Gündem

Spinoza, Matriks ve İkinci Tür Düşünce Devrimi

Avukat ve yazar Dr. Halil Doğru’nun kaleme aldığı Onurlular, Alçaklar ve Hilekârlar - Spinoza, Matriks ve İkinci Tür Düşünce Devrimi (Hayykitap), bilinçli olarak çarpıtılan, sansürlenen ve bilim değildir denilerek değersizleştirilmeye çalışılan felsefeyi ve başta Amerikan t

Spinoza, Matriks ve İkinci Tür Düşünce Devrimi
10-01-2023 00:21

‘İNSAN ÖZETİ| VE TOPLUM UYGAR DOĞMAZ, DÜZEN ŞARTTIR!’

İnsanlık, seçkinlerin kirli propagandasından kurtulup dostluğun, sevginin ve neşenin hâkim olduğu yeni bir yaşam kurabilir mi?

Dünya, sanayi devrimi sonrasında ortaya çıkan bir avuç aristokratik seçkinin bencil ve kötücül hesaplarına teslim olmuş durumda.

Aristokratik seçkinler orta çağın kral ve derebeylerinden çok daha sorumsuz hareket ediyor, savaşlar ve krizler çıkarıyor, darbeler tezgâhlıyor ve sebep oldukları kötülüklerin hesabını vermiyorlar.

1900’lü yılların başlarında kurulan bu sistem saç ayağına oturuyor:

1. Propaganda ile algı yönetimi. 2. Aristokratik seçkinlerin örgütlü bir hukuki sorumsuzluk ve suç işleme özgürlüğü içinde hareket edebiliyor olmaları. 3. Bilim ve felsefenin toplumun ortak yararına değil aristokratik seçkinlerin gayelerine hizmet eder şekilde kullanılıyor olması.

Avukat ve yazar Dr. Halil Doğru’nun kaleme aldığı Onurlular, Alçaklar ve Hilekârlar - Spinoza, Matriks ve İkinci Tür Düşünce Devrimi ‘nin (Hayykitap) benimsediği teze göre; bugün içinde yaşadığımız sistem, “Kapitalizm” değildir. 19. yüzyılın sonlarına doğru “Kapitalizm” işleyiş tarzı nedeniyle kendi kendisini bitirmiş, sınai işletmelerde mülkiyet ve yönetim birbirinden ayrışmıştır. Artık ekonomiye hâkim olanlar “kapitalistler” değil, halkın parasını kendi çıkarları için kullanan bir “asalaklar zümresidir”.

Kitap, içinde yaşadığımız anomalinin fark edilmemesi için bilinçli olarak çarpıtılan, sansürlenen ve bilim değildir denilerek değersizleştirilmeye çalışılan felsefeyi ve başta Amerikan tarihi olmak üzere uygarlık tarihini masaya yatırıyor. Ve “kral çıplak ve alçak” diyor…

İnsanlığın 20. yüzyıl boyunca toplumdan uzak tutulmuş Spinoza’nın öğretisi ile zihinsel esaretten kurtulabileceğini ve yeni bir yaşam kurabileceğini müjdeliyor… Öyleyse her şey bize kalmış…

- Siz bir avukatsınız ve Onurlular, Alçaklar ve Hilekârlar adlı bir kitap yazdınız. Kim bu onurlular alçaklar ve hilekârlar?

Kitabımın ismi olan Onurlular Alçaklar ve Hilekârlar'ın biraz sert olduğunun farkındayım. Bu konuda bir açıklama yapmak ihtiyacı hissediyordum. Bu yüzden bana bu fırsatı veren sorunuz için çok teşekkür ederim.

