Politika

Prof. Dr. İbrahim Maraş, Türkiye'deki cemaat gerçeğini ortaya koydu: Tarikatlar holdingleşti

Prof. Dr. İbrahim Maraş, “İlahiyatların İslami ilimlere çevrilmesi, Türkiye’den Arap ülkelerine öğrenci gönderilmesi, göçmenler, sığınmacılar gibi sebeplerle önümüzdeki yıllarda karşımıza Taliban tipli anlayışlar ortaya çıkacak” uyarısı yaptı.

Prof. Dr. İbrahim Maraş, Türkiye'deki cemaat gerçeğini ortaya koydu: Tarikatlar holdingleşti
26-12-2022 02:09

Prof. ÖZETİ| Dr. İbrahim Maraş, dini eğitim, tarikatlar ve Diyanet’e ilişkin Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı. 

İlahiyat Fakülteleri günümüzde olması gerektiği gibi mi?

Şu andaki İlahiyat eğitimi olması gerektiği gibi değil, ama eksiklerine rağmen çok iyi kazanımlar elde etti, ciddi mesafe katetti. Osmanlı modernleşmesinden sonra bugünkü ilahiyat gibi bir eğitimi Osmanlı da düşünüyordu. İlahiyat dediğimizde işin içine felsefe, sosyoloji, psikoloji, pedagoji gibi modern bilimler de giriyor. Osmanlı son dönemindeki medrese artık kokuşmuş bir yapıdaydı. Bu görülüyordu, bu nedenle modern okullar kurulmaya başlanmıştı. Hatta Osmanlı’nın hayalinde Amerikan tarzı bir üniversite kurup bir bölümünü de ilahiyat yapma tarzı bir düşünce vardı. Ama yapamadılar. Dini eğitim eski skolastik yapısını devam ettirme konusunda direndi ve kendini hiçbir şekilde yenileyemedi. Bir taraftan kurulan modern üniversite ile din eğitimi arasında bir ikilik ortaya çıktı. Yani, Osmanlı, modernleşmesini yaparken ulemayı ve medreseyi maalesef bir kenarda tuttu ve mektep-medrese ikiliği ortaya çıktı. Dolayısıyla Osmanlı bunu çözemedi. Cumhuriyetle birlikte bunu çözme noktasında çok önemli bir şey gerçekleşti. O da tevhid-i tedrisat. Bu nedenle kurulan yeni devlette Atatürk’ün isabetle aldığı karardır tevhidi tedrisat. Bu büyük bir kazanımdır. Bu demektir ki; din eğitimi garanti altındadır ve tek elden yapılacaktır. Mevcut çift başlılık da bitecektir. Siyasi ve sosyal şartlar yüzünden yeni kurulmuş bir Cumhuriyet’te elbette her şey sorunsuz olamazdı. Diyanet İşleri Başkanlığı bir taraftan görevini devam ettirirken yüksek din eğitimi konusunda bazı aksamalar oldu. 1949’da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin kurulması ile çok önemli bir adım atıldı. Osmanlı son döneminden beri hayal edilen yüksek din eğitimine başlandı. Hedef, Batı’daki uzmanlara eş değer olan uzman yetiştirme idi. Her türlü dini, felsefi dersler de vardı ve giderek de gelişti. Daha sonraları Yüksek İslam Enstitüleri açılsa da buralardaki eğitim daha çok medrese zihniyetine yakındı. 1980’lerden sonra hepsi İlahiyat Fakültelerine dönüştürüldü ve yeni bir ivme kazandı. Türkiye’deki İlahiyat birikiminde Ankara İlahiyat’ın zihniyetinin emeği çoktur. Hüseyin Atay’lar, Yusuf Ziya Yörükanlar, Tayyip Okiçler, Hilmi Ziya Ülkenler, Anne Marie Schimmeller, Hikmet Tanyular, Süleyman Ateşler, Ethem Ruhi Fığlalılar ve Hasan Onatlar gibi burada sayamayacağım ciddi bir ilim adamı kitlesi buralarda dersler verdi. Son zamanlarda bazı siyasal İslamcıların Ankara Okulu diye olumlu veya olumsuz sahiplenme/saldırma çizgisinden uzak bir Ankara İlahiyat Ekolü vardır. Ankara Okulu, dar bir ideolojik sahiplenmedir, bir çeşit siyasal İslamcılıktır. Halbuki Ankara Ekolü’nün temel özellikleri; ilmi objektiflik, bütün ilmi görüşlere yer vermesi, mezheplerüstü bir anlayışa sahip olması, akılcı, hayatla beraber giden bir din anlayışına sahip olması ve eleştirel ilmi bakışıdır. Bu bakış evrensel bir ilmi bakış olarak diğer İlahiyatlara da yansımıştır.

