
PERFORMANS
ÖZETİ| SANATININ BÜYÜKANNESİ!Marina Abromovic Yugoslav asıllı,
sıra dışı bir performans sanatçısı, bu sanatın “büyükannesi”! Sanatı bilmeyenlere, “Tiyatroda kan ketçaptır,
bizde ise gerçeklik esastır” diye anlatıyor. Tito’nun sadık destekçisi bir anne babadan dünyaya gelen Abromovic, komünizmden ve annesinden yaşamı boyunca nefret etmiş. Zagreb’te klasik sanat eğitimi alırken sanata
farklı yaklaşımı
kabul görmeyince dışlanan sanatçı, Avrupa’ya açılmış. Abromovic, “dosta düşmana adıyorum” dediği otobiyografisi Duvarlardan Geçmek’te (Everest Yayınları / Çeviren: Dila Altındiş Balcı), yaşamını ilk cinsel deneyiminden aşklarına, ihanetlere, aldatılma öykülerine, vücudundan nefret edişine değin
açık sözlülükle anlatıyor. Marina, jiletle kesilip kanatıldığı, buzlara kıpırdamadan saatlerce uzandığı, kanlı kemikleri ovalayıp yıkayarak savaş trajedisini anlattığı, seyirciyle göz göze bakışmaktan ibaret, saatler süren performanslarını anlatırken; “Kimseye ihtiyacım
olmadığını kanıtlamaya çalışıyorum. Bu, bir lanet çünkü
çok sık yalnız ve sevgisiz bırakılıyorum” diyor.

ET, KAN, KEMİK DOLU YAŞAMA VE SAVAŞA AĞIT!Büyük aşkı Ulay’la 12
yıllık beraberliği sırasında açlığa talim edip karavanla ülkeleri kateden, Avustralya’da Aborijinlerle “sessiz yaşam” sürdüren Abromovic, sonunda bir uçtan başlayıp 3 ay yürüyerek Çin Seddi’nin ortasında diğer uçtan gelen aşkıyla ortada öpüşüp sarılarak vedalaşıyor. Marina, bir soğanı baştan sona kabuklarıyla yerken gözünden yaşlar akıtarak gerçekleştirdiği “The Onion” (Soğan) başlıklı performans sırasında kendi yaşamına ağıt yakıyor:“Bitmek bilmeyen kariyer kararlarından,migren ağrılarımdan,yalnız otel odalarından,oda servislerinden, hep yanlış
adama aşık olmaktan, burnumun kocaman, g.tümün dev
gibi oluşundan ve Yugoslavya’daki savaştan utanmaktan usandım.”Venedik Bienali’nde
Altın Ayı Ödülü kazanan Abromovic, “Balkan Baroq” adlı performansında kötü kokan kanlı sığır kemiklerini, her
gün 7 saat oturup ovalıyor, arkasındaki ekrana anne babasıyla röportajlar yansırken ağlayarak şarkılar söyleyip Yugoslavya’nın parçalanmasına giden savaşı protesto ediyor.

BIÇAK, TABANCA, JİLET, BALTA, RUJ, GÜL ,ESANS!Abromovic’in 30’lu yaşlarda Napoli’de sahneye koyduğu 6 saatlik performans ise hâlâ hafızalarda. Bıçak, tek kurşun sürülü tabanca, jilet, balta, ruj, gül ve esansın durduğu 72 objeli masanın ardındaki Marina, bunlarla izleyicinin kendisine istediğini yapabileceği belirtiyor. Durağan başlayan gösteride bir izleyici Marina’nın boynunu jiletle çizip kanını emiyor, biri onu soyuyor, biri gül veriyor, biri tabancayı eline tutuşturup tetiği çektiği anda
dışarı çıkarılıyor. Marina, “o an insanların öldürebileceğini farkettim” dediği gösterinin ardından sabah uyandığında bir tutam saçının beyazladığını fark ediyor.

ABROMOVIC: ‘SANAT, RAHATSIZ ETMEK ZORUNDA!’Peki bu sıra dışı gösteriler sanat kabul edilebilir mi? Abromovic’in yorumu şu: “Sanatın rahatsız etmek zorunda olduğuna inanıyorum. Eğer sanat yalnızca politik olursa bir gazeteye dönüşürdü, bir kez kullanılır ve ertesi güne eskirdi.”Yıllarca yaşadığı Amsterdam’ın ardından New York’a yerleşen Marina Abromovic sıra dışı gösterilerini sürdürüyor, Susan Sontag ve Lady Gaga hayranları arasında, hatta o sayede genç izleyicinin de ilgisini çekiyor. Ruh dünyası, ezoterik yaşam, arınma üzerine deneyimlerini de paylaşan Abromovic, New York’ta kurduğu enstitü ile performans sanatını tanıtmayı yaygınlaştırmayı ve arşiv oluşturmayı hedefliyor, ünlü soprano Maria Callas ile kendisini benzeştiren
sanatçı “Yedi Ölüm”adını vereceği bir performansla ölümünü kayda geçirmeyi hedefliyor.
Editor : Şerif SENCER