Kocaeli'de ÖZETİ| düzenlenen "21. İmam Hatipliler Kurultayı", Türkiye genelindeki imam hatip derneklerinin katılımıyla gerçekleştirildi.
Yazar şair Prof. Dr. Nurullah Genç İmam hatipli gençlere Batı Medeniyeti fotoğrafı ve günümüzün nasıl okunması gerektiği hakkında değerli sohbet yaptı.
İşte Nurullah Genç'in o sözleri;
Bir düşünürün şöyle güzel bir sözü var. Diyor ki; bir şehri fotoğraflarıyla tanıyan kişi o şehri iç bulunan kadar tanıyamaz. Bizim milletimizin ve genelde dünya Müslümanlarının hali içinde yaşadıkları yaşadığımız dünyayı içinde yaşamış olmanın gerektirdiği gibi tanımak yerine neredeyse fotoğraflarıyla tanımak gibi bir zafiyeti var, o yüzden çocuklarımız bu dünyayı dünyanın ne anlama geldiğini Batıyı Doğuyu ülkemizi ülkemizin dışını kendilerini nefislerini ve bütün bir alemi bütün bir dünyayı düşünmekte zorluk çekiyorlar ve tanımakta zorlanıyorlar. Senelerdir ülkemizin hemen her yerini dolaştım gençlerimizle imam hatiplerle öğrencilerimizle bir araya geldim onlarla yaptığımız sohbetlerden ortaya çıkan böyle bir netice var.
Benim yanımda sohbet esnasında bile telefonunu açıp oradan bir programla Kore'deki bir dizi filmi izleyen imam hatipli gençle yan yana oturmanın acısını yaşamış birisiyim ben. Onun için kurultayımız hayırlı olsun. Evet ama bir sorgulamayı da kendi dünyamızda yapmamız lazım. Batı medeniyetini gencimize, çocuklarımıza ne kadar öğretebildik bir düşünmek mecburiyetindeyiz. Biz onlara Batı'nın dinini anlatamazken Batı, ellerindeki telefonlarla ve programlarla her gün kendisini onlara yeniden sevdirmenin programını ve mücadelesini veriyor. Aziz kardeşlerim, Batı medeniyeti bir guguk kuşu medeniyetidir; gençlerimiz guguk kuşunun ne olduğunu bilmiyorlar. Bundan yıllarca önce, 40 yıl önce "Guguk Kuşu" filmini yapmıştı Hollywood. Hollywood, filmleriyle, dizi filmleriyle, tiyatrosuyla, müziğiyle Batı'nın gençlerimize zerk ettiği zehrin haddi var hesabı yok. Ama çoğu defa ailelerimiz bile yanlarındaki çocuklarını takip etmekte zorlanıyorlar. Bu neyi getiriyor beraberinde biliyor musunuz? Vatanımıza, milletimize, Allah'a, peygambere, kitaba sadakatten uzaklaştırıyor insanımızı. Ve bizi bu manada İmam Hatip, imam hatiplere ve Önder'e düşen vazife çok büyük. Herkesin pür dikkat, neredeyse uykusunu feda ederek, gece gündüz çalışması lazım. Yoksa gidişat bizi hiç de iyi bir neticeye götürmeyecek, bundan emin olabilirsiniz. Çünkü kardeşlerimizin dünyasında yaşıyorum, her daim onlarla iç içeyim; köyde, kasabada, şehirde, ilçede, İstanbul'dan Türkiye'nin hemen hemen her yerine ve yurt dışına gidip geliyorum ve bu manzarayı görmenin acısıyla yaşıyorum.
Nurullah Genç kimdir? Aslen nerelidir? Eskiden boyacılık yapan Nurullah Genç'in kitapları...
