Başlığın ÖZETİ| aslı “Cumhuriyet mi? Neuzübillah”dır. Türk Sesi gazetesinde Nalbantoğlu Mahmud Hıfzı Bey Cumhuriyetin ilanından on gün önce kaleme almıştır. Yanlış anlaşılmasın, Cumhuriyetçidir. Ulusal egemenliğin doğal sonucu olan Cumhuriyetin yakında ilan edileceği inancıyla Cumhuriyeti savunmuştur. Hedefi Taninciler’dir. Tanin’in başını çektiği, Tevhid-i Efkâr ve Vakit’in de peşi sıra geldiği gazetelerde Hüseyin Cahit Yalçın, Velid Ebüzziya ve Ahmet Emin Yalman’ın yazıları öne çıkmaktadır. Örneğin Velid Ebüzziya 12 Eylül’de şöyle der: “İttihatçıların en büyük hatası kötü niyetli muhalefetle, samimi eleştiri ve muhalefeti ayırt edememeleridir. Bu hata hem kendilerini yıktı, hem memleketi çökertti. Yolunun doğruluğunda emin olan hükümetler muhalefetten çekinmezler. Bugünkü hataların meydana konması hükümet için zayıflık değildir.” (Türk Sesi Gazete, “Muhalefet Meselesi”, 12 Eylül 1923)
Açık açık Cumhuriyet karşıtlığını ortaya koymazlar. İslam üzerinden açıklamayı yeğlerler. Temel savları rejimin ilanının aceleye getirildiği, millete danışılmadan uygulandığı yolundadır. Aslında mesele geçmişten tamamen kopuş, laik bir gelecek yoluna giriştir. Velid Ebüzziya şöyle yazmıştır: “İslamiyet meşveret (danışma) üzerine kurulmuştur. İslam inancı tam olanlar, millet işlerinin meşveret-i amme ile yürütülmesini isterler ve bu gibiler dini akideleri itibarıyla da hâkimiyeti milliye taraftarıdırlar.” Velid Bey, Cumhuriyetçilerin “Biz laikiz” çıkışına yanıt verirken de Ziya Gökalp’ten alıntı yapar. Laikliği “lâdini” sözcüğü ile açıkladığını söyledikten sonra “Arapça lâdini tabiri Türkçeye çevrilince açıkça dinsiz demektir” der. (MG, Mazi ve Ati, 15 Eylül 1923,s.2)
Böylece Cumhuriyet dinsizlik olarak dillendirilmeye de başlanır. Cumhuriyetin ilanının ülke sorunlarını çözmeyeceği, İslamla bağdaşmadığı iddia edilirken halife ve şehzadeler göklere çıkarılır. Övgü yağmuruna tutulan bir isim daha vardır: Rauf Orbay.
Lozan Barış Görüşmeleri’nin ikinci döneminde başbakan olan Orbay’ın güdümüyle Lozan’daki heyet üyelerini birbirine düşüren ve ülkeye geri çağrılan Hüseyin Cahit Yalçın, 30 Ekim’de Cumhuriyeti anmak yerine Orbay’ı över, lekesiz bir maziye sahip olduğunu söyler. Mondros’un yarası ne büyükmüş meğer. (HCY; Fırkada, Tanin 30 Ekim 1923) Ardından “Ben Cumhuriyetçiyim, fakat bu sözcüğe put gibi tapmam, Cumhuriyet, duayla alkışla şenlikle olmaz” der (“Yaşasın Cumhuriyet”, Tanin, 31.10.1923. ) sonra İsmet Paşa’yı ve yeni kabineyi hedef alır: “Kendisini zayıf ve kabiliyetsiz bularak mevkiini daha muktedirlere bırakmak üzere çekilen Fethi Bey hükümetinden farklı değildir” der (Yeni Kabine?, 1.11.1923). Sıra Mustafa Kemal’e gelir: “Bizim korktuğumuz şey farklıdır efendiler… Biz diktatörlükten korkuyoruz” (Korktuğumuz Nedir?, Tanin 9.11.1923).
ACELEYE GETİRİLDİ!
Velid Ebüzziya, Cumhuriyetin ilanının aceleye getirildiğini iddia ederken saltanatın kaldırılmasını da araya sıkıştırır, “O karar da aceleyle alınmıştı” diyerek asıl yarasını meydana çıkarır. Cumhuriyeti balon uçurma ile eş tutar, on iki saatte ilan edildi diye küçümser. “Efendiler, devletin adını taktınız, işleri de düzeltebilecek misiniz” sorusu ise hem Mustafa Kemal’e hem İsmet Paşa hükümetine güvensizliğin ifadesidir (Tevhid-i Efkâr, 30, 31 Ekim 1923). A. Emin Yalman da “Emrivakidir” yorumunu yapar. Sanki aylardır o ve arkadaşları gazetelerinde Cumhuriyeti tartışmamışlar gibi devletin şeklini değiştirmek gibi önemli bir kararın iki saat içinde alındığını iddia eder. Sonra asıl niyetini açıklar. Mustafa Kemal Paşa’nın iki ay önce Saturday Evening Post’a verdiği demeçte Washington’un Amerikan halkı için yaptıklarından övgüyle söz etmesine atıf yapar ve “Washington nasıl hareket etmişti” diye sorup şöyle yanıtlar: “İngilizleri mağlup ettikten ve Amerika’nın istiklalini temin ettikten sonra meclise gelmişti. ‘Siz bana istiklal mücadelemiz için yüksek yetkiler verdiniz. Mücadelemiz son bulmuştur. Yetkilerini size iade ediyorum. Çiftliğime çekiliyorum’ demişti.” (Vatan, 31.10.1923) Yalman her ne kadar “Biz milli rehberimizin böyle bir davranış sergilemesini istemiyoruz” dese de “İstemiyorsan niye bu örneği verdin” tepkileri ile karşılanmaktan da kurtulamaz. Muhalefet, TBMM’den halifeye hiç olmazsa görüntüde hürmet göstermesi ister. Hilafet giderse, beş on milyonluk Türkiye’nin İslam âlemi içinde önemi kalmayacağı, Avrupa siyaseti karşısında değersiz bir hükümet konumuna düşeceği iddia edilir. (H.C Yalçın, “Şimdide Hilafet Meselesi”, Tanin, 11.11.1923) Ama kendilerini de en az onlar kadar Cumhuriyetçi, daha doğrusu millet egemenliğinden yana gösterirler. Mustafa Kemal Paşa’ya toz kondurmazlar. “Ulu gâzi”, “kurtarıcı” gibi sıfatlarla yere göre koyamazlar. Atatürk Nutuk’ta şöyle seslenir:
“Baylar, bu yazıların anlamı ve düşüncelerin amacı bugün kolaylıkla anlaşılmaktadır. Yarın daha açık olarak anlaşılacaktır. Gelecek kuşakların, Türkiye’de Cumhuriyetin ilanı günü ona hiç acımadan saldıranların başında ‘Cumhuriyetçiyim’ diyenlerin yer aldığını gördükleri zaman şaşacaklarını hiç sanmayın! Tersine, Türkiye’nin aydın ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların gerçek inanışlarını irdeleyip saptamakta hiç de duraksamayacaklardır.”
Bu karşı duruşta gazetecilerin güç verdiği ve güç aldığı isimler de vardır. Bir sonraki yazımızın konusu da onlar olacaktır.
Editor : Şerif SENCER