Haber7 – ÖZETİ| ÖZEL
AK Parti 3. Bölge Milletvekili Oğuz Üçüncü, Haber7 Muhabiri Müge Çakmak'ın sorularını cevapladı.
Almanya doğumlu olan ve bugüne kadar Avrupa Milli Görüş (İGMG) teşkilatlarında sırasıyla Şube Gençlik Başkanlığı, Gençlik Bölge Yürütme Kurulu Üyeliği, Genel Merkez Gençlik Merkez Yürütme Kurulu Üyeliği ve İslam Toplumu Milli Görüş Teşkilatları Genel Sekreterliği görevlerini yürüten Üçüncü, önemli açıklamalarda bulundu.
SORU: 14 Mayıs'taki seçimler yurt dışındaki seçmenler sandığa büyük bir ilgi gösterdi. Bu ilgi 28 Mayıs’ta da devam eder mi?
Tablo neydi önce onu hatırlayalım. Yüzde 53 takriben bir katılımlı 1 milyon 840 bine yakın insanımız oy kullanmış oldu. Bu özellikle 2014 senesinden bu yana rekordur. İnsanımızın sandıkların ayağına gitmesi meselesi olarak tercüme ediliyor. Ancak yer yer 250 km 300 km yol almanız gerekiyor sandık başına gitmek için. Zahmetlere katlanmanız gerekiyor. İnsanımız bu imkân ve fırsatı sevdi, değerlendirdi ve 1 milyon 840 bin insanımızın 1 milyondan fazlası Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a oyunu vermiş oldu. Bu da buradaki oyla kıyaslandığında yine rekor çünkü yüzde 58’e tekâmül ediyor aşağı yukarı. Bunun ülke ülke dökümünü yaptığımız zaman daha da farklı manzaralar ortaya çıkıyor. Ağırlıklı olarak oy vermiş olan Almanya, Avusturya, Fransa, Hollanda ve Belçika da Cumhurbaşkanımızın oy oranı yüzde 70’in üzerinde. Yer yer rekor kıran bazı konsolosluk bölgelerimiz var yüzde 78’de Cumhurbaşkanımıza destek vermiş olan bölgelerimiz var. Dolayısıyla bu sadece oy verme imkânından ziyada aynı zamanda yurt dışında Cumhurbaşkanımızın seçimiyle ilgili ciddi bir iradenin ortaya konmuş olduğunu da gördük. Bunun da Türkiye’de dikkat çektiğini gördük. Görüyoruz seçim gecesini tekrar hatırlayacak olursak bu özellikle vurgulandı yurt dışındaki oyların etkisi yurt dışındaki insanımızın siyasi iradesine sahip çıkma meselesi yer yer siyasi tartışmalara neden oldu.
SORU: Yurt dışındaki vatandaşlarımızın Türkiye’de ki siyasete, seçimlere yönelik yaklaşımları nasıl?
Türkiye’de ki siyasete yaklaşımımız güncel siyasetten öte bizim Avrupa’da ve yurt dışında yaşayan insanlarla ilgili meselelerden daha ziyade ilgi söz konusu oluyor. Yani bizim yaşadığımız ülkelerde yaşadığımız sıkıntılar buraya geldiğimizde yer yer bizim özellikle yurt dışında yaşamamız sebebiyle ya da oturmamızın yurt dışında olmasından kaynaklanan özel sıkıntılarımızın giderilmesi, siyasi meselelerimizin giderilmesi süreci etkiliyor. İnsanımızın özellikle %53 derecesinde sandığa gitmesi sadece işte partilerin vermiş olduğu vaatler yurt dışındaki insanlarımıza ortaya koyacak siyasetten ziyade; duruşu topluma sahip çıkışı partilerin özellikle geçmişi yaklaşık 20 yıl içerisinde, yurt dışındaki insanımızın öz güveni katkısı oldu mu olmadı mı türünden değerlendirmeler söz konusu. Bu değerlendirmeler zaman zaman burada doğru okunamıyor. Nasıl olurda bu denli yüksek bir destek çıkabilir diye tartışmalar Avrupa basınında da yer buldu. Türkiye basınında da yer buldu. İşte burada % 49.5 olarak