Öncelikle şunu söyleyeyim Onurlular ve Alçaklar Spinoza'nın yarattığı birer felsefi kavramdır. Aslında Spinoza bir kitabında bozguncu kelimesini kullandığında "biraz sert oldu özür dilerim" diyecek kadar nazik bir insandır. Ama Etika'da "alçaklar" gibi sert bir ifadeyi felsefi bir kavram haline getirmek durumunda kalıyor. Neden böyle yaptığı konusundaki görüşlerimi de açıklayarak sorunuza cevap vermeye çalışayım.

Spinoza'ya göre her şey gibi insan ve insan toplumu da bir oluşum süreci içindedir: İnsan ve toplum medeni doğmaz, ancak göstereceği çaba neticesinde medeni olabilir. İnsan toplum içinde yaşamaya başlamadan önce çok uzun süre tabiat ortamında yaşamıştır.

Tabiat ortamında ve toplum içinde yaşamın ilkeleri birbirinden çok farklıdır. Tabiat ortamında büyük balık küçük balığı yutar ilkesi geçerlidir. Tabiat ortamında suç ve günah yoktur. Hiç kimse bir aslana bir ceylanı yuttuğu için cani, suçlu ve ahlaksız diyemez.

Tabiatın kuralı böyledir. Kanunun ve nizamın olmadığı bir ortamda insan için de aynı durum geçerlidir. İnsan, insanın kurdudur.

İnsan tabiat ortamında tek başına ihtiyaçlarını ve güvenliğini tam olarak sağlayabilecek yeterli donanıma sahip olmadığı, başka insanlarla yardımlaşmaya ve iş birliğine muhtaç olduğundan toplumsallaşmayı seçmiştir.

Bu yüzden toplumsallaşmanın ilkesi karşılıklı yardımlaşmadır, iş birliğidir. Artık insan, insanın kurdu değil, tanrısı olmaktadır. Ama bu bir süreçtir…

İşte tam bu noktada büyük bir sorun ortaya çıkmıştır. İnsan karşılıklı yardımlaşma ve işbirliği için toplumsallaşmıştır ama uzun süre yaşadığı tabiat ortamındaki tüm alışkanlıklarını ve huylarını da ister istemez toplumsal yaşama taşımıştır.

Toplumsal yaşam herkesin akıl ile ortak yarara uygun davranmasını gerektirir ama insan çoğunlukla kıskançlık ve nefret gibi duygularla hareket eder. Söz verir sözünü tutmaz, herkes her şeyin kendi istediği gibi olmasını ister, bu yüzden birbiri ile çatışır. İşte uygarlığın huzursuzluğunun sebebi budur.

Çözümü ise kendi hakkına razı namuslu, dürüst ve dostluktan yana olan insanların yani Onurluların bir araya gelerek kendi hakkından fazlasını isteyen, insanlar arasında dostluğu bozan toplumu yıkıma uğratanları yani Alçakları zapturapta alacak herkesi akılla ortak yarar uygun davranmaya mecbur edecek bir devlet düzenini kurmalarıdır.

Spinoza bunları tam olarak Descartes'in bilimin önünü açtığı, fiziğin teknolojikleştiği bir zamanda söylemektedir. Spinoza gibi nazik bir insanın böylesine sert bir ifadeyi kavramlaştırmasını sebebi kanımca bugün yaşadığımız felaketi sezmiş ve insanlığı bu şekilde uyarmak istemiş olmasıdır.

Hilekârlar ise benim 20. yüzyılda insanları, zihinlerini manipüle ederek Alçakların istediği şekilde hareket etmeye yönlendirenler için kullandığım bir kavram oldu.

‘BİZİ SADECE AHLAKLI OLMAK KURTARACAK!’

- Kitabın alt başlığı da ilham verici: Spinoza, Matriks ve ikinci tür düşünce devrimi… Bir matriksin içinde miyiz? Ve Spinoza bizi nasıl kurtarır diye sorayım.