2000’ler geldiğimizde İlahiyat Fakültelerinde binlerce yüksek lisans, doktora çalışmaları yapıldı, klasik kaynaklar neşredildi, tercüme edildi ve ciddi bir ilmi birikim oluştu. Bu tarz modern ilmi bir birikim ve geniş bakış açısı İslam dünyasının hiçbir yerinde yok. Bir tek Türkiye’de var. Diğerleri hala bocalıyor. Biz ise bunu erken dönemde yaptık ve İlahiyat alanında ciddi bir bilimsel birikim oluştu. Bu birikim sürerken maalesef Türkiye’de bir el uzandı, kökü dışarıdan da olabilir, Türkiye’deki dini hayatı ve ilahiyatları selefileştirme, Ortadoğulaştırma ve medreseye tekrar döndürme projesi başlatıldı. Önce felsefe dersleri kaldırılmaya çalışıldı, sonra İslami İlimler’e dönüşüm yapılmaya başlandı. İlahiyatların programı bu şekilde medreseleştirilmeye başlandı.

Söz ettiğiniz bu el başarılı mı oldu?

Şu anda ciddi anlamda bir başarı elde ettiler. Bu dönem, Türkiye’den Arap dünyasına çok sayıda lisansüstü öğrenci gönderildi. Önümüzdeki yıllarda onların dönmesiyle acıyı daha çok hissedeceğiz. Çünkü oradaki zihniyetle bizimki hiçbir zaman aynı olmadı. Eskiden yurt dışı dediğimizde ABD’ye Avrupa’ya gönderiyorduk. Arap ülkelerine de dil için elbette gönderelim, ama bilimsel metodoloji için Batı’ya göndermeliyiz, çünkü Batı bilimin merkezi. Batı’daki mevcut zihniyeti tevarüs ederek özümseyip yeniden bizim zihnimizle üretmeden hiçbir şey yapamayız. Türkiye, her geçen gün mezhepçi, tarikatçı ve akıl ve ilim düşmanı bir selefiliğe doğru götürülüyor. 

(Prof. Dr. İbrahim Maraş ve İklim Öngel)

‘FETÖ TAMAMEN TEMİZLENMEDİ’

Türkiye’deki ilahiyat eğitimi ve tarikatların bağlantısı nedir?

İlahiyat fakülteleri son zamanlarda tarikatların ve cemaatlerin ilgi odağı haline geldi. Mesela FETÖ hareketi, geçmişten beri bazı üniversitelerde konuşlanmıştı. FETÖ olayı nüksettikten sonra karşı bir temizleme hareketi oldu ama ben bütünüyle temizlenemeyeceğine inanıyorum. Çünkü diğer dini gruplarla zihinsel ayniyetleri vardı, bazı gruplar onların ciddi etkisindeydi. O nedenle kendilerini kurtarmak için diğer dini gruplara ve başka Nurcu gruplara kolayca kaydılar ve gizlendiler. Mevcut dini yapılar, kendilerini tarikat olarak tanıtıyorlar ama söz ve eylemleri farklı. Kendilerini mezhep gibi, siyasi hareket gibi hatta ilahiyatlara rakip gibi davranıyorlar. Bir yandan açtıkları medreselerde eğitim yaptırıyorlar, diğer taraftan buralarda yetiştirdiklerini, dışarıdan aldıkları diplomalarla hoca olarak üniversitelere girmeye çalışıyorlar. Arapçayı öğretiyorlar, dışarıdan okulları bitirtiyorlar, ilahiyat diplomasını almaları da kolaylaştırılıyor. İşte bu şekilde İlahiyatları ele geçirmeye çalışıyorlar.

‘Akılsız İlahiyat projesi’ bu mu?

Evet, burada izah etmeye çalıştığım İlahiyatları ve toplumsal dini algıyı dönüştürme düşüncesine ben akılsız İlahiyat projesi diyorum. Felsefe, sosyoloji gibi derslerin temizlenerek yerine modern hayattan uzak, kafalarında kurdukları değişime tamamen kapalı olan geçmiş bilgilerin tekrarı olan bir eğitimi savunuyorlar. Tam bir Talibancı zihniyete doğru evrilme düşüncesi bu. Sadece Fakültelerin geniş programı daraltılmadı, bazı İlahiyatlarda ve İslami İlimler bünyesinde, İslam Ekonomisi ve Finansı gibi birimler kuruldu, eskiden sosyal bilimler alanında yapılan lisansüstü eğitim İslami Araştırmalar Enstitüsü, İslami İlimler Enstitüsü gibi alanlarda lisansüstü eğitim vermeye başladı. Bunlar açıkça Akılsız İlahiyat Projesi’nin kademeleridir. Normalde İlahiyat alanında yapılan çalışmalar genel sosyal bilimlerden dini bilimlere doğru daraltılmaktadır. 

İslami İlimler Fakülteleri bu nedenle mi kuruldu?

