimsel etüt çalışmalarının yapılması gerekiyor.Yer bilimsel veri yer seçimi için planlama mesleğinde ele alınacak verilerden sadece bir tanesidir. Bu veri ile birlikte diğer doğal tehlikeler (taşkın, aşırı hava olayları vb.) ulaşılabilirlik, doğal eşikler, yöre halkının talepleri gibi hususların hepsi bir arada değerlendirildikten sonra bu tür yer seçim kararları alınabilir. Ayrıca unutulmamalıdır ki bu kentler yüzlerce yıllık geçmişi olan yerleşimlerdir ve bu kentlerimizde insanların eski yaşadıkları bölgelere yerleşme talepleri olacaktır. Eğer mühendislik böyle bir duruma izin vermiyorsa hangi bölgelerin nerelere taşınacağına ilişkin sürecin açık şeffaf ve halka anlatılarak yapılması gerekiyor.
- Her kent için ayrı planlama yapmak söz konusu olacak mı, Yönetmelikler buna izin veriyor mu?
Planlama mesleği uygulama aşamasında yörenin özgünlüklerine göre hareket etmeyi ana ilke olarak belirlemiştir. Planlar yapılırken yörenin tarihi, bölge insanının kültürel talepleri, sosyal hayatlarına uyum anlamındaki arzu ve istekleri göz önüne alınmalı. Her ne kadar yönetmelikler ve kanunlar tüm ülke geneli için uygulanan düzenlemeler olsalar da -ki hukuki düzenlemelerin böyle bir yönü de vardır ve normaldir- planlama aşamasında bu tür özgünlükleri mekân kurgusunda yaratma olanağınız var. Planlama işte bu yüzden gerekli ve önemlidir.
Ancak birçok ülke örneğinde olduğu gibi şehirlere özgü, yörenin kendine has eğilim ve karakteristiğini gözeten hukuki düzenlemelerin yapılması da artık gündemimize gelmesi gereken bir aşama olmalı. Yörenin iklim, malzeme, sosyal ve ekonomik yapı özelliklerini önceleyen; bu konuda tek tipleşmenin önüne geçecek şekilde bağlayıcılığı olan ikincil hukuki dokümanların hazırlanmasında da elbette fayda var.
PLANCI İSTİHDAMI BİLE YOK
- Depremi de göz önüne aldığımızda şu anda Türkiye’de yeterli sayıda ve nitelikte şehir plancısı var mı?
Kesinlikle yok. Şu an çoğu belediyede özellikle deprem bölgesindeki çoğu yerleşimdeki belediyelerde plancı istihdamı yok. Bu sebeple birçok yerde planlar; teknik, kamu yararı, mevzuat açısından gerekli incelemeyi yapacak bir plancı değerlendirmesi olmaksızın meclise sunuluyor. Plancı varsa dahi birçoğunun iş güvencesi olmadığı için siyasi karar vericilerin eğilimine, isteğine boyun eğmek zorunda kalıyor. Planlar çoğu kez kamu yararı ve şehircilik ilkeleri üzerinden denetim olmaksızın meclise sunuluyor. Mecliste seçimle gelen kişiler oyluyor ve plan onaylanıyor. Bu kurgunun değişmesi ve planların teknik denetimini güçlendirecek düzenlemelerin yapılması lazım. Örneğin ilk aşamada yapılması gereken en öncelikli iş plancı istihdamının olmadığı yerlerde plan onay mekanizmalarının işletilmemesi ve plancıların kadrolu iş güvencesine sahip olmalarının sağlanmasıdır.
Plancı istihdamının olduğu kurum ve kuruluşlarda da bu sayı kesinlikle yeterli değil. Buna rağmen yıllık 2000 üzerinde mezun veren bir bölüm haline geldik. Mezunlarımızın birçoğu işsiz olarak kalıyor.
Şehir plancısı istihdamının her kamu kurumunda artırılıp, şehir plancılarının güvenceli biçimde çalışma olanaklarına kavuşmaları sağlanmalı. Eğitimde kaliteyi artırmak adına öğrenci sayısı ve bölüm sayısı biran önce azaltılmalı.
- Son 20 yılda sizce AKP planlama yaparken neleri önceliklendirdi, nerelerde hata yaptı?
AKP kendi ekonomi politikasını ağırlıkla reel sektör üzerinden değil, inşaata dayalı olarak kurdu. Bu dar bir çevrenin hızlıca zenginleştiği, insanların üretimden koptuğu, kent ve kır toprağının ise rant olanakları üzerinden değerlendirildiği bir süreci yarattı. İnşaat sektörünün büyümesi için kentsel rant itici güç olarak kullanıldı. Ve planlama bu anlamda rant değerini yükseltmek için kullanılan bir araç haline dönüştürüldü. Bu amaç doğrultusunda ormanlar, yaylalar, kıyılar, sulak alanlar yağmalandı ve geri dönülmez biçimde zarar gördü. Oysa planlama, özünde kamusal faydayı artırmayı hedefleyen ve mekânda eşitliği yaratmayı önceleyen bir meslek olmak durumundadır. Kamu kaynaklarını koruyup, mekânsal eşitsizlikleri minimuma indirerek toplum refahını artırmak yerine AKP döneminde bir avuç varsılın daha da zenginleşmesi için planlama özüne aykırı biçimde araçsallaştırılmış ve toplum yararını önceleyen ruhundan koparılmıştır.
Editor : Şerif SENCER