Gündem

İzmir’de farklı bir sanat!

KONUK YAZAR | Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın, Cumhuriyet Ege için yazdı...

İzmir’de farklı bir sanat!
16-12-2022 16:04
“Sanatsız ÖZETİ| kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.”, demiş Mustafa Kemal Atatürk.

Eklemiş: “Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz… Hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız”.

Türk Dil Kurumu “sanat”ı; “bir duygu, tasarı, güzelliğin anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı veya bu anlatım sonucunda ortaya çıkan üstün yaratıcılık” olarak tanımlıyor.

*

Güzel bir müzik, bir şiir, bir roman, bir resim, bir tiyatro oyunu, bir heykel, bir film, insan eliyle/üretimiyle yaratılmış her güzel yapıt bir sanat eseridir.

Duyguları okşayan, zevk veren, coşku saçandır “güzel” olan.

Bu güzellik bir anlam taşıyan bir sözcük, ses, figür olabilir. Bazen olmayabilir de. Anlamını kendi yaratır.

Yüzyıllar önce Orta Asya’da Türkistan’da ortaya çıkmış “ebru” sanatı “kaotik” ortamdan nasıl güzellik çıkabileceğinin örneğidir.

Güzellik algısı sanatçının üretiminde somutlanıyor.

Sanat eseri; onunla karşılaşanı, izleyiciyi; tarihi, toplumu, kendini sorgulattığı, düşündürdüğü gibi yüceliği hissettirir, “ideal olan” kavramının yükselmesini sağlar.

Arındırır. Antik çağda “katharsis” diyorlarmış buna.

*

Sanatçılar yaratıcılıkları yüksek, hayal güçleri derin kişilerdir.

Herkesin hissetmediklerini hissederler, görürler, duyarlar, düşünürler.

Ve sahip oldukları yetenekle bunu dışa vururlar.

Dünya’yı, nesneleri olduğu gibi yansıttıkları gibi yeniden biçim verirler, biçimlendirirler.

Duyguları, ifadeleri kendi anlayışlarına göre alımlı hale getirirler.

Günümüzde sanat eserleri figüratif olan, olmayan ya da figürleri zorlayan biçimlerle yaşıyor, gelişiyor, değişiyor.

Bilim ve tekniğin gelişimiyle insanın Doğa’yı, Dünya’yı, Evren’i algılama olanağı arttıkça; yeni toplumsal sorunlar ve değerlendirmeler ortaya çıktıkça sanatın kapsamı, sanatçının ilgi alanı sürekli değişiyor, genişliyor.

Sanatın ne olduğu ne olmadığı konusunda yıllardır süren tartışmaların, farklı görüşlerin varlığına rağmen sanatın; içinde yaşanılan tarihsel süreçten, doğal ortamdan, toplumsal koşullardan bağımsız olduğu düşünülemez.

Tabii ki sanatçının üretimi de bu yönde gelişir.

Yaratıcılığını dışa vururken bu koşullar çevreler onu.

Sanat etkinliklerini izlemek, onlara katılmak, bir parçası olmak, insanın kendini geliştirmesinin en temel ögelerinden birdir.

Toplumsal gelişme bireysel gelişmeyle birlikte yürüdüğünde anlamlı olur.

*

Geçmişini Doğu’dan almış, yüzünü Batı’ya çevirmiş İzmir kenti sanatıyla da fark edilmelidir.

İzmir insanının böyle bir altyapısı vardır.

Tabii ki Homerosların, Aristideslerin, Pergamonlu heykeltıraşların, Dil bilimci Kadri Efendinin, Ahmet Adnan Saygun’un, Yusuf Nalkesen’in, Necati Cumalı’nın tanımladığı bu topraklar daha yüksek sanatsal ürünler vermelidir.

Osmanlı döneminde, özellikle Avrupalı tüccarların yerleşik temsilcileri Levantenlerin etkisiyle İzmir’e giren “Batı” tipi müzik Kordonboyu’nda muhteşem mekanlarda kendine yer bulmuştu.

Paris Opera binasının küçük ölçekli bir örneği olarak, 1860’larda inşa edilmiş “İzmir Tiyatrosu-Theatre de Smyrne” böyle bir sanat eviydi.

İtalyan besteci Verdi’nin ölümsüz operası Rigoletto’nun 21 Ocak 1917’de bu tiyatroda sahnelenmesi Avrupa’da bile dillere destan olmuştu.

(1917 İzmir Tiyatrosu)

Dünya’ya gelmiş geçmiş en etkili, “olağanüstü” sese sahip tenoru/ince sesli sanatçısı sayılan Enrico Caruso’nun söylediği “La Donna Mobile” şarkısı İzmir Körfezinin yumuşak sularına neşeyle dokunmuş olmalıdır.

1912 yılında, tasarımı Mimar Tahsin Sermet Bey tarafından Neo Klasik Türk mimarisi tarzında yapılan “Milli Kütüphane” binası ve ona ek “Elhamra Sineması” 1926’da işlemeye başlamış, 1980 yılında da İzmir Devlet Opera ve Balesi’nin gösteri sahnesi olmuştu.