Bilesiniz ki Batı medeniyeti, kendi içinde dinî ve etik unsurları aşağı alan bir guguk kuşu medeniyetidir. Bunu çocuklarımıza ve gençlerimize öğretelim ki neye karşı duracaklarını çok iyi bilsinler. Gazze'deki fotoğrafın arkasındaki hadise bundan ibarettir. Çünkü guguk kuşu yuva yapmaz, biliyorsunuz. Allah onu böyle yaratmıştır. Hayvanların fıtratı Allah'ın yarattığı fıtrattır; onları sorgulamak hiç kimsenin haddine değildir. Ama insan hayvan gibi olmaya başladığı zaman hayvandan daha aşağı hale gelir. Bu nedenle çocuklarımıza bildirmemiz, öğretmemiz lazım ki karşınızda duran bu Batı medeniyeti, hayvandan aşağı bir anlayışın bugün insanlığa sunduğu fotoğraftan başka bir şey değildir. Çünkü dediğim gibi, guguk kuşu yuva yapmaz; gelir başka bir kuşun yuvasına yumurtasını bırakır. Allah onu öyle yaratmıştır. Yuvaya bakar: temiz mi, anne iyi bir anne mi diye gözlemler. Sonra diğer kuşun yuvasına yumurtasını bırakır ve gider, bir daha da geri dönmez. Anne kuş gelir ve iki temel özelliği vardır guguk kuşunun. Birincisi, kesinlikle diğer kuşun yumurtasına benzer bir yumurta bırakır. Albay Lawrence gibi, öyle bir yumurta bırakır ki anne fark edemez. “Bu yumurta benim mi değil mi?” diye düşünemez. Kendi yumurtası gibi onu da kuluçkaya yatırır. İkincisi ise, yumurta sayısı arttığı için şüphelenmesin diye anne fazla olan yumurtalardan birini alır ve kırar. Sonra anne kuş, kuluçkadan yavrular çıkarken önce guguk kuşunun yavrusu çıkar. O yavru, diğerlerinden daha iri olduğu için anne “Benim nur topu gibi bir yavrum oldu” diye sevinir ve onu beslemeye başlar. Ama yavru hiç doymaz. Anne, kendi yavrularını ihmal edecek kadar guguk kuşunun yavrusunu besler. Diğer kuşlar da “Bu yavru doymuyor” diyerek ona besin getirir. Sonunda, belgeselini izlerseniz görürsünüz, küçükken minicik olan guguk kuşu yavrusu büyüdüğünde koskoca bir kuş olur. Anne kuş bile onun yanında küçücük kalır ama hala şefkatle beslemeye devam eder. Ta ki yavru yuvayı yıkıp diğer yavruları atana ve öldürene kadar. Sonra guguk kuşu büyür ve gider. Biz burada konuşurken bu hadiseler yaşanıyor. Gazze yerle bir olurken, Amerika’daki ve İsrail’deki mühendisler, Gazze’ye yapacakları villaların projelerini hazırlıyorlar. Batı, hiçbir zaman başka insanlara yuva yapmamıştır. Amerikan Özgürlük Heykeli sadece kendi insanları içindir; dünyanın başka hiçbir insanını ilgilendirmez.
"GUGUK KUŞU MEDENİYETİ"
Batı medeniyeti bir guguk kuşu medeniyetidir; dünyanın başka insanlarına asla yuva yapmaz, sadece yıkar. Ama benim ülkemde hâlâ yüz binlerce genç, “Türkiye yaşanmaz” diye mesaj atabiliyor. Balkanlar’da, Prizren’de bir yaşlı adam şöyle demişti: “Onlar cennetin ve cehennemin neresi olduğunu bilmiyorlar.” Batının bir cehennem olduğunu bilmiyorlar. İşte, aziz kardeşlerim, guguk kuşu medeniyetinin, daha doğrusu Batı’nın ahlaken aşağı halini çocuklarımıza anlatmamız lazım ki neye karşı mücadele ettiklerini anlayabilsinler. O zaman Filistin’de, Gazze’de bebeklerin ellerini alıp “Bunlar piliçtir” diyenlerin neden bunu yaptığını da anlayabilirler. Hollywood, kendi çocuklarını kurtarmak için dünyayı seferber ederken, Gazze’de on binlerce çocuğun ölmesi onların gözünde hiçbir şey ifade etmiyor. Bunu çocuklarımıza anlatmalıyız.
MEŞHUR FATOĞRAFIN ANLATTIKLARI
Kevin Carter’ın meşhur akbaba ve çocuk fotoğrafını hatırlarsınız; biz hep o fotoğrafa odaklandık, ama fotoğrafın arka planını anlatamadık. Neden o Afrikalı çocuk oradaydı? Kevin Carter neden fotoğrafı çekti ama o çocuğu kurtarmadı? Carter daha sonra vicdan azabından intihar etti, biliyorsunuz. Bugün Batı’da vicdan sahibi insanlar Gazze’ye karşı ayağa kalkıyor, ama aynı zamanda milyonlarca insan bu duruma sessiz kalıyor. İşte bu acıdır. Afrikalı bir annenin çocuklarına masal anlatışı gibidir bu durum. Masalda “Engil” adında bir kuş vardır. Porsuğa balı buldurur ama balı hep porsuk yer, Engil kuşa sadece kırıntılar kalır...
