Gündem

Atalay Girgin Cumhuriyet için yazdı: Grev Yapan Öğretmeni 'İşten Atın!' Çağrısı!

Atalay Girgin, “Grev Yapan Öğretmeni ‘İşten Atın!’ Çağrısı” başlıklı yazısında 13 eğitim sendikasının aldığı karar ile 2 Kasım tarihinde iş bırakacak öğretmenlerden bir kesimin rahatsız olduğunu ve bu grevin fırsat bilinerek “iş bırakanlara mesleklerini bırak

Atalay Girgin Cumhuriyet için yazdı: Grev Yapan Öğretmeni 'İşten Atın!' Çağrısı!
26-10-2022 14:22

Yazılarında ÖZETİ| sık sık holdingleşen sendikalardan bahseden Atalay Girgin, “Grev Yapan Öğretmeni ‘İşten Atın!Çağrısı” başlıklı yazısında bu kez “Geçinemiyoruz” diyen ve 2 Kasım’da iş bırakacak öğretmenlerin hedef alındığını belirtti.

Girgin, “İşi bırakanlara mesleklerini bıraktırın, atanamayan binlerce genci derhal atayın” denildiğini aktardı.

Girgin’in yazısı şu şekilde:

"Ne bir çemişin kaleminden dökülen “İşten atın!” çağrısı sürprizdi ne de bu çağrının zamanlaması… Hele de içerisinde yaşanan ekonomik, sosyal ve siyasal koşullar dikkate alındığında… Hele de hayat pahalılığı, yüksek enflasyon ve işsizlik koşullarında, toplumun büyük bir çoğunluğu yoksulluk sınırının altında yaşarken ve önemli bir kısmı da açlık sınırının altına demir atmışken…

Hele de öğretmenler açlık sınırına yaklaştıkça “GEÇİNEMİYORUZ” derken, bu çığlığa kulaklarını tıkayan ‘HOLDİNG’leş(tiril)miş yandaş, yancı ve yanaşma ‘sendika’cı(k)lara mensup biri(leri)nin, “Geçinemiyoruz da ne demek?”; “Geçinmek de neymiş?” dercesine, dört elle hamasete sarılıp “Biz “Ekmek Kavgası”nın önüne “Türkiye Sevdası”nı koyduk” diyerek, bu sesi bastırmaya çalıştığı koşullarda…

Kendisine öğretmen ve eğitim ‘sendika’cısı denilen, ama maaşlarını dahi açıklayamayan bazı “kapitalsiz kapitalistler” bile böyle davranırken, diğerleri neler yapmazdı ki… Hele bir fırsatını bulsunlar… Tez zamanda maharetlerini gösterirlerdi. Kimi para-militer bir unsura dönüşürdü, kimi grev kırıcıya, kimi hedef gösteren, toplumu kamplaştıran ve düşmanlaştıran bir provokatöre…

Kimi öğretmenlerin ÖMK ve sınava karşı çıkışlarını fırsat bilip “boş öğretmen” diyerek sahne alırdı. Aslında kin kustuğu ve hem aşağılamak hem de düşmanlaştırmak istedikleri kendi meşrebine aykırı olanlardı, ama arada kaynadı, gitti. Kimi de “Öğretmenler geçinemiyor” sözüne, “geçinemiyorlarsa, istifa etsinler”, hatta “ülkeyi terk etsin”ler diyerek karşılık verirdi. Ve ne gariptir ki ikisi de Akit güruhunun kalemşorlarındandı. Adlarını bile anmaya değmez… Tıpkı grev yapan öğretmenleri “İşten Atın” diyen çemiş gibi…

BULUNAN FIRAT: ÖĞRETMENLER GREVİ

İşte öğretmenlerin, 13 eğitim sendikasının aldığı karar uyarınca, 2 Kasımda iş bırakacak olmaları da düzenin efendilerine hizmet için yarışan “kapitalsiz kapitalistler” için maharetlerini sergileyecekleri bulunmaz bir fırsattı.