Cumhuriyetle birlikte “Batılı” anlamda sanat İzmir’de gelişmeyi sürdürdü. Türk Ocakları, Halk Evleri bu yönde birer kültür odağıydı başlangıçta.

Sonra Konservatuvarlar, Devlet Tiyatroları, Opera ve Bale Kurumu, yakın zamanda D.Ü. Güzel Sanatlar Akademisi seçkin sanatçılar yetiştirdi, evrensel ve ulusal kültürü yansıtan gösteriler sundu.

Yerel Yönetimlerin de desteklediği Türk Sanat ve Halk Müziği, Tiyatro, Folklor Grupları üretimlerini geniş kitlelere ulaştırmayı başardı.

Heykelcilikte ve resimde de önemli gelişme belirtileri görüldü.

Bütün bu etkinlikler İzmirlinin evrensel sanatla karşılaşmasını, tanışmasını, izlemesini sağladığı gibi kentin kültürel dünyasını ve duyarlılığını zenginleştirdi.

*

Sevindirici olan, son zamanlarda tarihsel, doğal, toplumsal bildiriler içeren seçkin sanat eserlerinin ve oluşumların artmasıdır.

Uzun yıllar Devlet Opera ve Balesinde primadonna olan Selmin Öney Günöz’ün emekli olduktan sonra İzmir’de yürüttüğü “Barış Çocuk Senfoni Orkestrası” projesi tüm ülkeye örnek olabilecek bir girişimdir.

Müzik aleti edinme olanağı olmayan ve güç koşullarda yaşayan yetenekli çocukları bir araya getirip yoktan bir orkestra yaratan Selmin Günöz hayırseverlerin de yardımıyla sivil toplumun neler yapabileceğinin çok önemli bir simgesidir.

“Köy Enstitüsü” deneyimine sahip; her öğrencisine, her eğitimcisine bir müzik aleti çalmayı öğretme geleneği olan Türkiye Cumhuriyeti’nin, ailesiyle birlikte müzik içinde yoğrulmuş Selmin Günöz gibi önderlerin yarattığı sanat ortamını genelleştirme adımları atması beklenmelidir.

Demek ki sanat toplumun her kesimini kucaklayabiliyormuş!

*

İzmir’de bir başka farklı ve çok önemli müziksel adım İzmir Büyükşehir Belediyesi Ahmet Adnan Saygun Kültür Merkezi bünyesinde gerçekleştirilen “Sunağın Gözyaşları” adlı oratoryodur.

Emel Akçay organizasyonunda, librettosu metni) Gülümden Alev Karaman tarafından yazılan, müziği ve orkestrasyonu Tolga Taviş tarafından yapılan eser Suat Çağlayan’ın bir şiirinden esinlenmişti.

Çarpıcı bir müzikle Dünya’ya çok önemli bir mesaj veriyor.

19.yüzyılın sonunda Bergama’dan Berlin’e kaçırılan Zeus Sunağının geri gelmesi, evine dönmesiyle ilgili eser “Anadolu’nun tarihsel geçmişine sahip çıkışın” dikkat çekici bir göstergesiydi.

Demek ki sanat güncel sorunları yerel ve evrensel boyutta irdeleyebiliyormuş.

Dünya prömiyeri Bergama Asklepionu’nda yapılan eserin önümüzdeki zamanda Berlin, Paris, Londra’da yinelenmesi bekleniyor.

*

Müziğin yanı sıra, günlük geçim sıkıntıları, ekonomik darlıklar çerçevesinde farklı tiyatro bakışları da karşılık buluyor İzmir toplumunda.

Tabii ki sanat yalnızca bir gösterim aracı değildir: Bir anlamı açıklar, ondan bir anlam çıkarmayı da sağlar.

Toplumsal hafızada kapanmayan derin yaralar da sanat aracılığıyla hatırlanabiliyor.

Kendilerine “Öteki Beriki Tiyatro Topluluğu” adını veren Yılmaz ve Yasemin Şimşek Tüzün ve arkadaşları “Benden Selam Söyle Anadolu’ya, Fikriye, Bebekler, Elenika” gibi tiyatro oyunlarıyla pek çok kimsenin anmadığı konuları sahneye ulaştırıyor.

“Muhacirlerin çaresizliğini, kadınların iç dünyasını, Atatürk gibi yüce bir insana olan sevginin sonsuzluğunu, 6-7 Eylül olaylarının utanç vericiliğini” düşündürüyor Yılmaz ve Yasemin Şimşek.

Tabii ki çağdaş İzmir bu konularda söyleyecek sözü olan bir kenttir.

Demek ki sanat toplumsal olayların da özüne de ayna olabiliyormuş.

*

Barış, varlığı bağlamında ekmek kadar su kadar gereklidir insana.

Savaşta ölür, barışta yaşar insan.

Zaten Selmin Günöz de “Barış” demiş o pırıl pırıl çocukların orkestrasına.

