1956 ÖZETİ| yılında bilim dünyası yeni bir hipotezle karşılaşmıştı. Sapir-Whorf Hipotezi adı verilen bu teorinin önermesi, detaylandırıp anlaşılmasına kıyasla çok daha basitti: Sözcükler bizim dünyayı nasıl algıladığımız üzerinde etkilidir. Her dilin kendi içinde farklı bir mantığı ve algılama şekli bulunur. Biz de dünyayı anlamak için sözcükler aracılığıyla düşünür ve dünyayı anlarız.
Aslında dilin kaynağı ve düşünce ile etkileşimi konusu çok uzun zamandır insanlığın üstüne kafa yorduğu bir başlık. Plato'dan bu yana düşüncenin karakteristiği ve kelimelerin etkisi tartışılıyor. Daha önce düşüncenin iç konuşma olduğunu ve bize iç konuşmada makul gelen şeylerin fikir haline geldiği savunulmuştur. Sapir-Whorf görüşü ise dilin düşünceyi belirlediğini öne sürer.
Teoriyi bir dilbilimci olmadığımız için daha net, daha anlaşılır kılmak adına örneklerle açıklayalım:
Ä°lk örneÄŸimiz Ursula K. Le Guin'in Mülksüzler eserinden gelsin. Eserde Odo adlı anarÅŸist kadın lideri takip edenler, Pravca adlı bir dil konuÅŸurlar. Mülkiyet hakkının olmadığı bu toplumda, mülkiyeti ifade eden iyelik ekleri de bulunmamaktadır. Bunu Türkçe olarak şöyle örneklendirebiliriz: "Burası benim evim." demezler, "Ben bu evdeyim" derler. Böylece ev kendilerine ait olmaz, evde yaÅŸayanın kendileri olduÄŸunu söylerler.Â
Bir diğer örneğimiz ise Arrival filmi. Uzaylıların bir gün dünyamıza gelmesi gibi klasik bir konudan yola çıkan film, aslında bol ödüllü bir uzun hikaye olan Story of Your Life'tan ilham alıyor. Filmde uzaylılar gelir gelmez çatlamalar, patlamalar başlamıyor; çok daha basit bir soru karşımıza çıkıyor: Uzaylılarla nasıl iletişime geçeceğiz?
Dil, dünyayı nasıl gördüğümüzü etkiler mi?
Bu hipoteze göre insanlar dünyayı olduÄŸu ÅŸekliyle algılamazlar. Ana dilleri onlara ne sunuyorsa o ÅŸekilde algılarlar. Sözcüklerin kullanımından, dilden dile deÄŸiÅŸen farklı baÄŸlamlarından dolayı objektif gerçeÄŸi dillendirirken farklı sözcükler kullanırlar. Buna en çok verilen örnekler arasında renk algısı ve Eskimo dilleri bulunur. Yani diller ortak gerçeÄŸi deÄŸil, bilinç süzgecinden geçip ÅŸekillendirilmiÅŸ gerçek yansımasını aktarır. Aynı gökyüzüne bakan iki farklı kültürden insandan birinin gökyüzünü açık mavi, diÄŸerinin yeÅŸilimsi, bir diÄŸerinin mavi olarak tanımlaması buna örnek gösterilir.Â
Avustralya'da yaşayan Guugu Ymithirr adlı bir aborjin kabilesinde bizim için çok normal gelen sağ, sol, ön ve arka gibi kavramlar yok. Yüzü doğuya dönük bir kişi, soluna geçmenizi istiyorsa size "Kuzeyime geçer misin?" diyor. Şimdi bizim beynimiz böyle bir durumda karışacaktır, durup yön bulmaya çalışmamız gerekir. Aborjinler ise içsel bir pusula geliştirmiştir. Bizim solumuzu bulduğumuz rahatlıkla kuzeylerini bulabilirler. Dil ile düşünce etkileştiği için insanlar kendileri üzerinden (solum) değil içselleştirdikleri yön algısından (kuzeyim) yola çıkarak cümle kurmaktadırlar.
Sözcüklerin cinsiyeti olan dillerde de örnekler çok.
Pek çok dilde Türkçede alışkın olmadığımız şekilde nesnelerin de cinsiyeti vardır. Avrupa dilleri bu konuda en net örnektir. Her dilde olan bir sözcük olan "anahtar" sözcüğünü ele alalım: Almancada anahtar erildir ve onu tanımlayan sıfatlar genellikle sert, ağır gibi sıfatlardır. İspanyolcada ise anahtar dişildir ve sevimli, parlak gibi sıfatlarla tanımlanır. Aynı nesneden bahsetmemize rağmen dile göre sıfatlar ve anahtar algısı farklı olmaktadır. Bu algı farkına "dilbilimsel izafiyet" de denir.
