Bir ÖZETİ| öykü, hiçbir zaman yalnızca bir öykü değildir. Taşıdığı, sunduğu, armağan ettiklerinin ötesinde maceralar, düşler, düşünceler, seslenişler barındırır. Meraklarımızın yanı başında durur, çoğaltır onları... Ya da bir yerlerde unutmalarımıza, boş vermelerimize, meraksız günlere doğru yuvarlanmalarımıza engel olur. Düş kurmaya, düşünmeye, yeni tasarılar için yola çıkmaya, hayatımızın kimi anlarını yeniden anımsamaya da çağırır.Roman da öyledir, şiir de... Aslında bütün yazınsal, sanatsal yapıtların özünde saklı olan da budur. Felsefe kardeşidir sanatın, edebiyatın... bilimin de. Sahi, düşlerin, tasarıların, arayışların, soruların bittiği yeri tanımlamaya gerek var mı?Niye büyük bir heves ve heyecanla konuşur dururuz bu beceriyi edindiğimiz anlarda / yaşlarda? Ne sözümüz biter ne de sorularımız eksilir! Baksanıza:Ada Naz dört yaşında. Konuşmayı çok seviyor. Bir de ardı arkası gelmeyen sorular... Sabah gözünü açıyor, başlıyor... Hep konuşuyor, hep soruyor. Ya da annesine öyle geliyor. Yatıncaya dek sürüyor bu. Annesine kalsa uyuduğunda da, düşünde de konuşuyor / soruyor Ada Naz!“Neden anneciğim bu kadar çok konuşuyorsun? Ne sözün bitiyor ne de soruların...” diye soruyor annesi bir gün boş bulunup. Ada Naz, soruya hazırlıklı sanki: “Anne! Sen benim çocuk olduğumu unutuyorsun galiba...”1 SORULAR, SORULAR...Kimi gün en meraklı olanlarımızın hep çocuklar olduğunu ya da çocuklar gibi merak etmeyi dolayısıyla “aramayı” unutmayanlarımızın daha renkli, daha anlamlı hayatlar sürdüğünü düşünürüm. Bir de şu takılır durur aklıma: Çocuklukta duyumsadığımız mutluluğu sonra neden ve nerelerde yitiririz? Ya da yitirir miyiz? Belki de öyle sanırız. En mutlu olduğumuz anlar aslında böyle olduğunu fark etmediğimiz anlarımız mıdır?Çocukluk yılları geride kaldıkça o merak ve heyecanlar da unutulur mu bir yerlerde ya da yorulur muyuz sorularımızdan, bilinmez ne ki veriliye razı olmayı, sorularımızı bir yerlerde unutmamızı kimlerin istediğini (Sahi, niye felsefe dersi yok - ya da olmasa da olur kıvamında - okullarımızda?) unuttuğumuz gün ya da oracıkta hayatımızın neredeyse bütün renklerini de sormalarımızla birlikte terk ederiz çoğun farkında bile olmadan. OKUMANIN VE YAZMANIN HAZZIGürkan Akbayır’ın Çocuklar İçin Felsefe kitaplarını okumaya koyulunca nasıl dalıp gittiysem onlar için birkaç satır yazmaya durunca da işte böyle uzadı söz. Sorular da halaya durdu sanki!Bilirim; kitaplara ve hayata, olup bitenlere meraklı, alıcı gözlerle bakan herkesin, sorularını yitirmeyenlerimizin de aynı coşkuya kapılacağını, sözün ardına böyle düştüğünü / düşeceğini... Yazmak da bana sorarsanız o “çocuk siz”den alır hızını / hazzını, tadını, ezgisini...Dönelim Akbayır’ın, okuma heyecanına batmış çocuklarımız; ilkokul iki, üç ve dörtler için kaleme aldığı öykülerine... Doğada ne varsa / hangi gerçeklikle, yaklaşımla yorumluyorsak doğayı; toplumsal ya da bireysel yaşamda da onlar var.Bu gerçeklik onun da yanı başında ip atlıyor, topaç çeviriyor olmalı ki kimi gün doğaya çıkarıyor okurunu Gürkan Akbayır; oradan anlar, sahnelerde hayvan dostlarla buluşturuyor.Yeri geliyor gündelik hayatın hızlı, hoyrat, başına buyruk akışında ıskaladıklarımızla bir odada, bahçede, sokakta buluşturuyor hepimizi. Arada da içimizden, yüreğimizden seslerle kuruyor o kısacık öykülerini; kahramanı biz, mekânı tanıdık, olup bitenler hiç de yabancımız değil...Hepsinin içinde barındırdığı çelişkiler, farklılıklarımız, yapıp ettiklerimizle ortaya çıkardığımız varsıllıkları anımsatıyor / yeniden çağırıyor sahneye. Aynayı hepimize tutuyor, cesaretle... Tıpkı Nehir’in hayatına taşıdığı gerçekliğimiz gibi.Size de tanıdık gelecek, biliyorum: Nehir yedi yaşında. Okulla tanışmasının neredeyse hemen ertesinde söktü okumayı. Yazmayı da. Derken başkanlık seçimine de girdi. Ve... epey bir oy farkıyla seçildi de. Babası, şaşkın, nasıl başardığını sordu. “Zor olmadı.” dedi Nehir. “Okula havuz yaptıracağım dedim seçtiler.” Babası artık “Başkanım” diye sesleniyor Nehir’e... Nehir’in umurunda mı, gülüp geçiyor.2 DÜŞÜNMEYE TARTIŞMAYA ÇAĞRIAdlarına “öykü” dese de Gürkan Akbayır; aslında günce, oyun, anlatı, masal, fabl... edebiyatın anlatım olanaklarının birçoğundan yararlanıyor metinlerini kurarken.Ustaca tasarladığı çatışmalar, yalın anlatımı, sözcükleri ellerinden tutup arkadaş kılışıyla okurunun, metinden kopmadan yol almasını sağlamanın ötesinde kimi an gizli saklı, kimi gün küçücük / kocaman ama tanış olduğumuz bir “Hişttt!” sesiyle sorular bırakıyor ceplerimize, sıralarımızın gözüne, aklımızın bir köşesini...Durmaksızın aklımızı kurcalayan, heves ve meraklarımızı gıdıklayıp duran, bizi anlatının içinde tutan, öykünün bitmeyişini sağlayan...O büyük deryadan, düşün (felsefe) dünyasından tınılar, sesler, sözcükler, duygularla kapılarımızı çalan bu yapıtlardaki öykülerin bizden asıl istediğiyse; söylenenler, anlatılanlar üzerine konuşmamız, tartışmamızdır.Ne kadar çok düşünür, konuşur, tartışırsak öykülerle birlikte, o denli çoğaldığımızı, her yapıtta sıralı ne ki yerinde duramayan 10 (toplam 30) öykünün onlarca olduğunu göreceğiz.Sözün özü; sımsıcak renkleri ve tasarımlarıyla da gülümseyen öykülerin söylediklerinin yanında fısıldadıklarını, onlardan esen bahar yellerini, okul-oyun sıcaklığını, farkına varmanın / fark etmenin / farkında olmanın mutluluğunu duyumsamaya bekleniyoruz.Çocuklar İçin Felsefe / Gürkan Akbayır / Sadık Uygun Yayınları / 72s. 8+ / 72s. 9+ / 72s. 10+ / 2023.1 Çocuklardan Çaldığım Öyküler / Y. Bekir Yurdakul / Kanguru Yayınları / 10+ / 3. baskı: 2017.2 agy
Editor : Şerif SENCER
Editor : Şerif SENCER