işte seçilmiş olan Cumhurbaşkanımız nasıl oluyor da Almanya da %65, Avusturya’da % 72, Fransa’da % 68 ya da 66 oy alabiliyor diye tartışma başlatılıyor. Oysa biraz toplum okunsa toplumun neyi önemsediğini işte konsolosluk hizmetinden devletimizin yeryüzündeki prestijine kadar Cumhurbaşkanımızın insanımıza sahip çıkması onlara öz güven vermesi ve toplum içerisindeki bizim kendi kendimize yetkinliğimizin arttığı alanların bize gurur kaynağı olmasını hesaba katsalar görecekler ki insanımızın siyasi mütalaaları buradaki günlük mütalaalardan çok farklı bir şekilde teşekkür ediyor ve buna göre oy verme eğiliminde değiştiriyor. Biraz önce sordunuz bu insanlar bir daha seçime gider mi? İşte bu söylenenlerden hareketle bir daha sandık başına giderler. Çünkü bu önemli. Türkiye’nin kim tarafından yönetilmek istendiği, başında kimi görmek istediğimiz gerçek manada önemli ve biz gerek 1.turda ki yapmış olduğumuz seçimimizde gerek ikinci turdaki göstereceğimiz iradede Türkiye yüzyılını başlatan insan tarafına yönetilmek istediğimiz ortaya koyduk. Yine ortaya koymak istiyoruz. Dolayısıyla beklentim tekrar katılımın yüksek olması ve 1. Turda oy kullanmış olan insanların tekrar sandıklara gidip bir daha oy kullanması olacaktır.
SORU: AK Parti yurt dışındaki vatandaşların taleplerine nasıl yaklaşıyor?
Önce taleplerle ney bunlar önemli. Bizim kısa vadede istediğimiz bizi yakından ilgilendiren meseleler var. Örneğin yurt dışından getirttiğimiz telefonları kaç ay kullanabiliriz ya da yurt dışından geçici ithal izniyle getirmiş olduğumuz arabaları iki sene kullandıktan sonra kaç gün tekrar çıkarıp geri getirebiliriz. Bunlar pratik sorunlar neticede ama aynı derecede buradaki sağlık hizmetlerimizden faydalanma noktasında bazı beliren sıkıntılar var. Bunların giderilmesiyle ilgili çalışma bekleniyor. Partilerde bu anlamda çözüm üreteceklerini vaat ediyorlar. Yurt dışında emeklilikle ilgili tam gün çalışma söz konusu değildi emekli olmak için çalışmamanız gerekiyordu ya da yarım gün çalışmanız gerekiyordu. Tam gün çalışmayla emeklilik aynı Türkiye’de olduğu gibi yurt dışında da mümkün olacak. Bu pratik manada çözülmesini istemiş olduğumuz meseleler ama yine insanlarımız tarafından önemsenen bedelli askerlik gibi, dövizle askerlik gibi konumuz var. Bunun tekrar müzakere edilmesi bedelinin düşürülmesi noktasında bir beklenti var. Ama orda ve uzun vadede toplumu yakından ilgilendiren dilin geleceği, kültürel varlığın korunması, İslam’a fobi ile mücadele, ırkçılıkla mücadele noktasında daha ziyade uzun vadeli stratejiler gerektiren çalışmalarımızı yoğunlaştırıyoruz. Pratikten orta vadeli uzun vadeli meseleler geniş yelpaze içerişinde yurt dışında yaşayan insanlarımızın sıkıntılarına ama aynı zamanda güzelliklerine bir şekilde sesi olacağız duyuracağız Ankara gündemine taşımaya gayret edeceğiz.
SORU: Batı medyasında açıkça Sayın Erdoğan’ı hedef alan gazete manşetleri atılıyor ve atılmaya da devam ediyor. Dergi kapakları Erdoğan’ı hedef alıyor. Bu düşmanlığın altında yatan sebep nedir? Batı niye Erdoğan’ı istemiyor?