Peki bu örneği görmek için sadece dişillik, erillik üzerinden mi gidebiliriz? Hayır. Örneğin Geert-Holfstede'in çalışmalarına göre Türkiye'de aile bağları bizim için çok daha önemlidir. Bu yüzden de enişte, hala, teyze, enişte, amca hatta elti, görümce gibi sözcüklerimiz vardır. İngilizcede ise sadece uncle ve aunt vardır. Hatta yıllarca Örümcek Adam çevirilerinde bizim dilsel algımızdan kaynaklı olarak Aunt May'in çevirisi May Hala şeklinde yapılmıştır ancak aslında May, Peter Parker'in yengesidir. Ben Amca (Ben Parker) ile Peter Parker arasında kan bağı vardır.
Bir baÅŸka örnek ise benzer dil yapısına ve görünüşte daha benzer kültüre sahip toplumlardan gelsin. Ä°ngilizce ya da Ä°sveççe gibi dillerde olay süresini mesafeler üzerinden tanımlıyorlar. Görece benzer kültüre sahip Yunanca ve Ä°spanyolca ise fiziksel boyutlar üzerinden tanımlama yapıyor. Yani diyelim ki Webtekno ofisinde çok uluslu bir parti yaptık, Ä°spanyol ve Ä°ngiliz arkadaÅŸlarımız da geldi. Ä°spanyol arkadaşımız büyük bir parti derken Ä°ngiliz arkadaşımız ise uzun bir parti yaptığımızı ifade ediyor.Â
Bunlar kültürün etkisi olabilir mi?Â
EÄŸer yukarıdaki soru sizin de ilk sorduÄŸunuz soruysa oldukça doÄŸru bir noktaya parmak bastınız demektir. Zira hipoteze yöneltilen eleÅŸtirilerde de ilk sorulan soru buydu. Bilimde "Sen benim hipotezime laf edemezsin bir kere!" diye çıkış yapma falan olmadığı için onun yerine gidip kültürün etkisini izole edecek deneyler yapıldı. Bu konudaki deneylerden biri, zaman algısının yatay olduÄŸu (sayı doÄŸrusu gibi, 0 ÅŸimdi dersek negatif sayılar tarafında geçmiÅŸ, pozitif sayılar tarafında gelecek kalıyor) dilleri konuÅŸan insanlardan Brad Pitt'in farklı fotoÄŸraflarını yaÅŸa göre sıralamasının istendiÄŸi deney. DoÄŸal olarak Brad Pitt'in genç fotoÄŸraflarını sola, yaÅŸlı fotoÄŸraflarını ise saÄŸa koyan katılımcılar araÅŸtırmacıları ÅŸaşırtmamış. Benzer çalışma Jet Li fotoÄŸrafları ile zaman algısının dikey olduÄŸu Mandarince konuÅŸan insanlarla yapıldığında ise fotoÄŸrafları üst üste, en üstte en yaÅŸlı fotoÄŸraf olacak ÅŸekilde sıralıyorlar. Arapça konuÅŸan katılımcılar nasıl sıralamış peki? Evet, saÄŸdan sola çünkü onlara göre gelecek algısı saÄŸdan sola doÄŸru.Â
Deney katılımcıları farklı diller öğrendiklerinde ise zaman algıları da aslında değişiyor. Mandarince öğrenen kişiler artık dikey zaman çizgisi kavramına da hakim oluyor ve bu kavramla ilgili soruları da çok rahat cevaplandırabiliyorlar. Arrival filminde ise uzaylılar cümleleri bir döngü halinde yuvarlaklar olarak kuruyorlar, bunu anlayabildiğinde baş karakterimizin de zaman algısı değişiyor.
Peki bu hipotezi bizi farklı sorulara götürebilir mi?
Tamam, geçmişten günümüze bu tartışmaya değindik. Aslında bu yazıda bile Türkçe yazdığımız için Türkçe düşünerek bir kurgu kullandık. Örneğin ne başta hipotezi açıkladıktan sonra en geçmişten, Plato'dan bahsedip 2017 yılındaki Arrival filmine kadar geldik. Bir de geleceğe bakarak yazıyı sonlandıralım, bizler için de küçük bir düşünce deneyi olsun.
Dilimizdeki zaman algısını kodlama ile aktarmak mümkün müdür? Diyelim ki bir yapay zeka oluÅŸturduk, bu yapay zeka zamanı hangi ÅŸekilde anlayacaktır? Ä°leride dil ile düşünceyi ÅŸekillendirme amacıyla yapay zeka, insan algısını algoritmalara dökerek otomatik reklam kampanyaları ile insanları yönlendirebilir mi?Â
Bir de ufak izleme listesi yapalım da tam olsun
Arrival: Yazıda da örnekler verdiğimiz etkileyici bir bilim kurgu filmiGyakusatsu Kikan: John Paul diye bir karakterin, sözcükleri ve hitabet gücünü kullanarak yaptığı manipülasyonla fakir ülkelerde çıkardığı iç savaşları ve onu durdurmaya çalışan duygusuz askerleri ele alır. Pontypool: Korku/zombi filmi olan Pontypool, bir kapitalist sistem eleştirisi olsa da sözcüklerin düşünceyi etkileme gücünü, kelimelerle bulaşan bir zombi virüsü olarak aktarır. Zombi filmlerinin The Man From Earth'üdür.
Editor : Åžerif SENCER