Evet, ana hedef buydu. Sadece kurulmadı, İlahiyat olarak kurulanların ismi değiştirilirken bazen de isim değiştirmeden program değiştirilerek bu yapıldı. Önce ilahiyatlarda felsefe derslerini azaltmaya başladılar. Buna tepki geldi. Tepki gelince vazgeçildiği söylendi ama vazgeçilmedi. Strateji değiştirildi. Yeni strateji; yumuşak geçişle, kimseye fark ettirmeden yapmaktı. İlahiyat fakültesi idi tümünün ismi. Bunları İslami İlimlere dönüştürelim, denildi. Başta masum gibi geliyor ama yapılmak istenen şu; biz Aristo’dan beri tüm bilimlerle ilgili nesnel, tümel bir anlayış sergileyen alana ilahiyat diyoruz. İlahiyat bu anlamda metafizik demek. Burada bütün sosyal bilimlerin perspektifi verilmeye çalışılıyor. İslami ilimler denilince ise klasik anlamda, şu andaki Arap ülkelerindeki Şeriat Fakültelerinde olduğu gibi teolojik bir eğitim yapıyorsunuz. Hatta Teoloji yani Kelam ilmine bile, kısmen akılcı olduğu için yeterince yer vermiyorsunuz. Aklı dışlayarak ve sadece ayet ve hadisi literal ve zamanüstü yaparak, hatta Arap örfünü dikkate alarak okuyorsunuz. Farabileri, Maturidileri, İbn Sinaları ve Birunileri yetiştiren medrese değil bu. O eski medrese, işte bugünkü İlahiyat Fakülteleri aslında. Osmanlı’nın da kurtulmaya çalıştığı kokuşmuş bir medrese ve din algısını bize dayatıyorlar. Buralarda yetişenler de ileride katı bir selefiliği dayatacak. Bu toprakların ruhuna, dokusuna aykırı bu. İlahiyatlardaki isim değişikliğini resmi yazıyla da yapmadılar. Dekanları, rektörleri telefonla aradılar. ‘Fakülteniz yönetimini toplayın, ilahiyatı İslami İlimler olarak değiştirmek istiyoruz’ diye bize resmi yazı yazın denildi. İstek sanki İlahiyat fakültelerinden geliyormuş gibi görüntü verildi. Dolayısıyla Cumhurbaşkanımızı da kandırdılar. Birçok fakülte istememesine rağmen ‘kadro vermeyiz’ gibi başka unsurları kullanarak tehditle bu işi yaptılar. Artık ilahiyatta felsefe tarihi, mantık, din sosyolojisi gibi alanlarda hoca bile bırakmayacaklar. Olsa bile sayıları ve ders saatleri azaltılacak. 

Yani gelecek yıllarda ilahiyat değil de medrese tarzı bir eğitim mi olacak?

Bu şekilde devam ederse, evet. Bu yapılan medreseleştirmedir. Ama Türkiye’de ciddi bir ilahiyat birikimi oluştu. Bu nedenle medrese zihniyetinin bütünüyle hâkim olacağını düşünmüyorum. Ayrıca siyaset bunlara alan açmazsa hiçbir şey yapamazlar.

Hocalar direnç gösterecek yani buna...

Hocalarla birlikte, İlahiyatlarda yetişenler ve halkımızın önemli bir ksımının sağduyusu da. İnsanlar, ‘sağlıklı bilgi nedir’i ayırt edebiliyorlar artık. Ama yine de ciddi bir kavga olacak. Osmanlı’dan daha büyük bir mektep medrese çatışması olacak. 

‘DİYANET’E NÜFUZ ETMEYE ÇALIŞIYORLAR’

Diyanet Akademisi neden kuruldu peki?

Hiçbir hocamız bu akademinin ne yapacağını bilmiyor. Diyanet’in zaten hizmet içi eğitim kursları var. Bu kurslarda da yanlış yapılıyordu zaten. 

Bu kurslarda ne gibi yanlışlar yapılıyor?

Benim fakültemden mezun ettiğim öğrenciyi Diyanet alıyor. Doğrudan müftü atamaması normal. Hizmet içi eğitime tabi tutuyor, ama sıradan bir hizmet içi eğitime almıyor müftü yapacağı adamı. Fakültede kazandığı bütün sosyal bilim perspektifini, geniş bakış açısını yok edecek tarzda klasik medrese eğitimiyle mahvediyor. İlahiyat birikimi göz ardı ediliyor. Yani 500 yıl önce yazılmış bir kitaptan bugünkü hukuk problemini çözdürmeye kalkıyorlar. Şimdi akademide de bunu yapacaktır. İlahiyatlar ve lisansüstü eğitimler varken Diyanet Akademi ne yapacak merak ediyorum.

Bazı zihniyetler Diyanet’e nüfuz etmeye çalışıyor. Ama FETÖ nasıl kusuldu ise bu tür zihniyetlerin de kusulacağına inanıyorum. Bir yerde mutlaka dur denilecek. Ama cemaat, tarikat kökenli birileri yıllardır Diyanet’e hâkim olmaya çalışıyor. Güç var çünkü orada. Mesela bir tarikat liderisiniz, Diyanet başkanını tanıyorsunuz, özel ricada bulunup meşhur bir camide vaaz etmeyi istiyorsunuz. Bu etki alanınızın artması demek. Daha önce Üsküdar müftüsü öldürüldü. Bazı tarikatların isteklerini yerine getirmedi diye. Bu ciddi kapışma sahnesi. Diyanet eğer akademiyi bu tarz bir zihniyetin eline verirse bu kavga yaşanacak. Diyanet’in de şu anda maalesef bazı tavırları ilahiyat birikimine uygun değil. 