KIRMIZI CEKETLİ ADAM VE SÖMÜRÜLER DÜZENİ
Siyah adam, bunu taklit ederek çömelip bazen üzerine beyazlık sürerek porsuğu taklit eder. Kuş, "Herhalde bu da bana bal getirecek," der ve onu ağaca götürür. Siyah adam da ağaca tırmanır. O yüce dalların ve büyük yaprakların arasından bazı petekleri indirir ama o da arıların hakkını bırakır ve kuşun hakkını da verir. Bu olay böylece yüzlerce yıl devam eder. Fotoğrafın arka planı budur; o çocuk dizlerinin üstünde bunun için kaldı, ama biz bunu anlatamadık. Yüzlerce yıl bu böyle devam etti, ta ki günün birinde Kızılderililerin “kırmızı ceketli adam” dedikleri Batı’nın vahşi adamı gelip Afrika’yı işgal edene kadar. Kızılderili hadisesi başka bir konuşmanın konusu olabilir; milyonlarca Kızılderili Amerika’da yerle bir edildi. Kızılderililerin şöyle bir sözü vardır: “Bir nehirde iki balık kavga ediyorsa, birinin arkasında mutlaka kırmızı ceketli bir adam vardır.” Ortadoğu’daki balıkların arkasında hangi ceketin olduğunu hepiniz biliyorsunuz. Kırmızı ceketli adam Afrika’yı işgal ettikten sonra bütün kaynakları tüketiyor ve sıra ağaçların arasındaki bala geliyor. Kunta Kinte’nin ellerini ve ayaklarını bağladığı siyah derili adama “Bu balları nasıl indiriyordunuz?” diye soruyor. Siyah adam, “Bal kılavuzuna gidiyorduk, şöyle yapıyorduk, böyle yapıyorduk,” diye anlatıyor. Kırmızı ceketli adam ne yapıyor biliyor musunuz? Kırmızı ceketi çıkarıyor, siyah bir ceket giyiyor ve yüzünü biraz beyazlatıyor. Bal kılavuzunu alıp ağacın yanına götürüyor, kuş “Bu da bana bal verecek,” diyor. Ancak bu adam, bütün petekleri indiriyor, arıların hakkını bırakmıyor ve kuşun hakkını da vermiyor. Bütün balları alıp götürüyor. Kuş, “Sen hainsin,” diyor, “Sen vahşisin, sen sadakatsizsin. Bana ihanet ettin, sen görürsün gününü!” Bir dahaki sefere kuş, onu daha büyük bir ağaca götürüyor. Ağacın dalları arasında bir leoparın yuvası vardır ve leopar adamı boğarak öldürür. Masal böylece sona erer.
"BEN YAPMAM, SADECE DÜŞÜNÜRÜM. YAPMAYI SİZE BIRAKTIM"
Şu anda Türkiye’de yaşayan Afrikalı kardeşlerimizle bu masalı konuştum; anneleri ve nineleri bu masalı onlara anlatırlarmış. Evet, aziz kardeşlerim, yerde bekleyen çocuğun arka planındaki masal bu işte. Bunlar, dünya kaynaklarını tüketen, yedi başlı canavardan daha vahşi bir sistem kurmuşlardır ve bu sistem bugün Müslümanları da öğütmek, eritmek, Ortadoğu’da yok etmek ve ülkemizi çevreleyip mahvetmek için ellerinden geleni yapıyor. Ama bizim buna karşı uyanık olmamız lazım. Yeniden dirilmek zorundayız çünkü bir filozof bir gün arkadaşına şöyle demiş: “Bundan sonra ne yapacağımı biliyor musun?” Arkadaşı sormuş: “Peki, ne yapacaksın?” Filozof gülmüş ve demiş ki: “İşte problem burada; ben yapmam, sadece düşünürüm. Yapmayı size bıraktım.”
