Orhan ÖZETİ| Kemal (1914-1970), Çukurova edebiyatının en kuvvetli iki ayağından biridir ve işçi sınıfı her zaman kitaplarında baş köşede oturtulan misafirdir. İşçi sınıfından sıkça söz etmesinin nedeni apaçıktır. Toplumun bu kesiminde siyasi bilincin geliştirilmesiyle, sömürü düzeninin biteceğine ve refah seviyesinin en tepesine erişileceğine olan inancı sonsuzdur.Sokakları arşınlarken de boş gözlerle bakmaz Orhan Kemal. Sokaktaki insan, kıymetli bir hazinedir onun için. Kalemini oynattığında o insan bir baş kahramana dönüşecektir zira. Sihirli kalemiyle toplumun bütün yoksullarına eşit şekilde mürekkep akıttığında da o unutulmaz eserler çıkar ortaya.Anlatılan her şey ve herkes öyle canlı, öyle sahici ki, tarlada çalışan ırgatlarımız tüm yoksulluk ve sefaletiyle bizlerle konuşmaya başlar. Çoğuna aşinayızdır o anda.Yalancı Dünya’da loş sokaklarda bir genç kızın son bulan zengin olma hayali olur. Hanımın Çiftliği’nde tarladaki terdir. Sokakların Çocuğu’nda çekiç seslerinde yiten gençliktir. Baba Evi’nde ise dile gelen kendi gençliğidir ve bu Orhan Kemal’in yaşam gerçeği olur.Onun amacı herhangi bir insandan herhangi bir hikâye çıkarmaktır. Bunu hakkıyla ve tam yapar. Çoğu hikâyenin sonunda iflah olmaz bir iyimserlik çıkagelir. Her şey kötüye gidiyor gibi görünse de olmadık sorunlar kapının eşiğinde bekliyor olsa da o hikâye mutlaka iyiye doğru evrilecektir. Evet, durum bugün kötüye gitmiş olabilir ama mutlaka bir çıkış yolu bulunacaktır.İşte bu ve daha birçok nedenle saygı duyduğum Adanalı Orhan Kemal’i, şimdi de “Hemşerim Orhan Kemal” olarak anmak ve onu bir de bu bakış açısıyla sizlere yazmak istiyorum.İlkokulu bitirmiştim. Orta okula gitmek için babasının “Evet” demesini bekleyen küçücük bir kız çocuğuyken tanıştım Orhan Kemal kitaplarıyla. Çok çocuklu her ailede olduğu gibi babam, okumanın bizim gibi ailelerin işi olmadığını düşünüyordu. Kötü niyetle alınmış bir karar değildi bu. Şartların bizi getirdiği bir durumdu sadece.İşte o sürede, okumak için onay beklediğim o zaman diliminde Orhan Kemal kitapları çaldı kapıyı. Onca yoksulluğun içinde eve kitap alınmıyordu elbette ama o kitaplar bir yolunu bulup bizim evimize girmeyi başarmıştı.Ağabeyim Çırçır Prese fabrikasında işçiydi. Pamuk çekirdeğinden yağ ve küspe çıkarılan bölümde vardiyalı çalışıyordu. Ben sürekli okula gitmekten bahsediyor, anneme, babamı ikna etmesi için yalvarıyordum. Bir gün annem dahiyane bir fikirle babamın önüne dikildi. İşçilere öğle yemeği yapacaktı.“Mis gibi ev yemeği, hem biraz elimiz rahatlar, kızı okula gönderebiliriz,” dedi.Lokantamız bir gecede oluşuverdi. Birkaç tahta iskemle ve bodur tahta masadan oluşan, sadece öğle yemeği verilen bir alandı burası. Bahçeye kurduğumuz seyyar ASMA ALTI Lokantası’nda işçiler artık hem yemek yiyor hem de yanlarında getirdikleri kitaplardan birkaç sayfa okuyabiliyorlardı. Okunup bitirilen kitaplar biz mahalle çocuklarına bırakılıyordu.Özel zabıtaların yola çıktığını illaki biri babama haber verdiğinde, biz el çabukluğuyla hokus pokus yapıp bu seyyar lokantayı kerevitlerle dolu bir avluya dönüştürürdük. Babam sürekli birilerinin aşımıza çomak sokmak isteyeceğinden dem vurur, “Yok edin şu kitapları, zaten yeterince başımız dertte,” derdi. Bir hokus pokus da kitaplara çekerdik.İşte o sırada Orhan Kemal’in BEREKETLİ TOPRAKLAR ÜZERİNDE romanını tahta iskemlenin üzerinde gördüm. Maksim Gorki’nin ANA romanını da öbür iskemle üzerindeydi. Her ikisini kaç kez okuyup bitirdiğimi hatırlamıyorum Bir gün işçilerden biri kalın bir kitap daha bıraktı ve “Bunu mutlaka okuyun,” dedi. John Steinbeck’in GAZAP ÜZÜMLERİ kitabıydı bu. Oldukça kalın bir kitaptı ve çok küçük puntoyla yazılmıştı.Ben yine onu somyanın altındaki elbise sandığının içine sakladım. İşim biter bitmez sandığın yanına gittim. Tam o sırada annem suçüstü yakaladı beni. Kızacak diye kitabı tekrar saklamaya çalışırken “Boşuna saklama,” dedi, “Zaten ben sevmedim, yazıları çok küçük, bir de bizim yazar daha anlayışlı, daha güzel yazıyor,” dedi. Bizim yazar dediği Orhan Kemal’di. Meğer annem de hepimizden gizli gizli eve gelen kitapları okuyormuş.Ve ben o işçiler sayesinde okula gitme şansını yakaladım ve o işçilerin bıraktığı ilk kitap sayesinde okumayı sevdim. Bereketli Topraklar Üzerinde serpildim, büyüdüm, okula gittim. Zaman geçip sular durulduğunda artık bir tıbbiyeliydim. Bir gün ORHAN KEMAL‘İN CEMİLE’siyle eve çıkageldim.Annemin sevinci gözlerinden okunuyordu. İlk sayfadaki paragrafı okudum ona. “1934 yılı Eylül sonlarının berrak bir gecesiydi. Kuvvetli ayın altında bembeyaz pamuk tarlaları göz alabildiğine uzanıyor, köyleri şehre bağlayan tozlu yollarda kütlü denilen, tohumlu pamuk hararları yüklü Doçlar, Şevroleler, Fordlar, yağsız tekerleklerinin gıcırtısı aydınlık geceyi dolduran öküz, camız arabaları, İnegöl çift atlıları, yüklü deve dizileri şehre akıyordu.”Annem, “Bizim mahalleyi anlatmış,” dedi. Çünkü bizim evimiz de mahalleyi şehre bağlayan o tozlu yol ile bembeyaz pamuk tarlalarının başladığı köşedeydi. Cemile bizim sokağın kızıydı sanki.İşte Adana’nın tozlu sokaklarında, Orhan Kemal’in roman kahramanlarının bıraktığı mekanlarda büyüyen bir Çukurovalı, yani “Adanalı Orhan Kemal’in hemşerisi” olarak da çok özel bir gurur taşırım bu yüzden. Bu efsane yazarıma, inandığı doğruların adamına doğum gününde sevgiyle…
Editor : Şerif SENCER
Editor : Şerif SENCER