Biz Erdoğan’a buradaki insanımızdan daha fazla niye destek veriyorsak aslında cevap da orada yatıyor. Bize iyi gelen şeyler batıya anladığım kadarıyla şuan işte öz güven yeryüzünde yeni bir aktörün ortaya çıkmış olması, arabulucu manasında tarafların güvenini kazanması, Ukrayna-Rusya savaşında hiç kimse arayı bulamazken Türkiye tekrardan tarafları bir masaya oturtup tahıl anlaşmasını bir iki ayda daha uzatması gibi meseleler de yani öz güven arttıran bir ülkenin yeryüzündeki rolü değişen bir ülkenin alışkanlıkları değişmesi gereken ülkelere de bir manada rahatsızlık veriyor. Bu rahatsızlık bir beklentiyle işte bu seçimlerde inşallah değişir ya da bunlara göre değişir. Ben ilk defa batı medyasının batı siyasetinin bu denli büyük bir beklentiyle bir seçime girdiğini gördüm. Bütün batı medya kuruluşları canlı yayınlarını Ankara’dan yaptılar. Yoğun bir ilgileri vardı. İl başkanlıklarının önünde kamera ekiplerini gördünüz Ankara’da ki canlı yayın ekiplerini gördünüz ana haber bültenleri Ankara’dan sunuldu. Beklenti neydi rakip ittifak kazanacak Tayyip Erdoğan kaybedecek. Sanki bir demokrasi dersi verir gibi. Önce Tayyip Erdoğan kaybeder dediler kazandı ama galip olmadı. Mecliste çoğunluğu olamaz meclise en azından seçmen ders verir diye bir beklenti vardı. Meclis çoğunluğunu da aldı 322 milletvekilliğiyle cumhur ittifakı en büyük gurubunu oluşturabildi. Çok az bir fark ile seçim söz konusu olursa işte manipülasyon olacak diye bir safsata ortaya atıldı. O gece ifade edildi zaten. Manipülasyon iddiaları var diye bir şeyler söylenmeye başlandı. %49.51 ile seçim ikinci tura kaldı ve çok az bir fark ile 400 bin oy ile herhalde. Manipülasyon olmadı dolayısıyla ikinci tur söz konusu olduğu da ortaya çıktı. Ne beklenti ifade edildiyse hangi yalan ortaya atıldıysa hepsi tek tek patladı. Kamuoyu araştırma şirketlerinin ortaya attıkları, batı medyasında ki beklentiler ne dendiyse hepsinin tersi oldu ve ikinci tura giderken de Cumhurbaşkanımızın ifade ettiği rahatlık ortada. İnsanımız 2 hafta daha sahada görmek istiyor iki hafta daha çalışmamızı istiyor. Gerçek manada öyle çalışıyoruz 2 haftada gerek yurt dışında gerek burada sahada olacağız. Batı medyasını bu taraflılığını da bir mana da bir yere not etmek lazım. Çünkü özür dileyende olmadı.
SORU: 14 Mayıs seçimlerinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a Belçika’da çıkan yüksek oy oranı ülkede eleştirilere neden oldu. Terör örgütü PKK yandaşı Belçikalı bakan Zuhal Demir, Türklerin Belçika’da oy kullanmaması gerektiğini savundu. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Tercihlerimizden hareketle bu hareketlerin yapılmasını insanı üzüyor. Tersine tablo olsaydı, yani Millet İttifakı’na teveccüh söz konusu olsaydı, muhtemelen böyle bir değerlendirme olmayacaktı. Bir demokrasi şöleninden, insanlarımızın iradesinin sandığa yansıdığından dem vurulacaktı. Ne zaman ki insanımız kendi iradesini ortaya koyuyor ve beklentilerine aykırı bir şekilde tecelli oluyor, o zaman bu ve buna benzer tartışmalar oluyor. Sadece Belçika’da değil, Türkiye’de de oluyor. ‘Bu insanlar burada yaşamıyorlar, neden buradaki siyasete söz sahibi oluyorlar?’ Aynı şeyleri biz o gece, 14 Mayıs gecesi duyduk. Bu tartışmalar yeni değil. Beklentiyle alakalı bir mesele. Hatta yer yer şu ifadeler kullanıldı; ‘Akademisyenleri yüksek olan ülkelerde istediğimiz sonuç çıkıyor. Akademisyen olmayan ülkelerde insanlarımız muhafazakar oluyor ve farklı bir tercih ortaya koyuyor’ Dolayısıyla ‘Niye onlar bu şekilde AK Parti’yi seçiyorlar. Bu insanlar AK Parti’yi seçecekse biz onlara müsaade edecek miyiz?’ Bu ilginç bir demokrasi yaklaşımı. Çünkü demokrasi birebir beklentiyle ilişkilendiriliyor. ‘Ancak bizim istediğimizi seçerseniz bu imkan devam edecek.’ Yani bu tabi ki bu sıkıntılı bir şey. Ülkelerin mutlaka bu sürece izin vermesi gerekiyor. Sandıkların kurulması, devletler arası anlaşmalara bağlı şüphesiz. Ama işte ‘Sonuç hoşumuza gitmedi, dolayısıyla biz bu imkanı sağlamak istemiyoruz’ türünden bir ilişkilendirme demokrasinin gelişmesi ve demokratik hakların kullanılması babından çok tehlikeli bir süreç. Bizim için fark etmez yani. Biz uçak biletlerimizi alır, gümrüklerde oy kullanırız. Sıkıntı yine olmaz ama özellikle demokratik anlayış, demokratik kültürün gelişmesi anlamında bu tartışmaları sakıncalı buluyorum.
Soru: Tutuklu gazeteciler üzerinden Avrupa’nın Türkiye’yi hedef alan söylemleri sonrası Sabah gazetesinin Avrupa haberleri merkezinin bulunduğu Frankfurt ofisine baskın düzenlendi. Gazeteci İsmail Erel ve Haber Müdürü Cemil Albay’ın gözaltına alındığı bildirildi. Ardından serbest bırakıldılar. Bunun için neler söylemek istersiniz?
Benzer süreçler Avrupa’da yaşayan bir kardeşiniz olarak her şeyden önce her iki kardeşimize geçmiş olsun diliyorum. Sabahın 6’sında köpekli polislerle gelmişler. Küçük çocukları var kardeşlerimizin. Onlar etkilendi şüphesiz bu durumdan. Tabi bu Batı ‘Bunun basın özgürlüğü ile ilgisi yok’ demeye getirdi. Buradaki iddialar daha ziyade ‘casusluk’ ve benzer meseleler üzerinden ifade ediyorlar. Zaten gazetecilik suçlaması yapamazlardı yani. Bugüne kadar söyledikleriyle çelişecekti. Bilgisayar ile telefonlarına ve çalıştıkları dosyalarına el konulan kardeşlerimiz akşam serbest kaldılar. Çalıştıkları dosyalar ve bağlantıları merak ediliyor, anladığımız kadarıyla. Bir gazetecinin kaynakları ve görüştüğü insanlar merak konusu olduğu zaman burada iş casusluktan ziyade basın ve basındaki çalışan insanların en kutsalı ile alakalı bir meseleye dönüşüyor. Bunun ciddi manada eleştirilmesi ve yakından takip edilmesi gerekiyor. Zira bu basındaki ilkelerin yok sayılması manasına geliyor. Arkadaşlarımız serbest kalsa da teknik bütün malzemeleri, notları, dosyalarına el konuluyor. Bunları bir şekilde kaydedilecek. Kiminle çalışıldığı, görüşüldüğü bir şekilde ortaya çıkmış olacak. Herkes için değil en azından bu işe ilgi duyanlar daha yakın şeyleri öğrenmiş olacaklar. Asıl merak belki buydu, asıl skandal da bu. Dolayısıyla Dışişleri Bakanlığımızın büyükelçiyi çağırması çok yerinde ve doğru. Avrupa’da bunun yeterince yankı bulmaması da ayrıca düşündürücü.
SORU: Kılıçdaroğlu, daha önce mağdur ettiği kesimlerle helalleşeceğini söylemişti. Şimdi de milliyetçi seçmenin oyu için HDP’ye dokunacak sözler söyledi. Seçimden sonra HDP ile helalleşir mi?