Üniversitede derslerimde bu sözü zaman zaman söylerdim ve düşünürdüm: Bu sözün arka planındaki mesaj nedir? Sonra fark ettim ki insanlar üçe ayrılır: Düşünenler, yapanlar, hem düşünen hem yapanlar. Sadece düşünenler ilim sahibi olurlar; filozof, alim olurlar. Sadece yapanlar köle olurlar. Ama hem düşünen hem yapanlar hakim olurlar. Ellerinizdeki telefonlara, bindiğiniz arabalara bir bakın, hatta kullandığımız kelimelere bir bakın; ne kadar derinlere sirayet ettiklerini anlayacaksınız. Çocuklarımızı hem düşünen hem de yapan bireyler olarak yetiştirmeliyiz. İmam Hatip bunun en önemli merkezlerinden biridir, ancak İmam Hatip’te okuduğum yıllarla şimdiki yıllar arasında büyük fark var; geri gittiğimizi bir düşünelim. Çünkü düşünen insan hakim olurken, sadece yapan insan köleleşir.
İMAM HATİPLİLERE SİTEM
İmam Hatipli kardeşlerimizin temel meselelerde bile düşünmesi, fikir üretmesi gerekirken, bu konuda gerideyiz. Bunları eleştiri olarak değil, canım yandığı için söylüyorum. Çünkü gerçekten de iki ay içinde 180 yere, 60 İmam Hatip’e gitmiş biri olarak söylüyorum: Bu inşayı ancak neden ve nasıl sorularını sorarak yapabiliriz. Bugün bu kadar çok karşı durmaya çalıştığımız Batı, son yüzyılda 100 bilimsel buluşun 97’sine imza atmış. Bunu nasıl açıklayacağız?
Aziz kardeşlerim, 1998’de bir şiir yazmıştım. Şiir, 1716’daki Petrovaradin Savaşı ve Silahtar Ali Paşa’nın şehadeti ile Osmanlı’nın Balkanlardan çekilişi arasında geçen yaklaşık 200 yıllık yangını anlatır.
Cenab-ı Hak bir ayette ateş çukurundan söz eder. O ateş çukurundan milyonlarca Müslüman telef olmuştur. Size sadece bir göç esnasındaki bir hadiseden bahsedeyim: Müslümanlar göç ederken Bulgarlar, yollarını kesiyor ve yüzlerce çocuğu, anneyi, dedeyi, nineyi yol ortasında katlediyorlar. Telefon yok, televizyon yok, haber yok, hiçbir şey yok. Bir tarihçi diyor ki, 200 sene içinde Balkanlar’da 5 milyona yakın insan telef oldu. O telef oluş, o yangının devamıdır Gazze. 1998 yılında gece yarısı, bu şiiri yazıp edebiyatçı bir kardeşime gittim. Şiiri okudum. Şiir şöyle:
O esrarlı yangına bu can nasıl dayandı?
Sahile vurdu kalbim,su yandı,kum da yandı.
Bir mum gibi eriyip aktı uykusuzluğum,
Ölüme başkaldıran dertli uykum da yandı.
Yurdundan mahrum edip dolaştırdın Cem gibi.
Ruhumla söndü alev,sonra ruhum da yandı.
Kül oldu bir yiğidin figanıyla her umut.
Bülbülün küllerine konan puhum da yandı.
Böylesi bir yangını görmedi Nemrut bile.
Kaktüsün gölgesinde nazlı âhım da yandı.
Âhımdır zannederdim en belalı kıvılcım,
Kirpiğine dokunan kanlı âhım da yandı.
Bir damla su ver bana ey çöl! Bari sen küsme.
Kalmadı hiçbir şeyim bak,günahım da yandı.
Yenilgiler bir tufan gibi çöktü üstüme.
Ülkem yıkıldı heyhat!
Ordugâhım da yandı.
Köleleri her akşam duman kıldı gözlerin,
Başıma tâc ettiğim padişahım da yandı.
İlk defa böylesine tutuştu gökkuşağı.
Renklerim siyah oldu ve siyahım da yandı.
O'ndan başka ne varsa yandı,
Yandık sen ve ben.
O'nu göreyim diye,kıblegâhım da yandı.
