Gündem

Bir arayışın, içsel bir yolculuğun hikâyesi; Şima!

Hasan Özkılıç’ın Doğu’nun kadim hikâye geleneğinden ve destansı dilinden beslenen, şiirler ve ezgiler eşliğinde gelişen yeni romanı Şima (Everest Yayınları), Tebriz’den İsfahan’a, kalabalık çarşılardan ıssız dağ köylerine, bir aşktan başka bir aşka sabrın bıça

Bir arayışın, içsel bir yolculuğun hikâyesi; Şima!
29-12-2022 00:18

Fotoğraf: ÖZETİ| ATAGÜL DEMİR

Birdenbire ortadan kaybolan karısını ve aklındaki soruların yanıtlarını bulmak için Ağrı Dağı’nın gölgesinde yollara düşen Behram, ipuçlarının peşinde kaybolur. Şairlerin, şiirlerin ve ayrılık hikâyelerinin harmanlandığı masalsı bir coğrafyada kaderine karşı savaşırken kalbinde iki kadın, aklında tek bir soru vardır: İnsanlar çift doğarmış... Peki ya aşklar?

Haldun Taner Öykü Ödülü ve Orhan Kemal Roman Ödülü sahibi Hasan Özkılıç’ın Doğu’nun kadim hikâye geleneğinden ve destansı dilinden beslenen, şiirler ve ezgiler eşliğinde gelişen yeni romanı Şima (Everest Yayınları), Tebriz’den İsfahan’a, kalabalık çarşılardan ıssız dağ köylerine, bir aşktan başka bir aşka sabrın bıçak gibi bilendiği bir sevdanın romanı.

Şima, Haldun Taner Öykü Ödülü ve Orhan Kemal Roman Ödülü sahibi Hasan Özkılıç’ın ikinci romanı. Birdenbire ortadan kaybolan karısını ve aklındaki soruların yanıtlarını bulmak için Ağrı Dağı’nın gölgesinde yollara düşen Behram’ın masalsı bir coğrafyada attığı adımlara tanıklık ederken bizler de hem yazar ile hem Behram ile ipucundan ipucuna, bir aşktan başka bir aşka, bir metaforun kucağından başka bir metafora sürükleniyoruz.

Sabır ile aramaya devam eden Behram, sabır ile yazmaya devam eden yazarın gölgesi oluyor kimi pasajlarda. Hasan Özkılıç, Doğu’nun kadim hikâye geleneğinden ve destansı dilinden beslenen üslubuyla, şiirler ve ezgiler eşliğinde uzun bir yolculuğa çıkarıyor okurunu.

Biz de bu uzun yolculuğun ve yolun yol işaretlerini konuştuk yazarla, masal ile gerçeğin iç içe geçtiği anlatının arka bahçesine yönelttik bakışlarımızı.

‘ROMAN BİR TEBRİZ YOLCULUĞU SIRASINDA DOĞDU’

SABA KIRER - Yazar ile ben anlatıcının başarıyla buluşturulduğu Şima romanı aslında bir otobiyografik roman mı?

Yo hayır, değil… Tamamen kurgu.

ALTAY ÖMER ERDOĞAN - Ben de Şima’yı bir arayış anlatısı olarak okudum. Yazar kayıp olanı ararken aslında kendini arıyordur bu tür anlatılarda. Şima’nın anlatıcısı da ne yaşanacağı, neyle karşılaşılacağı belli olmayan bir yolculukta Tebriz’e yol alırken okurunu da peşinden sürüklüyor. Bu minvalde Hasan Özkılıç’ı Tebriz’e kadar götüren ilgi neydi? Şima, nasıl bir yazar ilgisinin sonucu olarak doğdu?

İran Azerbaycan’ı, Maku kenti, Tebriz, o bölge yabancı olmadığım bir coğrafya. Halamın oğlu, torunları Maku’da yaşıyorlar. Doğduğum topraklara da uzak değil. Onlarla birlikte, bir Tebriz dönüşü, yolda düşünmeye başladım, fikir o yolculukta doğdu.