Oxford sözlüğü matriksi, “içinde bir şeylerin geliştiği veya büyüdüğü bir sistemi oluşturan koşullar kümesi” olarak tanımlamaktadır. Bu anlamda evet, yaklaşık 100 yıldır koşullar kümesini, doğanın veya insanları korumakla mükellef olan devletlerin tam olarak belirleyemediği bir Matriks içinde yaşıyoruz. Matrix filmine nazire yaparsak Spinoza, hakikatin ne olduğunu, insanlığın bu matrikse nasıl girdiğini, buradan nasıl çıkabileceğini ve uygarlığın nasıl huzura kavuşabileceğini gösteren kırmızı renkli hapı sunuyor bize. Tabi her şey bize kalmış.

HARARİ’NİN TEZLERİNE YANITLAR!

- Kitabınız Sapiens yazarı Harari gibi büyük insanlık anlatısı bence. İnsanlığın tarihini bu kez kapitalizm, tüketim toplumu, anlam ve hakikat kaybı üzerinden okuyorsunuz. Peki sorayım: Kapitalizm bitecek mi? Yerine ne gelecek bitecekse?

Sorunuzu yanıtlamadan önce Harari'nin kitabı ile ilgili kısa bir açıklama yapmak isterim. Harari, Sapiens'i yazmadan önce dünyanın gidişatını açıklayan bir felsefenin arayışına girdiğini anlatır.

Ancak bu arayışı netice vermez, felsefeden umudunu keser: Felsefeciler yüz yıllardır hayatın anlamını tartışıp durmaktadırlar; oysa mühendislerin ve yatırımcıların bu tartışmanın neticelenmesini bekleyecek kadar vakti yoktur.

Kitapta insanlığın kaderinin neden mühendislere ve yatımcılara emanet edilmeyeceğini ve edilirse neler olacağını ve neden Spinoza felsefesinin yol göstericiliğine mutlak olarak ihtiyaç duyduğumuzu anlatmaya çalışıyorum.

Aslında Harari de Spinoza'ya Yahudi düşünürler içinde özel bir yer verdiğini söylüyor ama yazdıklarından felsefi arayışında Spinoza'yı ihmal ettiğini anlıyoruz.

Dolayısıyla Spinoza felsefesini temel alan kitabımın Harari'nin tezlerine verilmiş cevaplar olarak okunması da mümkün.

‘KAPİTALİZM, DAHA 1860’LARDA SONA ERMİŞTİR!’

Sorunuza gelince size manşet yapabileceğiniz, Marks'ın Kapital'de yazmasına rağmen 150 yıldır atlanan bir haber vereyim; sermayedarların komutan olduğu kapitalizm, daha 1860larda sona ermiştir.

Üretim araçlarının mülkiyeti çok ortaklı borsa şirketleri vasıtasıyla toplumsallaşmıştır.

Dünya yaklaşık 150 yıldır topluma ait varlıkların küçük bir azınlık grup tarafından sadece kendi çıkarları için kullanıldığı aristokratik bir rejim yaşamaktadır.

Bu rejimin yerine gelmesi gereken, topluma ait varlıkların yasa ve aklın gereği toplumun ortak yararına kullanıldığı herkesin yasa ile akla ve toplumun ortak yararına uygun hareket etmeye mecbur olduğu demokratik bir rejimdir.

‘AYDINLANMA TEK BİR HAREKET DEĞİLDİR!’

- Aydınlanma düşüncesi nedir? Descartes ve Spinoza üzerinden açıklıyorsunuz. Siz belli ki Spinoza’nın felsefesini kurtarıcı olarak görüyorsunuz. İkisi arasındaki ayrımı en basit haliyle nasıl anlatırsınız?

Şunu hemen belirteyim tarihsel olarak, bizlere okullarda öğretildiği veya felsefe kitaplarının çoğunda yazdığı gibi tek bir aydınlanma değil birbiri ile uyuşması mümkün olmayan iki ayrı aydınlanma hareketi yaşanmıştır ve bu tarihsel gerçeğin yok farz edilmesi ve aydınlanmanın tek bir hareket gibi görülmesi bütün beşeri bilimlerde büyük bir kafa karışıklığı yaratmaktadır.

