
Tarihin ÖZETİ| en gizemli konularından birisini oluşturan Mu kıtası, uzun yıllar tarihçiler tarafından araştırılıyor. İnsanlık tarihinin karanlık köşelerinde kaybolmuş bir dünyaya dair ortaya atılan teorilerden dolayı bu kıta, uzun süredir bilimsel ve kültürel keşiflerin odağında yer alıyor.
Peki bu kıta, gerçekten de var olmuş muydu, yoksa hakkında söylenen tüm bunlar birer efsaneden mi ibaret?
Tarih, hâlâ birçok konuda gizemini koruyor.
Bu gizemlerin en çarpıcı örneklerinden birisi de İngiliz kâşif James Churchward’ın ortaya attığı Mu kıtası teorisidir. Teori diyoruz çünkü Churchward, Hindistan ve Tibet’te eski tablet ve yazıtlar aracılığıyla 15 bin yıl öncesine dayanan bilgileri gün yüzüne çıkardığını iddia etmişti.
Aslında Mu’nun varlığını da Churchward sayesinde öğrendik. Kendisine sunulan Naacal Tabletleri, eski uygarlıkların izlerini taşıyan, henüz çözülememiş semboller ve yazılar barındırıyordu. Churchward, yıllar süren yoğun çalışmalar neticesinde bu tabletleri çözümleyerek kitaplarında topladı. Bu kitaplarda da Mu kıtasının dev bir kara parçası olduğu yazıyordu.
Söylenene göre kıta, Büyük Okyanus’un ortasında, Asya ile Amerika arasında yer alıyordu.
Ünlü kâşifin iddiasına göre bu kıta, sadece bir kara parçası olmaktan ziyade bir medeniyete de ev sahipliği yapmıştı. Milyonlarca insanın yaşadığı düşünülen bu antik uygarlığın, tek tanrılı bir inanca sahip olduğu, özellikle “Ra” sembolüyle Güneş’i kutsadığı söyleniyor.
İddialara göre Mu halkı, 70.000 yıl öncesinde diğer bölgelere de koloniler kurmuş; Hindistan, Babil, Pers, Mısır ve Maya gibi medeniyetlerle bağlantılar kurarak kültürel etkileşimin tohumlarını atmış. Öyle ki bazı araştırmacılar, Çin yakınlarındaki Qin Ling Shan dağlarında yer alan piramit benzeri yapıları, Mu’nun büyük kolonilerinden biri olan Uygur İmparatorluğu’nun izleri olarak yorumluyor.
Peki bu kıta gerçekten var olmuş muydu?
Platon’un “Timaeus” ve “Critias” adlı eserlerinde betimlediği Atlantis kıtası, benzer şekilde devasa bir medeniyetin okyanuslara gömülmesi hikâyesini anlatıyor. Efsanelerde Atlantis’in de askeri güç, kültürel zenginlik ve olağanüstü mimari yapıların simgesi olduğu ifade ediliyor. Bazı yazarlar, Atlantis ile Mu kıtası arasında bir ilişki kurduğu için bu bilgiler epey değerli.
Tabii tek dayanağımız bu bilgiler olmamalı. Bu tür bilgiler, hâlâ kanıtlanmadığı için iddia olarak kalıyor. Günümüzde yapılan arkeolojik kazılarda Mu ya da Atlantis benzeri kayıp kıtaların varlığını doğrulayacak bulgulara erişilmedi.
Tabii bu durum, ilerleyen çalışmaların bir bulgu elde edemeyeceği anlamına gelmiyor.
Tıpkı insanlığın var oluşundan beri süregelen efsaneler ve mitler gibi Mu kıtası da somut bir kanıta dayandırılamadığı için bir efsaneden öteye gidemiyor. İnsanlık tarihi, uçsuz bucaksız bir geçmişe sahip olduğu için böyle bir kıtanın var olmadığını da kesin bir şekilde söyleyemiyoruz, olduğunu da.
Bu konuyla ilgili jeolojik çalışmalar devam etmekle birlikte Mu kıtası ile ilgili modern bilimin açıklığa kavuşturamadığı bazı noktalar gün yüzüne çıkarılmayı bekliyor. Kim bilir, belki de gerçekten böyle bir kıtanın, içerisinde bir dönem var olmuş medeniyetin varlığı kanıtlanabilir.
Kaynaklar: 1, 2, 3, 4Diğer kıtalarla illgili içeriklerimiz için:
Editor : Şerif SENCER