(Prof. Dr. İbrahim Maraş)Diyanet’in çok tepki çeken fetvaları var. Bunları kim nasıl hazırlıyor?

Halk size danışıyor mecbur siz de yanıt vereceksiniz. Buradaki sorun şu, yanıt verirken beş yüz yıl, bin yıl önceki yorumları günün şartlarından habersizce bugün aynı şekilde dinmiş gibi insanlara sunmanız. 

Bazı sorulara hiç yanıt verilmese nasıl olur?

Yanıt veren kişiler sosyolojiden, psikolojiden, ekonomiden, hukuktan, örften anlasalar sıkıntı kalmaz. Ben de Diyanet’in açıklamalarına eleştireler yazdım bana bazıları kızarak döndüler. Mesela TOKİ ile ilgili açıklaması eksik. Belli bir maaşımız var, kredi veren bankalar var. Bankadan kredi alıyorum, evime oturuyorum. Bu benim ihtiyacım. Diyanet bunu sadece TOKİ değil ihtiyacı olan herkes ‘faiz de olsa bunu almalıdır’ demeliydi. Ev, yemek ve binek ihtiyacı zorunludur.  Piyasada paranın değer kaybı var. Değer kaybı olan şeyin faizi olmaz. Birikim yapıyorum TL ile yapıyorum. Para pul oluyor bir süre sonra. Şu an modern hukuk var. Diyanet böyle konularda hassas davranmalı, bilmediği konuda açıklama yapmamalı. Ama Diyanet her şeye yanıt bulmak derdinde. 

Neden modern hukuka göre hareket etmiyor?

Diyanet, zaten devletin uygulamalarına karışamaz. Ama bu konuda kendisine halktan sorulan sorulara dini yönden cevap veriyor ve bunu yaparken her şeyi dinleştirmek derdine giriyor. Her şeye değişmeyen, yüzlerce yıl önce yazılmış kitaplardan çare bulma derdinde. Güncelleştirme diye bir şey yok. En büyük sıkıntımız bu. Çünkü Türkiye’de azgın bir kitle var. Teşkilatlı bir kitle. Siyasetçilerle oynuyorlar. Çünkü siyasetçi oy istiyor. Kendilerini güçlü gösteriyorlar. ABD’yi şirketler yönetiyor diye tenkit ediyoruz. Böyle giderse bizde de holdingleşmiş tarikatlar ülkeyi yönetmeye başlayacak. 

Diyanet İşleri Başkanı Cumhurbaşkanının katıldığı birçok programda yer alıyor. Bu normal mi?

Olumlu manada kullanabilse çok iyi olur. Diyanet de bir devlet kurumu. Ama olayı sadece bir açılış yaparken dua etme olarak görürsek hata ederiz. Diyanet bu gezilerden toplumsal bir fayda çıkartamıyor, çünkü öyle bir perspektifi yok. Ben Türk dünyası çalışıyorum. Diyanet’in bağımsız Türk cumhuriyetlerinde gerçekten dişe dokunur bir hizmeti yok. Yaptığı şeyler kurumsal olarak cami yapma, maddi yardımlar. Ama oralarda beslenen selefilik gibi akımlar ya da dini grupların engellenmesi ve manevi ihtiyacın sağlıklı bir şekilde karşılanması yönünde entelektüel bir etkisi de yok, böyle bir kapasitesi de yok. 

Siyasal İslamcılık ve selefi düşüncenin yerleştirilmesi nasıl başladı?

Üç ana neden var. Biri SSCB’ye karşı NATO destekli bir İslamcı çizginin uyandırılması. Kasıtlı olarak birileri radikalleştirildi. İkincisi ise yanlış laiklik politikaları. Devlet halkın dini inancına aşırı derecede karıştığı için birileri kendilerine fırsat buldu ve mürit kazandı. Onların sözcüsü konumuna yükseldi. Bir üçüncüsü ise değişime, akla ve bilime karşı çıkan mutaassıp din anlayışı ve bunu fırsat bilip fonlayan Suud rejimi başta olmak üzere bazı ülkeler.

(Prof. Dr. İbrahim Maraş)İnsanlar tarikatlara nasıl mürit oluyor?