Bu şiir bittiği zaman, gece yarısı gözyaşları içinde Abdülkerim Dinç diye edebiyatçı bir doçent arkadaşıma gittim. “Şiir mi var?” dedi. “Evet,” dedim. “Oku,” dedi. Okudum, ağladı. Tarihi iyi bildiği için bana bir şey söyledi. Dedi ki: “Bu gökkuşağı kelimesi şiirle uyuşmuyor, neden kullandın?” Dedim ki: “Biliyorum uyuşmadığını, aliterasyon yok ama içimden geldi.” “Neden?” dedi. Gökkuşağını anlattım kısaca. Dedim ki: “Benim Sibirya gazisi dedemin eşi Gülçehren ninem bize masallar anlatırdı. O masallarda zaman zaman derdi ki, ‘Çocuklar, sakın ha gökkuşağının altından geçmeyin.’ ‘Neden?’ diye sorduğumuzda, ‘Gökkuşağı cinsiyeti korumanın sembolüdür evlatlarım, altından geçerseniz, kızsanız erkek olursunuz, erkekseniz kız olursunuz,’ derdi. Benim ülkem aynı zamanda Gökkuşağı Ayini olan bir ülkedir. Ben Pasin Ovası’nın çocuğuyum, orada büyüdüm.”
Yazın da oradaydım, geldiğinizde görebilirsiniz. Baba dağlar vardır: Dumlu Baba, Puslu Baba, Horasan Baba, Pinaduz Baba. Her dağın tepesinde bir eren medfundur ve oranın dağları ve ovaları, baharın ve yazın Gökkuşağı Ayini ile donanır. Bir bakarsınız, aynı anda bir dağın eteğinde, diğer dağın eteğinde, ovada ya da başka bir yerde dört tane gökkuşağı var. Beş tane gökkuşağı gördüğüm zamanlar olmuştur. Rahmetli ninem, “Altından geçmeyin; kızsanız erkek olursunuz, erkekseniz kız olursunuz,” derdi. Biz 8-10 yaşlarındaki çocuklar olarak hep bir gökkuşağına doğru koşardık, “Hadi altından geçelim, kız olalım,” diye. Ama durur, birbirimize bakar, “Ya geri dönemezsek, ne olur?” derdik.
"BATI'NIN MASALLARINDA DA GÖKKUŞAĞI, CİNSİYETİ KORUMANIN SEMBOLÜDÜR"
Aziz kardeşlerim, bunu Kerim Bey'e anlattığımda, “Çıkarma, belki bir gün lazım olur,” dedi. Çünkü Batı'nın masallarında da gökkuşağı, cinsiyeti korumanın sembolüdür, yıkmanın değil. Bugün Gazze’yi altüst edenler, dünyanın masallarını değiştirerek gökkuşağını cinsiyeti eşitlemenin sembolü haline getirdiler. Bu kadar bozdukları bir dünyada biz hâlâ temaşa ve nazar noktasında yaşıyoruz. Çocuklarımıza bunları öğretmemiz gerekiyor. Gökkuşağının rengini kendi kötü emellerine alet edenlerle kim mücadele edecek? Biz etmezsek, kim edecek?
Bir keresinde, bu konuyu anlattığımda sosyal medyada birisi “azılı LGBT düşmanı” diye yazmıştı. Oturup şükür namazı kıldım ve dedim ki: “Şükürler olsun, elbette beni böyle bilin.” Ben günahkarım, hatalarım ve kusurlarım vardır, ama şükürler olsun ki bir imam hatipli olarak bana öğretilen ruhla, dünyanın bütün haksızlıklarına, küfre ve çirkinliklere karşı mücadele etmeyi bir ömür boyu kendime rehber edinmiş durumdayım.
Aziz kardeşlerim, son bir hadiseyi daha anlatarak bitireceğim çünkü vaktimiz çok az. Benim İmam Hatip Lisesi’nde okuduğum yıllarda, sınıfımızdaki bir imam hatip hocamız bize sadakattan bahsederken şöyle demişti: “Allah’a sadakatimizi yitirmememiz gerekiyor. Ona bağlılığımızı asla kaybetmemeliyiz çünkü Allah, bize ipine sımsıkı sarılmamız gerektiğini beyan ediyor. O ipe sımsıkı sarılmalıyız, sadakatimiz bunu gerektirir. Peygamberimize de sadakatimizi yitirmememiz gerekiyor çünkü o, sözümüzde durmamız gerektiğini söylüyor. Münafıklığın alameti üçtür: Yalan söylerse, emanete ihanet ederse ve sözünde durmazsa, münafıklığın alameti o kişide zuhur etmiş olur. Bu yüzden Peygamberimize sadakatimizi de kaybetmememiz lazım. Sözümüzde duracağız, emanete ihanet etmeyeceğiz ve vaadimize sadık kalacağız. Ayrıca yalan da söylemeyeceğiz.”