Uzak yollar, yolculuklar hep ilgimi çeker. Ani kararlarla yollara, uzun yolculuklara çıktığım çok olmuştur. Benim de aileden gelen bir göçebe yanım var. Yani o ruh bende de var. Evet, o yolculukta düşünmeye başladım.

Sonraki süreç yazma süreci, romanı bitirdikten sonra bir kez daha Tebriz yolculuğu ve uzun bir süre, yaklaşık sekiz yıl, üzerinde çalıştım. Yorucu ama keyifli bir süreçti.

S.K. - Şima’nın ikiziymiş gibi anlatılan Melike’ye Behram’ın yaklaşması onu hakikaten Şima’ya benzetmesinden mi yoksa Şima’nın yokluğunda birine sığınmak mı?

Benzetmesinin etkisi var tabii. Şima’nın yokluğu onca yakıcı bir duyguyken birden karşısında ona çok benzeyen bir kadının çıkması ister istemez etkili oluyor. Sığınmak diyemeyiz. Bunu tartışıyor içinde ama onca benzerliğe rağmen ulaşmak istediği yine de Şima’dır.

A.Ö.E. - Tam da bu bağlamda Doğu’nun kadim kültürünün izlerini takip eden bir anlatıcı ile karşı karşıya okur. Yalnızca o coğrafyayı adımlamakla kalmıyor, o coğrafyanın kültürel işaretlerini de takip ediyor. Bu da romana ayrı bir edebî zenginlik katıyor.

Yalnızca fiziki coğrafyanın değil içsel bir yolculuğun da hikâyesi olan Şima, anlatıcının kendi kararsızlığını okura bir merak öğesi olarak sunmasıyla gerilimi sürekli canlı tutan bir etkiye sahip. Ve okurla sürekli konuşan bir anlatı ile karşı karşıyayız. Oysa anlatıcı sustuğunda da ne çok şey anlatıyor.

Bu sinematografik etki, psikolojik bir zemin oluşturuyor anlatı için. Ne dersiniz?

Evet, içsel bir yolculuğun romanı da diyebiliriz, Şima’ya. Çünkü karısı tarafından terk edilen Behram, bu terk edilişin tam kavrayamadığı için çelişkiler yumağı. Sürekli tartışır, konuşur, sorular çoğaltır. Kendisiyle hesaplaşması, Şima’nın onu terk ediş nedenini zamanla kavramaya başladığında kendini suçlaması, pişmanlıkları… Hep anlatır. Biz de bunu bir iç dökme şeklinde algılayabiliriz.

ŞİMA’YI BULMA YOLUNDA KENDİSİYLE HESAPLAŞAN BİR RUH; BEHRAM…

S.K. – Siga kadını olan Melike ikizim dediği Şima’nın kocasını evine alırken aslında onu kendisine bir eş olarak mı alıyor? Melike’nin siga yaşamına da uyan bir anlayış değil mi bu zaten?

Behram, aynı zamanda Melike’nin çok sevdiği arkadaşı Şima’nın eşi. İlk zamanlarda böyle bir isteğinden söz edemeyiz. Ama birlikte, aynı çatı altında yaşamları, günün çoğunu birlikte geçirmeleri, Şima’yı aramak için birlikte yollara düşmeleri, zaman içinde Melike’de değişime neden olur, duygusal olarak Behram’a bağlanır…

Siga (süreli dinî nikah) yaşamıyla kıyaslanmaz tabii bu ilişki. Behram’ın kişiliğinden de etkileniyor. Behram’ın ona yaklaşması, kadına bakışı, o güne kadar karşılaşmadığı bir modeldir Melike için.