Şimdi siz şehre geldiniz. Ya köylülerinizin olduğu yere gidersiniz, ya da kendinize yakın hissettiğiniz ideolojik ve dini gruplara sığınırsınız. Dini gruplar ise, din alanındaki cehaleti ve samimiyeti istismar ediyorlar. Kendilerine gelenleri kaybetmemek ve “bağlı” kılmak için fantastik ve kurtuluşçu söylemlere başvuruyorlar ve gettolaşıyorlar. Bir gizem ve sır halesi oluşturuyorlar ve karşıdakilerin iradelerini kendilerine bağlıyorlar. Dini grupların arkasında büyük güçler var. Türkiye şu anki seviyeye durup dururken gelmedi. Bir el bunu yapıyor, birileri de bu eli tutuyor. Şunu kabul edelim maalesef Türkiye’de iktidarlarımız kendi kendilerine gelemiyorlar iktidara. Yurt dışını bir gezmek gerekiyor. Bu benim vatandaş olarak gözlemim. Bu merdiven altı grupların birçoğu zaten dış destekli. 

Cemaat ve tarikatların dinde yeri nedir?

İslam dininde cemaat tektir. Ama bir adam çıkmış sözleri, fikirleri beğenilmiş. Birileri de ona hak vermiş. Yesevi, Mevlana çıkmış mesela. Burası doğal olan. Ama ‘sadece bize bağlı olan kurtulacak’ derseniz ve toplumu ötekileştirirseniz, olmaz. İslam dünyasının zenginleşmesiyle insanlar şekilciliğe bürünmüşlerdi. Tepkisel olarak da ‘Böyle din anlayışı mı olur, her şeyiniz menfaat’ diyen bazı gruplar içine kapandı. Yanlış olan bu tür grupların toplumdan ayrılıp manastır ya da getto yaşamına bürünmesi. O grup toplumdan beslenip topluma bir şey katmıyorsa suçludur. Ben hocalık yapıyorum, geçiniyorum. Ama biri kenara çekiliyor müritleri ona kazandırıyor. Topluma bir katkısı yok. Hiç kimse başkasının sırtından geçinemez. Tarikatların en büyük sıkıntısı, zararı budur. Laik devletin yapması gerekenler şunlar: Tevhid-i Tedrisat güvencesine aldığı din eğitimine bu grupların engel olmasına izin vermeyecek. Bunların halkı kene gibi sömürmesinin önüne geçecek. Devlet içinde bunlara yer açmayacak. Söz sahibi etmeyecek. Bunlar vakıfsa vakıf dernekse dernek olacaklar. Şeffaflaşacaklar.

Ama vakıf adı altında da yanlış işler yaşanıyor. En son Hiranur Vakfı’nda 6 yaşındaki bir kızın evlendirilmesi ve sonra bunun üzerinin kapatılmasına tanık olduk...

Yanlış olan bunların denetlenmemesi. Demokratik yapılarda temel özgürlükleri kısıtlayamazsınız. Yoksa her vakıfta yanlışlık yapılabilir. Esas yanlış olan, bunların geçmişteki tarikatlar gibi kabul edilmeleri. Bugünkülerin hiçbiri artık bir tarikat özelliği bile taşımıyor. Dini eğilimli çıkar grupları bunlar. Kendilerini dinin en doğru temsilcisi gibi görüyorlar. Hatta birçoğu, maalesef, yüce bir dini grup gibi görülüp denetlenmiyor bile. Biz burada örneğin İslam Felsefecileri Derneği, Dinler Tarihçileri Derneği gibi dernek kuruyoruz. Bize yapılan denetimlerin hiçbiri o cemaatlere, vakıflara yapılmıyor ki, her şeyleri usulsüz. Bunlar paraları yurt dışına nasıl aktarıyorlar. Yurt içinde bu paraları nereden elde ediyorlar. Artık kendi bankaları, televizyonları, yayınevleri bile var. Çok ciddi zenginlikleri var, nasıl oluyor bu. Devlet buna engel olacak, yani bunların din simsarı olmalarına, dini tekellerine almalarına, İlahiyatları alenen kötülemelerine ve dini tekel oluşturmalarına izin vermeyecek. Bunlar devlet karşısında devlet olmaya çalışıyorlar. Çocuklarını devletin okullarına göndermiyorlar, ama diplomayı dışarıdan almaya çalışıyorlar. İki yüzlü ve Fetö taktiği gibi devleti ele geçirme üzerine çalışıyorlar. Devlet, vatandaşını koruyacak tedbirleri almak zorunda.

İMAM HATİPLER ÜZERİNDEN KAMPLAŞMA UYARISI

İmam hatiplere yönlendirme var ancak talep de yok, neden?

Talep yok. Çünkü Türklerin tarihi bir tecrübesi var. Daha hayat içinde yaşanan, güncel bir din anlayışı var. Buralarda dinin anlatımı güncellenmeden, makul bir zihniyetten uzak bir şekilde yoğunlaştırılarak anlatılıyor. Çağımızın çocuklarının, gençlerinin dünyayı algılamalarına bakmaksızın savunmacı bir anlayış öğretiliyor. Ayrıca çocukları diğer okullar ile yarıştırmak için her yönden baskılıyorlar. Çocuklara da fazladan yük yükleniyor. Bazı dini yönlendirmeler yapılarak çocukları adeta dinden bezdiriyorlar. Öte yandan İmam hatiplere yönelik özel bir kayırmacılık, hatta maddi destek var. Meselâ aynı kampüs içinde iki okuldan imam hatip olanına her türlü yardım yapılıyor. Diğerine yapılmıyor. Bu yardımlar da bazen devlet adına bazen dini gruplar üzerinden yapılıyor. Bunu görenler bu okullardan soğuyor. Ayrıca, bunlar çocuklar arasında da halk arasında da kamplaşmaya yol açacak şeyler.