Ve koltuğa oturtulup eline kalem tutuşturulan “kapitalsiz kapitalistler”den biri, tipik bir örnek olarak, bu fırsatı değerlendirdi. Hem de hiç zaman yitirmeden, dahası zerre utanmadan “Sendikalarının yaptığı açıklamalara göre kariyer yükselme sınavlarının kaldırılmasını talep eden öğretmenler sınavlar iptal olmazsa iş bırakacaklarını açıkladılar. İşte tam fırsat, işi bırakanlara mesleklerini bıraktırın, atanamayan binlerce genci derhal atayın.” diyerek fırladı sahneye.

Lakin öğretmenlerin “GEÇİNEMİYORUZ” deyişlerinden, onların yoksulluk sınırından açlık sınırına doğru hızla düşüşlerinden ise hiç mi hiç söz etmedi. “Eşit İşe Eşit Ücret” isteyişlerinden, “Unvan Değil, Tüm Öğretmenlere Maaş Artışı” deyişlerinden de… Haklar ve hak mücadelesi de umurunda değildi.

Derdi ve amacı belliydi. O kendini insanın insanı sömürüsüne dayanan kapitalist sömürü düzeninin hizmetine koşmuş, “ideolojik esir”e dönüşmüş ve “gönüllü kulluk”la taçlanmış her “kapitalsiz kapitalistgibi kendi alanında işini yapıyordu. Ve “Tam fırsat”ı diye sesleniyordu düzenin efendilerine: “Tam fırsat”ı… Sanki “Ne olur! Sakın kaçırmayın bu fırsatı! Bu fırsat bir daha ele avuca gelmez” dercesine...

Ve diyordu ki “işi bırakanlara mesleklerini bıraktırın!” Yani “grev yapan öğretmeni işten atın!” Elbette bununla yetinmiyor ve “atanamayan binlerce genci derhal atayın!” diyerek devam ediyordu. Kendi aklınca atan(a)mayanların atanmamasının nedeni mevcut öğretmenlermiş gibi, milyonlarca işsize ve işsizliğin asıl nedenlerine değinmeden ve asıl önemlisi de düzene ve onun efendilerine hiç toz kondurmadan, birini diğerine hedef haline getiriyordu. Bu sözleri hem birilerine hizmette sınır tanımayışa hem de dönemin toplumsal koşullarına uygundu! Peki; ya insan oluşa, insanlıktan nasibini almış oluşa uygun muydu? Elbette yanıt sizindir artık!

NE ÖĞRETMEN OLANA YAKIŞIR NE...

Toplumsal koşullar ne olursa olsun… Çözülene ve çürüyene teslim olmak, ne büyük harfle yazılan “ÖĞRETMEN”e yakışır ne de herhangi bir insana…

Lakin bilinçli ya da bilinçsizce yalana ve yanılsamalara dayalı bilgileri hakikat belleyenler ortalıkta pervasızca arz-ı endam eyledikçe ve en tepeden en aşağıya dek çözülen, çürüyen toplumsal gerçekliğin hükmü galebe çaldıkça kimin, neye ve nereye kadar teslim olup olmayacağı flulaşır.

Hele de bu durum, toplumsal çözülme ve kültürel-ahlaki çürümenin girdabında yaşanıyorsa, yasamadan yargı ve yürütmeye, dinden siyaset ve eğitime dek, bir toplumun tüm toplumsal kurumlarının yerle yeksan edildiği koşullara denk düşüyorsa...

Ve aynı zamanda buna, toplumun orta ve küçük mülk sahibi kesimlerinin sınıf atlama umutlarına ve özlemlerine dayalı yanılsamalarının her geçen gün tükenişi eşlik ediyorsa; ve bu kesimler hızla yoksulluk sınırından açlık sınırına doğru sürüklenirken gelecek kaygısının pençesine düşüyorsa, neyin ne olduğu da kimin nereye doğru savrulup savrulmayacağı da iyice flulaşır. Ve bir karabasana dönüşür. Çünkü gelecek kaygısı, tek tek bireyleri aşıp, toplumun her kesiminden insanın da sorunu haline geldikçe genelleşir ve toplumsallaşır.

"TOPLUMSAL KÜLTÜREL AYAKKABILARI VUR"DUKÇA...