A.Ö.E. - Anlatıcı da Melike de anlatmak, içini dökmek istiyor. Birbirlerine dikiz aynası tutuyorlar sanki. Terkedilmiş olmanın acısının ağırlığını Melike ile tartan anlatıcı, bir nevi mutluluğa sağır olanlar için bir dil öneriyor. Sanırım yola olduğu kadar yolculuğa da bir sığınma durumu var burada. Anlatıcı Melike’de Şima’yı bulduğu kadar kendini de bulmuyor mu?

Behram, sık sık Şima’yı bulmadan dönmeyeceğini söyler Melike’ye. Yani, yolda olmak, aramak, aradığının peşinde, bir Şima imgesi hep onunla ilerler. Bu anlamda bir sığınmadan söz edebiliriz.

Öbür yandan Melike, gelecekten umudunu kesmiş, trajik hayatı, yaşam şekli önüne büyük set olmuş, geleceği olmayan bir kadındır. Behram’la tanıştığı zaman diliminde, onu daha tanımadan hayattan vazgeçme noktasına gelmiş bir kadın. Behram, tutunacağı bir daldır onun için…

Behram ise, Şima’nın peşinde, onu bulup hayatını yeniden düzene sokmak amacı güden, geleceğe dair düşleri olan biridir. Doğru, ikisisin de anlatacakları var, birbirlerini bulduklarında, Melike’nin evinde dilleri açılır. Biz bundan sonra onların geçmişini daha yakından tanıma imkânı buluruz.

Ortak yanları çok. Her şeyden önce Melike, Şima’nın ikizi gibi. Şima’yla geçmişine dair bilmediği bazı sırları Melike’den öğrenince, hem kendiyle hem de geçmişiyle kıyasıya hesaplaşır Behram.

ŞAİRLER MEZARLIĞI!

S.K. - Şairler Mezarlığı, sabır taşı evi gibi mekânları romanın neredeyse bir baş karakteri gibi bir konuma oturtmanızın nedeni nedir, bu fikir nasıl ortaya çıktı? Sabır taşı evinde bulunan kitabın içinde yer alan öyküde 40. gün prensin eşi değişiveriyor. Anlatıda da Şima yerine Melike geçiyor. Böyle bir koşutluk düşündünüz mü?

Şairler Mezarlığı’nı ilk kez gördüğümde çok etkilendim. Hele bir de mezarlığın tarihini oradaki görevli kadından dinlediğimde benim içim mezarlık bir karakterdi artık. Mezarlığın tarihi çok eski. 1721 yılında büyük bir deprem oluyor Tebriz’de ve mezarlık ortadan kalkacak şekilde yok oluyor. O güne kadar mezarlığa 410 şair gömülmüş. Sonra yeniden yapılıyor ve bir daha, son dönem önemli şairlerinden Şehriyar’ın dışında bir daha izin verilmiyor…

Benim bir karakter gibi romanda yer verdiğim Şairler Mezarlığı, zaten kenette başlı başına bir karakter, diyebiliriz… Şima yerine Melike geçiyor, diyemeyiz ama hikâyenin akışı içinde Behram, Melike’yle daha çok zaman geçiriyor. Onca çelişkilerine rağmen Behram vazgeçmiyor, yoluna devam ediyor. Sabır taşıyla (İki kadın bir erkek) benzerlik gösterse de hikâyeleri farklı.

A.Ö.E. - Ben, başka bir bahse geçmek istiyorum bu noktada. Romanda mekânların ve nesnelerin anlatıyı kuran öğeler arasında önemli bir rol üstlendiklerine tanık oluyoruz. Örneğin Şairler Mezarlığı!

Oradan seçilecek bir kitap. Mezar gibi zamanda durağanlığı ve sona ermişliği temsil eden bir mekânda akış kurgulanırken herkesin ve her şeyin dışında akmakta olan zamana gönderilen hissiyat neydi romanı kaleme alırken?