Evet söylediğiniz gibi bu hareketlerden birincisi Descaretes'in fikirlerinin öncülüğünü yaptığı ana akım veya seçkinci aydınlanma ve ikincisi Spinoza'nin fikirlerinin öncülüğünü yaptığı demokratik veya radikal aydınlanmadır.

‘DESCARTES MADDENİN, SPİNOZA RUHUN VE DÜŞÜNCENİN AYDINLANMASIDIR!’

En basit haliyle ifade edersem Descartes sadece maddenin bilimi ve aydınlanmasıdır. Spinoza ise hem maddenin hem de ruhun yani insan düşüncesinin bilimi ve aydınlanmasıdır.

Descartes insanın insan ruhunu anlayamayacağını savunmuş ve insanın adalet ve mutluğu ile ilgili sorunlarla ilgilenmemiş, bunları kiliseye ve dine havale etmiştir.

Spinoza ise insanın maddeyi kavrayabileceği gibi inan ruhunu da kavrayabileceğini savunmuş ve Newton'un maddeye ilişkin evrensel yasaları keşfettiği gibi insanın düşüncesine ilişkin evrensel yasaları keşfetmiştir.

Buna göre bir asma köprünün veya gökdelenin yıkılmaması için yapımında uyulması gereken bilimsel yasalar olduğu gibi bir toplumun inşa edilmesinde de uyulması gereken bilimsel yasalar vardır.

Bu bilimsel olarak, insana dair evrensel yasalara uyulduğunda insanın mutluluk, güvenlik ve barış içinde bir arada yaşayacağı bir toplumun kurulması mümkündür demektir.

Ya da tam tersine bu yasalara uyulmadan kurulan toplumlar, Newton'un yasalarına uyulmadan yapılan bir gökdelen gibi yıkılmaya mahkumdur demektir.

‘İNSANI BİLİM KURTARACAK!’

Öyleyse Atatürk “muvaffakiyet için hayatta en hakiki mürşit ilimdir” dediğinde yol gösterici olan sadece Descartes'in yolunu açtığı maddeye ilişkin fen bilimleri değil aynı zamanda Spinoza'nın yolunu açtığı insan ruhunun işleyişine dair evrensel yasalardır.

Ve biliyoruz ki bilimden başka insanı kurtaracak başka bir araç yoktur.

- Biraz da kendinizden bahseder misiniz? İzmirlisiniz. İzmir, Ege ne hissettiriyor? Köklerinizle bağınız nasıl? Ege mutfağıyla aranız nasıl?

Ailemizin kökleri Makedonya'dan geliyor. Biz Macırız. İzmir bize çok güzel bir vatan oldu, çok güzel bir çocukluk ve gençlik yaşadım. Topraksızlığı sanırım deniz ile bütünleşerek aşmaya çalıştık. Bu yüzden benim hayatımda deniz, balık avı ve yelken çok önemli oldu. Yemeklerini tabi ki çok severim. Zeytin yağlıları, otları, İzmirli Yahudilerin bize hediyesi olan boyozu, gerçek İzmir sandviçini, kokoreci, söğüşü, midyeyi ömrüm boyunca sanırım sadece İzmir'de veya İzmir usulü yapılırsa yiyeceğim. Rahmetli Annem zaten harika yemek yapardı ama babam da iyi bir aşçıydı. Benim de iyi bir aşçı olduğum söylenir ama Köpeoğlunu hâlâ babam kadar güzel yapmayı başaramadım galiba.

Onurlular, Alçaklar ve Hilekârlar / Dr. Halil Doğru / Hayykitap / 480 s.


Editor : Şerif SENCER
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
TÜRKİYE GÜNDEMİ
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
ÇOK OKUNAN HABERLER