‘TÜRKİYE’YE SELEFİ GRUPLANDAN ÖZEL İLGİ VAR’

 İmam hatiplerde ateizm, deizm artıyor deniyor, doğru mu?

Artık herkes her bilgiye ulaşabiliyor. Eğer öğretmen merdiven altı bir dini grubun düşüncesine sahip ise veya makul bir din anlayışından uzaksa çocuğa bilinç vermiyor. Din dili de büyük bir sorun. Çocuğun yaşadığı hayatla, okulda öğrendiği bilimsel derslerle dinde öğretilenler arasında çatışma var. Çocuk evrimle ilgili her yerde bir şeyler okuyor siz evrim teorisini kitaplardan çıkartıyorsunuz. Çocuk yağmurun nasıl yağdığını, ürünün nasıl topraktan çıktığını öğreniyor. Ama siz öyle bir din anlayışı öğretiyorsunuz ki, özünde doğru, her şeyi Allah yapıyor. Ama Allah bizi de yaratmış, evreni de. Bizi de bu evrende bir şeyler yapsın diye yaratmış. Bilimi, neden sonuç ilişkisini göz ardı edip ‘Her şey Allah’tan’ derseniz, çocuk veya genç buna elbette inanmaz. Bu anlayış diğer dinlerde bile arkaik kaldı, bizde aktifleştirilmeye çalışılıyor. Günümüzde Türkiye’ye selefi gruplardan özel bir ilgi var. Eğer biz bu gençlerimize sahip çıkamazsak çocukların iki yolları var. Ya deizm ve ateizme kayacaklar, dine karşı tarafsız kalacaklar, ya da IŞID, el-Kaide gibi radikal dini gruplara veya bunların Türkiye versiyonlarına katılacaklar. 

(Prof. Dr. İbrahim Maraş ve İklim Öngel)

‘TARİKATLARIN SÖYLEMLERİ RADİKALLEŞTİ’

Tarikatlar radikal gruplar mı?

Artık Türkiye’deki dini grup ve tarikatların hemen hepsi mezhepçi ve selefi bir çizgiye geldiler, söylemleri radikalleşti. Ama görüntüde sufi olduklarını söylüyorlar. Başlarına geleceği bilmiyorlar. Sorsanız birçok tarikat IŞİD’e, Vehhabiliğe görüntüde karşı. Halbuki Türkiye’de şu an zaten tarikatçı, mezhepçi bir selefilik var. Giderek de radikalleşiyorlar, bunun farkında değiller. Özellikle de Suriye’den, Ortadoğu’dan gelen öyle tarikatlar var ki, yakında Türkiye’deki tarikatlarla kavgaya başlayacaklar. Otomatik olarak Afganistan’daki gibi bir dini zihniyet oluşacak. Türkiye’de, biraz önce bahsettiğimiz, İlahiyatların İslami ilimlere çevrilmesi, Türkiye’den Arap ülkelerine öğrenci gönderilmesi, göçmenler, sığınmacılar vb. sebeplerle önümüzdeki yıllarda karşımıza Taliban tipli anlayışlar ortaya çıkacak. Meselâ kadınların eğitimi konusunda Taliban’ın gerekçelerinin benzerleri son zamanlarda ülkemizde çok sık zikredilir oldu: Karma eğitime karşı çıkılması, kadınların her fakültede okumamaları gerektiği, fakülte müfredatlarının şeriat dışı olması vb. Akılsız İlahiyat projesi dediğim tam da bu işte. Bazı İlahiyatlarda kız erkek sınıfları ayrıldı ve hatta kantinlerin bile ayrılması konuşuldu. Türkiye’de korunması gereken makul bir din anlayışı var. Bunun için de önce İlahiyatları güçlendirmemiz gerek. Şu an basında ilahiyatçıların konuşabileceği bir ortam yok. Televizyonlarda dini tartışma programlarına yönelik gizli bir yasak var. Ama tarikatların her şeyi var ve harıl harıl propaganda yapılıyor. 

6 yaşındaki bir çocuk dini nikahla evlendirildi ve yıllarca istismara uğradı. Dini nikahın dinde yeri nedir?