Önce bizimle helalleşsin. Bunu görelim. Depremzedelerle helalleşsin. Ondan sonra kiminle devam etmek istiyorsa onunla helalleşsin. ‘Seçim sonuçları hoşumuza gitmedi’ diye depremzedelerin tercihini aynı yurtdışındaki insanlardaki gibi sorgulamaya açarsanız, belediyeler olarak yapmış olduğunuz yardımları sorgulamaya açarsanız, işte bu helalleşmenin boş bir cümle olduğunu herhangi bir karşılığı olmadığını aynı zamanda ortaya koymuş olursunuz.
Yani hellaleşme nereye kadar? ‘Oy verene kadar, istediğim olana kadar…’ Böyle bir yaklaşımın çok sakıncalı olduğunu ve toplumsal barışı çok derinden tehdit ettiğini de görmek lazım. Zira istediğiniz olmadı ne oldu? İşte depremzedeleri otelden çıkardınız, çadırları yıkıyorsunuz, af edersiniz 3 kuruşluk yardımı geri istiyorsunuz, helal etmiyorsunuz, haram ediyorsunuz… Bunu Kemal Kılıçdaroğlu kendisi yapmıyor ama oy aldığı kesim yapıyor. Oy aldığı kesim de açık açık söylüyor; ‘Siz nasıl olur da bu adamı seçersiniz, bu adamı seçmezsiniz?’ Dolayısıyla ‘helalleşme’ bu şekilde havada kalıyor. Şimdi ‘Milliyetçi oylara acaba oynayabilir miyiz?’ türünden destek almış olduğu kesimi hedefe koymasına bile inanmıyor insanlar. Hala ‘gizli ortak’ olarak bakılıyor. ‘Şu seçimleri alalım da gerisi önemli değil’ türünden bir yaklaşım söz konusu. Bunlar ‘zavallı teşebbüsler’ bence. Çok da samimi değil. Seçmenimiz de bunu takdir edecektir diye düşünüyorum.
SORU: Muhalefetin Batılı ülkeler sıcak iş birliği içinde ülkeyi yönetme vaadi için ne söylemek istersiniz? Çünkü Batı ile baya yakınlar bu süreçte...
Veremeyecekleri taviz olmadığını söylediler. Gerçek manada Batı ile ilişkileri taviz üstünde inşa edeceklerini açık açık ifade ettiler. Bu açıklamayı Kılıçdaroğlu’nun danışmanı yaptı. Öncelikle Kıbrıs’ın iç işlerine karışmayacaklarını, Suriye ve Irak’tan geri çekileceklerini, Rusya’yı karşıya alıp Ukrayna’dan yana taraf olacaklarını ve dış politika ile ilgili buna benzer birçok meseleyi ifade ettiler. Bunu Avrupa ile iyi geçinme adına, Avrupa Birliği’ne geçiş statüsü için bunların gerekli olduğunu ifade ettiler. Bu tavizler tavizleri doğuracak. AK Parti hükümetleri öncesi bunlar denendi. Hiçbirisi olmadı. Tam tersi şamaroğlanına dönüştürüldü ülke. Bunu tekrar yaşamak istemiyoruz. Özgüvenle, kendi menfaatini savunan, yeryüzündeki adaleti, huzuru, barışı savunan bir aktör olarak sahnede olmak istiyoruz. Avrupa Birliği ile ilişkilerimizin de bu düzeyde yürümesi gerektiğine inanıyoruz. Elbette müzakereler olacak ama müzakerelere ‘Kıbrıs’ta hiçbir iddiamız yok. Irak ile Suriye’den çekileceğiz. Hiçbir yerde bizim iddiamız yok.’ diyerek girerseniz, Kıbrıs’taki haklarınızdan vazgeçmiş olursunuz. Irak ve Suriye’de terör devletlerine destek vermiş olursunuz. Bunları insanınıza nasıl anlatacaksınız. Avrupa Birliği istiyor diye böyle bir şey söyleyebilir misiniz? Dolayısıyla ben bu tavizkar tutumun sıkıntılı olduğunu ve ülke menfaatine uygun olmadığına inanıyorum. Bu hususu da seçmenlerimizin dikkate alacağına inanıyorum.
Editor : Şerif SENCER