Manisa’nın ÖZETİ| Yunus Emre ilçesinde babasının tüm engellemelerine karşın 17 yaşında ortaokulu, 23 yaşında da açıktan liseyi tamamlayan 39 yaşındaki Sultan Çetinkaya Tahtacı, Türkiye’de üniversite ve yüksek lisansını bitirdikten sonra Fransa’nın en önemli üniversitelerinden Sorbonne’da doktora yaptı. Beydere Mahallesi’nde muhtar olan babası Ramazan Çetinkaya, “Otuz yıldır muhtarım kimse beni yemek davetine çağırmadı, o çağrıldı. Onunla gurur duyuyorum” dedi. Bir başarıya imza atan Tahtacı, öyküsünü Cumhuriyet’e anlattı.
“Okulsuz köyden Sorbonne’a bir başarı hikâyesi”, herkese örnek olacak hatta film tadındaki yaşamöykünüzü anlatan kitabınızın adı. Köyde kendinize ait bir yaşam alanı olmadığını öğrendiğiniz an ne zamandı?
Çok küçük yaşlarda vardı aslında. En geç on üç yaş olarak adlandırabilirim. Başka ülkeler, insanlar, diller tanımak ve öğrenmek, içimde bitmeyen bir merak duygusuydu. Köyümüzün tepelerinde keçileri otlatırken bile İstanbul’da üniversite okumayı, ardından da yurtdışına gitmeyi hayal ederdim. Ama bizler, aile ekonomisine katkı sağlamak için vardık. Aileler kolay kolay çocuklarını okutmak istemezdi. Çünkü okutmak masraf demekti. O yaşlarda karar verdim diyebilirim.
Bu öyküde özel okul değil, okul yok. Haliyle çok acı çekmiş olmalısınız. Daha sonra da eşinizle tanıştınız ve aile kurdunuz.
Gerçekten sözle ifade edilemeyecek kadar acı çektim. Hem kendi ülkemde hem de yurtdışında. Yanınızda aileniz yok, kız çocuğusunuz, erkek de olsa aynı ama öğrencisiniz ve paranız yok. Ekmek parasını kazanırken ders çalışmak zor. Temel ihtiyaçlar olarak gıda ve giyim eksik. Yıllarca başkalarının verdiği kıyafetleri giydim. Yurtta kaldığım zamanlarda ayakkabım eskimişti. Yurda ayakkabı geldi ama bir numara küçük. Tam bir yıl boyunca ayağımı sıktığı halde o ayakkabıyı giymek zorunda kalmıştım. Tabii bu sadece maddi değil psikolojik olarak da yansıyor insana. Herkesin genelde ailesi sınavda yanlarında olurdu. Ben her yerde hep tek başıma olurdum. Evleneli iki yıl oldu. Öğrenciyseniz ve doktora yapıyorsanız işinize odaklanmanız lazım. Kütüphane dışında hiçbir sosyal aktivitem olmadı, olamazdı da. Bedel ödemem gerekiyordu, ödedim. Eşim kültürel faaliyetleri çok sever. Mevlana, Şeb-i Aruz gecesinde, Paris’te eşim ve arkadaşları Mevlana adına bir lansman yaptılar ve eşim de şiir okudu. İlk o andır, sonra gelişerek mucizevi bir şeye imza attık.
Bugün hâlâ kız çocuklarının okutulmaması üzerine düşünceleriniz nelerdir ve neler yapılmalı?
Herkes okutulmalı ama bir anne ve baba önce kız çocuklarını düşünmeli. Çünkü erkek sokakta kalırsa, yatabilir, kız için olanaksız. Türkiye’de erkekler daha özgür ve rahat. Avrupa’da durum farklı. Kız çocukları okumalı, ayakları üzerinde durmalı. Olay sadece kız çocuklarının da dışında olabiliyor. Mesela zayıf insanlar her yerde bununla karşılaşabilir. Tecrübe ettiğim şu, insanoğlunda zayıfı ezmeye meyil var. Eşler arasında da farklı ilişkilerde de farkında olarak ya da olmadan, bu var. Kızlar okumak istemeyebilir. Bu bir zihin meselesi. Algısı düşük olabilir ama bir meslek edinebilir. Önemli olan bilinçli olmak, öğrenmek ve anlamak. Evlendiğinde de bir nesil, annelerin elinde şekilleniyor o yüzden bilinçli anne olmak çok önemli. Problemin çözümünü çok iyi formülize etmeliyiz. Kişisel olarak bir kız çocuğu böyle bir aileye düştü ya da yaşıyor, ne yapmalı? Bu kız çocuğu bundan kurtulmak için ne yapmalı? Bunu bir yol haritası çalışması ortaya koyacaktır. İkincisi, aileler ve toplum, ne yapmalı? Böyle bir kız çocuğu ile karşılaştığında, insana düşen görev nedir, neler yapmalı? Ya da devlet kız çocuklarının okutulmaması, erken yaşta evlendirilmesi, köle misali fabrikalarda çalıştırılmasına ne çözüm üretmeli? Bu şekilde yaklaşılmalı. Olumlu katkı ancak bu şekilde geri dönüş sağlayabilir. Çünkü açmazımız, genellemeler üzerinden yürümek. Bahsettiğim gibi ben, sen, devlet, herkes ne yapmalı?
Köyden Eyfel Kulesi’ne ve bir Türk olarak rehberlik yapmaya... Yaşamın rehberini çözmüş olmalısınız. Yabancı bir ülkede, kendini ispat etmek hâlâ zor mu?
Eğer Türkiye’de özel bir yabancı okul mezunuysanız, bir yabancı diliniz var ise benim kadar kendini ispatlaması zor olmaz. Yeni yaşam, ortam, çevre tabii ki kolay değil. Üstelik açıktan lise bitirmiş birinin. Bir köylü kızının Sorbonne’da, doktora yapmasında şu problem var. Bir köylünün hayata bakışı, olayları algılayışıyla oradaki hocalarınki farklı. Bazıları köklü, elit ailelerden gelen insanlar. Köylü kız ile asil arasında, öncelikle sınıf farkı var. Onların düşünce yapısını anlaman gerekiyor. Bu benim için zordu. Ama sınıfsal farklılık yoksa eğitimli bir ailenin evinde doğmuş, büyümüşsen, kendini geliştirmiş ve bir yabancı dilin varsa, aynı işte çalışacaksan zaten evrensel bir dil var. Bu durumda çok problem yaşanmaz. Şu anda rehberlik yapmıyorum. Bunun için şirket kurmak gerekiyordu, o aşama bitti. Şu an Türkiye’de tatildeyiz, döndüğümüzde çalışmayı planlıyoruz. Bundan sonrası için de girişimci ve yazar olmak istiyorum ki bu yaşadıklarım kitap haline dönüşüyor. Birincisi hazır, ikincisini farklı düşünüyorum. Artık kütüphanelerin dışına çıkarak yaşamın farklı cephesinden bakmaya niyetliyim.
www.idrak34.comEditor : Şerif SENCER