Ejderha ÖZETİ| kavramı, tarih boyunca kültürleri ve gelenekleri süslemiş ve hatta bazı toplumlarda ilahi konuma bile getirilmiştir.
Çinliler, Babilliler, Perulular, İsveçliler ve Kuzey Afrikalılar gibi dünyanın her yerinden çeşitli kültürlerin hepsinde ejderha efsaneleri vardır. Hatta Türk Mitolojisinde de başlıca Sangal, Bükrek, Celbegen, Badraç ve Büke gibi ejderhaların varlığını da biliyoruz. Peki bu ejderha efsanesinin kaynağı nedir? Dünyanın farklı coğrafyalarında böyle ortak bir hikâye nasıl ortaya çıktı?
“Dragon” yani ejderha kelimesi “yılan ve “su yılanı” anlamına gelen Yunanca “drakōn” kelimesinden gelir.
Ejderhaların, Batı geleneğine özgü yaratıklar olmadığını baştan söylemek gerek. Bu yaratıklar, Çin mitolojisinde oldukça önemli bir yer tutar. Hatta ulaşabildiğimiz kaynaklara göre ilk ejderha tasvirleri, Shang Hanedanlığı'ndan (MÖ 1520 - 1030) beri var olmuştur.
Çin toplumunda bu canlılara "loong" denilmiştir. Çin mitolojisindeki ejderha tasvirleri, alışık olduğumuzun aksine kanatsız, dört ayaklı ve iyi bir zekâya sahip yaratıklar olarak tasvir edilir.
Yazılı kaynak olarak ilk ejderha tanımları milattan öncesine kadar uzanmakta.
MÖ 4. yüzyılda yaşamış olan Çinli tarihçi Chang Qu, Çin’in güneybatısında şu anki adı Sichuan Eyaleti olan bölgede bir dinozor fosili keşfetti fakat bu fosile “ejderha fosili” etiketi koyarak belki de günümüze kadar gelen ejderha tanımlarını büyük ölçüde etkilemiş oldu.
Fakat ejderha bilinci, daha da eskilere dayanıyor.
İlk dinozor fosilinin bu tarihten çok önce, bazı ilk insanlar tarafından fark edilmiş olduğunu mağara çizimlerinden biliyoruz. Tıpkı günümüzdeki paleontologlar gibi, o dönemin insanları da rastladıkları bu fosillere anlamlar yüklemiş. Ve bu süreçte buldukları fosil parçalarını zihinlerinde birleştirerek ejderha tasvirini oluşturmuş ve kulaktan kulağa bu bilgi nesiller boyu aktarılmıştır.
İnsanların buldukları fosiller, bu fikrin oluşmasına neden olmuş olabilir.
Tarihçi Adrienne Mayor, The First Fossil Hunters: Dinosaurs, Mammoths, and Myth in Greek and Roman Times (2000) adlı kitabında bazı ejderha hikâyelerinin, dinozorlara ve diğer tarih öncesi canlılara ait eski fosil keşiflerinden ilham alınarak ortaya çıktığını savunuyor fakat tüm ejderha hikâyelerinin oluşmasını fosillere bağlamıyor zira İskandinavya'nın birçok ejderha ve deniz canavarı hikâyesi olduğunu ancak uzun süredir bölgede fosile rastlanmadığını belirtiyor.
Fakat konunun bir de bilimsel bir dayanağı olabilir.
Antropolog David E. Jones, "An Instinct for Dragons (2000) adlı kitabında insanların yılanlara, büyük kedilere ve yırtıcı kuşlara karşı içgüdüsel olarak korku duyduğuna dair bir hipotez öne sürüyor. 100 kişiden yaklaşık 39'unun yılanlardan korktuğunu belirten bir araştırmaya atıfta bulunan Jones, bu korkunun yılanların nadir olduğu bölgelerdeki insanlarda da olduğunu belirtiyor.
Ejderhaların tarih boyunca farklı coğrafyalarda benzer şekilde ortaya çıkmasını, ilk insanlardan beri gelen bu yırtıcı hayvan korkusunun sebep olduğunu savunuyor. Ona göre bu korku, insanları ejderhanın varlığına inanmaya itmiştir.
Ejderha deyince aklımızda hemen dizi ve filmlerde gördüğümüz ateş püskürten devasa yaratıklar beliriyor.
Ejderhalar; timsah, yılan ve kanatlı canlıların bir karışımı gibidir. Fakat bunlardan da öte en fazla benzediği canlı dinozordur. Devasa boyutları, uzun kuyrukları ve sert derileriyle; dinozorlarla ortak fiziksel özelliğe sahiptirler. Ve de tıpkı kanatlı dinozorlar gibi uçabiliyorlar. Fakat ateş püskürtme özelliğini başka hiçbir canlıda göremiyoruz.
Ateş püskürten bir canlı olmasa da bombardıman böceği, bu konsepte oldukça yakın.
Bu böcek bir tehlike sezdiğinde karnındaki iki farklı bölmede biriktirdiği hidrokinon ve hidrojen peroksiti, karnındaki üçüncü bir bölmede bulunan su ve katalitik enzimleriyle birleştirerek minik bir patlama oluşturur. Yüksek sıcaklık ve basınç sebebiyle vücutlarından uzak mesafelere bir sıvı fışkırtır.
Bu benzerlikler ışığında ejderhaların, birçok canlının fiziksel özelliği baz alınıp insanoğlunun hayal gücüyle harmanlanarak kurgulanmış bir canlı türü olduğunu anlayabiliyoruz.
Antik Yunan, Antik Roma ve Çin imparatorlukları'ndan beri dinozor fosillerini bulan uygarlıklar, bunlara ejderha anlamı yüklese de 19. yüzyıla gelindiğinde bilim insanları bulunan bu fosillere dinozor adını vermeye başladı. Fakat binlerce yıldır kulaktan kulağa aktarılan bu bilgiler, bazı toplumların kültürlerini inşa etmiş ve tarihleri için önemli bir konu hâline gelmiştir. Günümüz dizi, film ve edebiyatında da sıklıkla karşılaştığımız ejderhaları çok uzun yıllar boyu görmeye devam edeceğiz gibi.
• Kaynaklar: Smithsonianmag, Biologos, Thoughtco
Editor : Şerif SENCER