Türkiye’de en büyük sorun; devletin şu anki düzenini kabul etmeyen bir zihniyetin olması. Devletin kendisine, yönetim şekline, hukukuna, laikliğine karşılar aslında ve ülkeyi İslam ülkesi değil darü’l-harp olarak kabul ediyorlar. Dini nikah işin bahanesi. Öncelikle nikahın dini ve resmi diye ayrılamayacağını öğretmemiz gerek. Sorsanız ilk söylenen ‘Biz zaten resmi nikah olmadan kıymıyoruz’ derler. Halbuki dini nikah diye bir şey mi var ki, resmiden sonra kıyacaksınız, demiyorlar. Nikah zaten bir sözleşmedir. Geçerli olan, devletin medeni hukuka göre yaptığı resmi nikahtır. Diyanet de bazı merdiven altı gruplar da bunu bir bahane ve para kazanma aracı olarak gördüler. Biz yanlış yere odaklanıyoruz. Burada kangren olmuş bir konu var. Türkiye’de din anlayışı toptan kangren olmuştur. Bu din anlayışının temelinde kız çocuklarının ve kadının ikincil bir varlık konumunda oluşu ve iradelerinin yok sayılmasıdır. Bir çocuğun buluğ çağına gelmeden evlenmesi medeni hukuka göre yasak ise, dini anlamda da doğru bir yasaktır. Bunu halk biliyor aslında ama bunu, dindar olduğunu söyleyen çevrelere anlatmak gerekiyor. Maalesef bu tabi görülüyor, sorun bu. Bir insan hür irade yaşına gelmedikçe evlendirilemez. Medeni hukukta var ama biz bunu dinde tartışıyoruz. Çocuk yaşta evlilikten söz ediyoruz. Bir de Kuran’a dayandırmaya çalışıyoruz. Kuran’ın ruhu bir kadının dayak yemesini, söz sahibi olmamasını, insan yerine konmamasını kabul etmez. Ama dini gruplar kadının ikincil bir varlık olduğunu söylüyor. O kız çocuğu 15 yaşında evlendirilseydi emin olun bu kadar konu olmayacaktı ama yine yanlıştı. İşte sorun burada. 

‘PEYGAMBERİMİZİN HER DAVRANIŞI SÜNNET DEĞİL’

Diyorlar ki, Hz Muhammed, Hazreti Ayşe ile 9 yaşında evlendi. Öncelikle şu bilinsin peygamberimizin her davranışı sünnet değildir. Velev ki, 9 yaşında evlendi. Bu, o dönem normal bile olsa ben bunu alıp bugüne getiremem. Her şeye Kur’an’dan ve Peygamberimizin hayatından delil getirmek zorunda değiliz. Bugünkü şartlarda gelişmişlik düzeyi var. Üstelik emin de değiliz, Peygamberimiz Hazreti Ayşe ile kaç yaşında evlendi. Peygamberimizin her yediği, içtiği, kılığı kıyafeti sünnet değil. Ama bazı gruplar Arap toplumunun giyindiği gibi giyinmeyi, davrandığı gibi davranmayı din kabul ediyorlar. Maalesef sorun çok büyük, bazen dini grupları da aşan ve gelenekten beri gelen bir dini zihniyet sorunumuz var. Her şeyi dini metinlerde ve geçmişte aramak hastalıklı bir zihniyettir. İnsan aklı, iyiyi, kötüyü ve adaleti bulabilecek kapasitededir. Akıl, en etkin vahiydir.

‘YENİLEŞMEYE İHTİYAÇ VAR’

Dinin reforma ihtiyacı var mı?

Dini düşüncenin reforma ihtiyacı var. Güncellenme dediğimiz bu. Yenileşmeye kesinlikle ihtiyaç var.  Bunu yapabilecek bir irade yok. İlahiyat fakülteleri güçlenseydi belki kendiliğinden zaten olacaktı, ama medrese zihniyeti güçlendi/rildi ve bu, zorlaşmaya başladı. Ama eninde sonunda olacak. Kilise bizden daha baskıcıydı. Ne zulümler yaşandı. Bilimin gelişmesi ve aydınlanma ile kilisenin bağnaz tutumu tamamen reddedildi. Bizim dinimizin özünde asla akıl ve bilim karşıtlığı yok. Korkum şu. Buna rağmen, bizde de kendisini kilise gibi gören, Demoklesin kılıcı gibi üzerimizde din kılıcını sallayan, hayatı reddeden bir zihniyet oluşmaya başladı. Eğer Türkiye’de bu zihniyetin baskısı artarsa Batı’dakine benzer, hatta çok daha kötü zıtlıklar yaşanabilir. 

Batı’da çok kanlı oldu…

Umarım bizde öyle olmaz. Mesela Taliban’ın neler yaptığını yeterince görmüyoruz. Orada da kanlı oluyor aslında. Taliban baskıyla kadınların ellerindeki tüm hakları aldı, halkın eski alışkanlıklarını yok ediyor. Kültürü, sanatı yok ediyorlar. Totaliter rejimler böyle davranır. Kültüre, sanata ve medeniyete toptan karşılar. Bedeviliği din diye kabul ettirmeye uğraşıyorlar. Tarihi bugünde diriltmeye çalışıyorlar.

‘İstese AKP siyasal İslam’ı zaten getirirdi. Türkiye için artık böyle bir tehlike yok’ diye bir görüş de var. Ne dersiniz?