Komşu Midilli Adasının eski Valilerinden, ve Yunanistan’ın eski Milletvekilleriden Paulos Boyacis (Boyacı), Midilli kentinde yönü Anadolu’ya bakan (Yunanca Anatoli “doğu” yönünü ifade eden bir sözcüktür) evinde her sabah muhteşem gün doğumu, manzara fotoğrafları çeker. Sosyal medyada paylaşır.

Ege Denizi'nin derinliği, Anadolu dağlarının koyuluğu, bulutların ağırlığı, pırıltılı ışık bir renk cümbüşü içinde yansır fotoğraflara.

Bunlardan Ada sahilinden karşı dağlara kadar uzanan hacmin mavi ve pembe renklerinin çeşitli tonlarını taşıyan bir fotoğraf, İzmirli sanatçı, aynı zamanda İzmir Büyükşehir ve Urla Belediye Meclisi üyesi olan Seda Öztüre’nin de dikkatini çeker.

Bu eşsiz görüntü Seda Öztüre’nin usta fırçasından, tuvalinde bir fotoğraf olmaktan çıkar bir resme dönüşür.

Birbirini bile tanımayan iki sanatçı aynı güzelliği görüp o anı farklı materyellerde kalıcılaştırır.

Doğa’nın eşsiz görüntüleri barıştan başka ne çağrıştırabilir ki?

Tabii ki arada bir her iki yakadan da yapılan şavaş, çatışma çığırtkanlığına rağmen barış, dostluk her zaman mümkündür.

Demek ki sanat, Doğa’nın eşsizliği karşısında coşku duyan, güzelliği somutlaştırma kaygısında olan kişilerin elinde, “o anı” ölümsüzleştirebiliyor.

*

Aslında Doğa doğru gözle bakıldığında insana görkemli güzellikler sunuyor.

Ya da biz öyle sanıyoruz.

Belki de Doğa’nın milyonlarca yıldır tekrarlanarak tekrarlanarak oluşan düzeni, kendi hali bizde hoşluk, güzellik duygusu yaratıyor.

Belki de kusursuz dediğimiz, Doğa’nın dengeye ulaşmış parçaları güzelliğin kaynağıdır.

Fibonacci sayıları dediğimiz matematiksel bir dizgeyle oluşmuş; çam kozalaklarının, salyangoz ve midye kabuklarının, ay çiçeğinin, diken yapraklarının oluşumu Doğa’nın elinden çıkmış kusursuz, ideal/sanat sanat eserleri gibidir.

Belki de ideali arayan insan bilinci Doğa’yı kılavuz alıyor.

İnsan onu kirletmediği, bozmadığı müddetçe!

Belki de en eskilerde kendi istemlerini ve eylemlerini, Doğa’yla birleştirerek soyutlayıp sanata doğru yola çıkmıştı insanlık.

Bu nedenle sanatı ararken Doğa’ya bakmak, Doğa’ya öykünmek bir yoldur.

Tabii ki Doğa’nın bir parçası olan insana, insanların oluşturduğu topluma da!

*

Eğitimci ve sendikacı Fikret Doğan’ın, İzmir-Mordoğan sahilinde dalgaların kıyıya vurduğu “ardıç ağacı” köklerinden oluşturduğu, dikkate sunduğu biçimler birer sanat eserine, neredeyse Doğa’nın kendi ürettiği heykellere dönüşür.

Sanatçının Doğa’ya baktığında ardıç ağacı köklerinde gördüğü, açığa çıkardığı biçimlerin, insan bilincinde yıllarca oluşmuş somut biçim kavramıyla koşutluğu/benzerliği şaşkınlık yaratır.

Sınırları zorlayan biçimsiz görünen biçimler bile bazen güzellik değeri taşıyabilir.

Sanatın amaçlarından biri de hoş görülen biçimler içinde sunulan aykırılıklar/farlılıklar bağlamında insanın olguları sorgulamasını sağlamak değil midir?

Fikret Doğan da eserlerinin tanıtımında; Anadolu’nun kadim bitkisi “ardıç ağacının kültürümüzdeki yerini hatırlatmak” istediğini, bununla birlikte “Doğa’ya saygı gösterilmesini, kaynakların verimli kullanılmasını” diliyor.

Demek ki sanat çevremize daha dikkatli bakmamızın gerekliliğine işaret ettiği gibi Doğa’yı daha derinden kavramamızı da sağlayabiliyormuş!

*

Günlük ekonomik sıkıntılar, “hayat mücadelesi”, toplumsal ve bireysel aşılır ya da aşılamaz sorunlar ortamında “sanat eserlerinin” içinde olmak birey için bir “vaha”dır.

Kendini yenileme, arındırma olanağı verir insana.

Toplum için ise geçmiş/yaşanmışları kavrama, günü/yaşananı anlama, yarını/geleceği kurma/oluşturma için bir yön göstericidir sanat.

İzmir fark yaratan sanatçılarıyla, topluma değer katan sanat eserleriyle geleceğe daha güvenli yönelebilir.

Sefa Taşkın

16.12.2022

Karşıyaka/İzmir


Editor : Şerif SENCER
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
TÜRKİYE GÜNDEMİ
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
ÇOK OKUNAN HABERLER