Tam da burada sanattan, sanatın gücünden söz edebilir; kalıcılığından ve de etkisinden… Behram bir yerde, anıta verilen “……. Mezarlığı” sözcüğünün anlamsızlığından; yazarın, şairin mezarının olamayacağından söz eder. Şair, sanatçı, yazar yazdıklarıyla hep yaşar, der…

Ben de romanı yazarken bilinçaltında olan bir böyle bir duygu nedeniyle, bu mekâna yaşayan, canlı-kanlı bir yer olarak algıladım… Hem hikâyenin anlatıldığı zaman hem de mezarlığın, bugün hayatta olmayan şairlerin yaşadığı zaman bağı kopuk değil.

Okunan şiirler, “Oda” bölümlerinde yine zamana direnen yazarlardan, kitaplardan yapılan alıntılarda, zamanın iç içe geçebileceği; geçmişle bugünün zaman dışı bir algıyla yaşanan an’ın, zamanın ortadan kalkacağını görebiliyoruz.

S.K. - Melike’ ye evin harcamalarını karşılamak şartıyla evinde kalacağını belirten Behram aslında feodal zincirin nasıl işlediğini, halkaların nasıl birbirine bağlandığını açıklamaktadır, ne dersiniz?

Ayrıca, kitapta kimi sayfaların köşelerinde QR kodlar aracılığıyla görseller-videolar da izleyebiliyor okur. Romandaki arayışı, yolculuğu desteklemek adına nasıl bir işlev taşıyor QR kodlar?

Behram’ın ilk gördüğü andan itibaren Şima’ya çok benzemesi nedeniyle yaşadığı, “Şima yanımda” duygusu, bu duygunun verdiği rahatlama nedeniyle Şima’yı buluncaya kadar kolay kolay Melike’den ayrılmayacağını kendisi de birçok kez dile getiriyor.

Tabii ki Behram gibi bir karakterin siga kurumunu kabullenmesi mümkün değil, bunu da konuşmalarından, eleştirilerinde görüyoruz. Ama bu bakışına rağmen o feodal geleneğin bir biçimde içine düşebiliyor.

Tabii ki bin yılların kalıntıları o coğrafyada yaşanan benzer gelenekler etkili. Bir yerden insanı yakalamayı başarıyor ve gelenek böylece sürüp gidiyor.

QR kodlara gelince… Romanı yazıp bitirdikten sonra o coğrafyaya bir kez daha gittiğimde bol bol film ve fotoğraf çektim. Okur romanın mekânlarını, coğrafyayı, kültürel varlıkları bu filmler aracılığıyla izlesin ve kurgu yoluyla romana nasıl yansıdığını da görebilsin istedim. Bu amaçla bir Youtube kanalı açtım, videoları kurgulayıp orada yayınladım.

A.Ö.E. - Sabır taşı kadim Doğu edebiyatında zamana karşı direnme biçimi olarak yer ediniyor. Sanırım Şima’da da hem bu direnişin hem de gizli kalmış arzuların olduğu kadar içsel yıkılmışlığın da gönderildiği nesne, bir yapı taşı olarak işlev görüyor…

O coğrafyada “sabretmek” en çok kadından ve yoksul halktan istenir. Bizde de farklı değil, biliyorsunuz. Doğrudur, Şima da sabır taşında sabreden o kız gibi, kendince beklemiş sabretmiş olduğu kanısındadır. Ayrıca Şima, kendine özgü kimliği, bakışı, duruşu olan bir kadın. Kolay kolay affeden biri değil. Karalıdır, sağlam karaktere sahiptir. Bu nedenle ilişkilerine bakışı tabii ki sabır taşındaki kızdan, o geçmiş zaman bakışından farklıdır.

S.K. - Bundan sonraki yolculuklarda istikamet neresi? Arayış nasıl sürecek?

İnsanın arayışı bitmez. Bilirsiniz yazarın arayışı bitmez. Bir öykü dosyam var. Rahatça bir kitabı oluşturacak öyküler. Bu aralar o dosyaya üzerinde çalışılıyorum.


Editor : Şerif SENCER
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
TÜRKİYE GÜNDEMİ
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
ÇOK OKUNAN HABERLER