Benim bahsettiğim tehlike, partileri aşan bir zihniyet tehlikesi. Siyasal İslam iktidarla birlikte devlet gerçeğini biraz da olsa anladı. Türkiye’de iki kutup var. Bir kutupta dini içerikli her şeye karşı çıkan dine karşı grup, diğer kutupta ise zinhar caiz değildir diye her şeye karşı çıkan, devlet ve düzen tanımayan bir grup. Her ikisinin de Türkiye’ye zarar verdiğini düşünüyorum. Kavga, bunlar arasında olacak arada bizim gibi insanlar ezilecek. Batı’da kilisenin baskısını kabul etmeyen dindar aydınlar vardı. Onları deist diye suçlandı ama hiçbiri deist değildi. Onların başlattığı hareket din düşmanlığına dönüştü. Batı’da şu an ciddi din karşıtlığı da vardır. Ben Batı’da yaşananların bizde yaşanmayacağını düşünüyordum ama maalesef gelişmeler Batı tecrübesinin aynısını yaşayacağımızı gösteriyor. Görünen o ki, zihniyet olarak iyice dibe vuracağız ve sonra düştüğümüz yerden kalkıp yeniden Müslüman olacağız.

(Prof. Dr. İbrahim Maraş) Başörtüsüyle ilgili bir anayasa değişikliği teklifi gündemde, nasıl karşılıyorsunuz?

Türkiye’nin barışa ihtiyacı var. Herkes yanlış yapabilir ama yanlışlar üzerinden hem yeni yanlışlara gidilmez. Türkiye’de giyim, yaşam ve inanç tercihleri üzerinden kimse sıkıntı çekmemelidir. Daha çok özgürlük bizi kazançlı kılar. Ayrıca başörtüsünün bazı dini gruplarca siyaseten kullanılmasının önüne geçilebilir. 

Nas ile ekonomi yönetilir mi?

Bizim bugün faiz sorununu iktisat uzmanlarıyla çözmemiz lazım. Nassın bize öğrettiği temel ilke adalettir. İlkenin kendisi değişmez ama nasıl olacağı zamansal, mekânsal ve örfidir. Buna insanlar karar verir. Nasla ekonomi yönetilemeyeceği gibi hayatın hiçbir alanındaki problem nasla çözülmez. Her şeyi çözebilecek olan şey akıldır.

 Atatürk Diyanet’i neden kurdu?

Toplumun temel dini ve manevi ihtiyaçları için kurdu. Bir devlet kuruyorsunuz. Türk devlet geleneğinde önceden Şeyhülislamlık vardı. Atatürk bunu lağvetti. Yerine devletimiz nasıl demokratik bir yapıya kavuşmuşsa, Diyanet de buna göre kuruldu. Atatürk bunu kurarken Osmanlı’daki tarikat, cemaat zihniyetinin merdiven altı grupların katı selefi, devleti de toplumu da geri bırakan anlayışından kurtulmak istiyordu. Onların etkisinden sıyrılmak istiyordu. Diyanet’i kurarken bu yapının merdivenaltı grupları alt edeceğini düşünüyordu, hem de kısa sürede bir şeyler yapabileceğini umuyordu, ama Türkiye’nin kültürel yapısı buna müsait değildi. Tekke ve zaviyeler kapatıldı ama bu yapılar yeraltına indi ve bir süre sonra Diyanet’e de, devlete de nüfuz etti. 1947 CHP Kurultayı, o dönemde yüksek dini eğitime olan ihtiyacı ve bir din politikasının olmamasının acısının net tartışıldığı önemli bir toplantıdır.

ATATÜRK DEMEYEN DİYANET’E YENİ YIL HUTBESİ TEPKİSİ

Diyanet’in yılbaşı kutlamaları hakkındaki son hutbesini nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Noel ve yılbaşı kutlamaları aynı şeyler değil. Aynı gün de kutlanmıyor. Yeni bir yıla girerken tarih boyu toplumların çeşitli kutlamaları olmuştur. Diyanet, hiçbir milli bayramda hutbelerde milli değerlerden, kurucu lider Mustafa Kemal Atatürk’ten tek kelime etmeyip tarih bilincinden de söz etmezken, yılbaşı hutbesinde “değerler” ve tarihini bilmeyenler diye ifadeler kullanması pek gerçekçi değildir. Ayrıca hutbede zikredilen hadis, bağlama uygun değildir. Diyanet, her milli ve dini bayramda halkı kucaklayacak çalışmalar yaparsa o zaman endişelendiği şeylere karşı bir çözüm üretebilir.

PROF. DR İBRAHİM MARAŞ KİMDİR?

1967'de Kırşehir’in Kaman ilçesinde doğdu. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Çalışmalarını Türk Düşünce Tarihi üzerine yoğunlaştırdı. Halen Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe Ve Din Bilimleri Bölümü, İslam Felsefesi Anabilim Dalı'nda öğretim üyesidir.

Fotoğraflar: Necati Savaş


Editor : Şerif SENCER
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
ÇOK OKUNAN HABERLER