İşte hocamızın anlattığı bu kıssa ile konuşmama son verip huzurunuzdan ayrılacağım.
Çölde su arayan bir adam, pespaye bir kılık içinde yol kenarında duruyor. "Allah rızası için bana bir su," diye elini açıyor. Gelen geçenlerden su veren yok, çünkü ya yanlarında su yok ya da develerini indirmek istemiyorlar. Ancak yardım etmenin ve tebessüm etmenin ruhuna vakıf bir deve sürücüsü, Allah rızası için su isteyen adamın yanına yaklaşıyor. Pesperişan kılık içindeki adam tekrar elini açıp, "Allah rızası için bana su," deyince, deve sahibi devesinden iniyor, mataraya su dolduruyor ve adama götürüyor. "Al," diyor, "Bu suyu iç." Adam ayağa kalktıktan sonra suyu içiyor, ardından matarayı deve sahibinin alnına vurarak onu yere deviriyor ve deveye biniyor. Adam şaşırıyor, kalkıyor ve bakıyor ki hırsızmış! Deveye bindikten sonra kahkahalar atarak, “Nasıl, iyi yaptım mı? Deveni de aldım, alasmaladık! Sen de yürümeye bak, belki birilerinden su istersin,” diyor.
Deve sahibi, "Dur," diyor, "Deveyi sana hibe ettim. Üzerindeki eşyalarım helal olsun, hepsini sana bıraktım. Ama bir tek şey istiyorum," diyor. Hırsız, "Ne istiyorsun?" diye soruyor. Deve sahibi, "Sen benden Allah rızası için su istedin ya, ben de senden Allah rızası için bir şey isteyeyim," diyor. "Bu halin devam ettiği sürece bunu hiçbir insana anlatma." Hırsız şaşırarak soruyor, "Neden? Deveni aldım, suyunu aldım, anlatmasam ne olacak?" Deve sahibi, "Anlatma ki bundan sonra çölde susuz kalmışlara kimse inanmaz," diyor.
Adam evine gidiyor, sözünü tutuyor, anlatmıyor. Sonra bir gün düşünüyor ve "Bu halin devam ettiği sürece," ifadesini hatırlıyor. "Aa," diyor, "Hırsız olarak kaldığım sürece demek istemişti." O zaman hırsızlığı bırakır, kötü yoldan uzaklaşır ve doğru yola girerse bunu anlatabileceğini anlıyor. Epeyce düşünüyor, yaptığı yanlışları fark ediyor ve Cenab-ı Hak da ona hidayet verince tövbe ediyor. Yeniden kendini tanzim ediyor ve bir inşa sürecine giriyor. Gittiği her yerde bu olayı anlatmaya çalışıyor. İnsanlar ona, "Hani bunu anlatmayacaktın?" diyor. O ise, "Bu halin devam ettiği sürece söz vermiştim. Benim artık o halim yok," diyor. "Bu yüzden, çölde susuz kalmışlara yardım edin, onları yardımsız bırakmayın," diyor. "Bütün dünya Gazze’ye yardım etmeli," diye düşünüyorum. Gittiğim her yerde bunu söylüyorum. Çölde susuz kalmışları aramamıza gerek yok, dünyanın gözünün önünde susuz kalmış yüz binlerce, milyonlarca insan var ve biz bazen çok rahatız, fazlasıyla rahatız.
Aziz kardeşlerim, Yavuz Sultan Selim'in o akrostişli dörtlüğü ile bitirmek istiyorum. Yavuz Sultan Selim’in akrostişli dörtlüğü yukarıdan aşağıya da aynı okunur, yani baktığınızda aşağıya da aynı okursunuz:
Sanma şâhım herkesi sen sâdıkâne yâr olur
Herkesi sen dost mu sandın belki ol ağyâr olur
Sâdıkâne belki ol bu âlemde dildâr olur
Yâr olur ağyâr olur dildâr olur serdâr olur
Diyor ki: Yâr olun, aziz kardeşlerim, yâr olalım. Dildâr olun, aziz kardeşlerim, dildâr olalım. Serdâr olun, aziz kardeşlerim, serdâr olalım. Sadık olun, aziz kardeşlerim, sadık olalım, ama asla ağyâr olmayalım. Bugün İslam dünyası birbirine ağyâr bir durumdadır, işte temel mesele, temel problem budur.
Editor : Şerif SENCER