Hangi nedenle olursa olsun, gelecek kaygısı insanı pençesine aldıkça ve bunalım koşullarında toplumsal olarak genelleştikçe, Sorokin’in deyişiyle daha çok insanın “toplumsal kültürel ayakkabıları vurmaya başlar”. Kimileri tıpkı Sedat Peker gibi, düzenin siyasal ve ideolojik bilinç sınırlarını aşmayan yol ve yöntemlere başvurur, düzen içi muhalefetin bir parçası olur. Kimileri düzenin efendilerinin ayaklarının dibine serilmeyi seçer.

Toplumun sınıf atlama özlemlerini hızla yitiren orta ve küçük mülk sahibi kesimleri ise panik halinde arayışa yönelip savrulmaya başlar. Sorunun da çözümünün de toplumsal olduğunu kavrayamayan tüm kesimler, bireysel ya da grupsal çözüm arayışı peşinde kültürel ve ahlaki çürüme bataklığında umarsızca kulaç atar. Tıpkı “GEÇİNEMİYORUZ” diyen memur ‘öğretmen’lerin, kendileri dışındaki geçinemeyen, açlık sınırının altında, işsizlik ve hayat pahalığı sarmalında yaşayanları da kuşatacak bir söyleme, bir yol ve yönteme yönel(e)meyişi gibi…

İşte bir toplumun, tam da bu koşullar içinde, her zamankinden daha çok ihtiyacı olan şeydir, büyük harfle yazılan “ÖĞRETMEN”. Çünkü büyük harfle yazılan “ÖĞRETMEN”, nerede bulunursa bulunsun, hangi koşullar altında olursa olsun, düşünüşü, söyleyişi ve eyleyişiyle liderdir/önderdir. Ne kültürel ve ahlaki çürümeye teslim olur, ne boyun eğer birilerine… Doğruya “doğru”, yanlışa “yanlış”, yalana “yalan” demeyi bildiği kadar, yalancıya “yalancı”, hırsıza “hırsız” demeyi de bilir.

Ne yazık ki günümüzde, her okulunda ortalama birer “ÖĞRETMENİ” bile kalmamıştır bu toplumun. Eğer bu toplumun, her okulunda yoksulluk-yolsuzluk, hayat pahlılığı ve işsizlikle örülen, gelir dağılımındaki eşitsizlik ve adaletsizlikle vücut bulan toplumsal gerçekliğini nedenleri ve sorumlularıyla birlikte anlatabilen birer “ÖĞRETMEN”i olsaydı, bambaşka sabahlara uyanırdı herkes.

Ama yok! Kalanların ise sayıları hızla azalmaktadır. Eğer hala umut var denebiliyorsa, bilin ki bu yine de büyük harfle yazılan az sayıdaki “ÖĞRETMEN”in de katkısıyla ve onların da yüzü suyu hürmetinedir.

Bundan dolayıdır ki “işi bırakanı işten atın”, “geçinemeyen ülkeyi terk etsin” diyenlere ve öğretmenlerin “GEÇİNEMİYORUZ” çığlığını, “biz “Ekmek Kavgası”nın önüne “Türkiye Sevdası”nı koyduk” diyerek hamasetle bastırmaya çalışan sözüm ona sendikacı geçinen çemişlere ve efendilerine hizmette sınır tanımayan her soydan ve boydan tüm “kapitalsiz kapitalistler”e inat, herkes “ÖĞRETMEN”e sahip çıkmalıdır. Çünkü onlar ne kadar cılız olsa da hâlâ umut ışığını canlı tutanlardır.

Ve eğer gerçekleşebilirse, 2 Kasım grevi de (tüm grev kırıcı ‘sendika’cı(k)lara ve onların ‘üye’ciklerine inat) bu ışığın parladığı anlardan biri olacak ve Türkiye tarihinin en büyük öğretmen eylemi olarak tarihe geçecektir.

***1 “Kapitalsiz Kapitalistler” sözü hem Harun Karadeniz’e aittir hem de onun kitabının adıdır. Eğer bulursanız mutlaka okuyun. Şu “Kapitalsiz Kapitalistler”in ne menem bir şey olduğunu anlamak için…



Editor : Şerif SENCER
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
ÇOK OKUNAN HABERLER