Peki ÖZETİ| bunun yıllar önce Osmanlı’da mümkün olduğunu söylesek?
Elbette kafalarına göre takvimden yıl silemiyorlardı fakat her 33 yılda bir yılı yaşanmamış kabul ediyorlar, buna da ‘sıvış yılı’ diyorlardı.
Osmanlı Devleti, Hicri takvimi kullanıyordu..
Hicri takvim, Hz. Muhammed'in Mekke'den Medine'ye hicretini başlangıç olarak kabul eden, ay tabanlı bir takvimdi. Her ay, hilâlin görünmesiyle başlar ve 29 ya da 30 gün sürerdi. Bu takvime göre hesaplanan 12 ayın oluşturduğu yıl ise 354 ya da 355 gün uzunluğundaydı.
Ancak Osmanlı'nın uluslararası ilişkilerinde ve mali işlerinde kullanılan takvim Miladi takvimdi. Miladi takvim ise Güneş sistemi esas alınarak Hz. İsa'nın doğumunu başlangıç olarak alıyor.
Osmanlı, 1500'lerden itibaren mali işlerinde Güneş takvimini kullanmaya başlamış olsa da 1677'de Rumi takvim reformu gerçekleştirildi.
Ulufe dağıtımı .via-text { background-color: rgb(0,0,0); /* Fallback color */ background-color: rgba(0,0,0, 0.4); /* Black w/opacity/see-through */ color: white; font-weight: 300; font-size: 0.75em; position: absolute; bottom: 0%; right: 0; z-index: 2; padding: 5px !important; text-align: left; }
Bu yeni takvim hem Hicri hem de Güneş takvimlerine dayanıyordu ve özellikle mali hesaplamalarda kullanılıyordu. Rumi takvimde, yıl Nevruz ile başlayıp 365 gün olarak hesaplanıyor, böylece mevsimlerin her yıl aynı aylarda olmasına olanak tanınıyordu.
Osmanlı'nın bu takvimleri kullanması, mali işlerin düzenlenmesini dengelemek için çok önemliydi.
Rumi takvim, hazinenin gelirlerini toplamaya; Hicri ise harcamalara uygundu.
Hazine-i Amire'nin açılışı .via-text { background-color: rgb(0,0,0); /* Fallback color */ background-color: rgba(0,0,0, 0.4); /* Black w/opacity/see-through */ color: white; font-weight: 300; font-size: 0.75em; position: absolute; bottom: 0%; right: 0; z-index: 2; padding: 5px !important; text-align: left; }
İki takvim arasında zaman farkı ise bir yılda 11 gün olarak hesaplanıyor. Hazinede gelir-gider dengesini şaşırtan bu zaman farkı, devlette olumsuzluklara da neden oldu. Gün farkından dolayı bütçe açıkları giderek büyüyordu.
Bu fark sebebiyle 33. Yılda çift ödeme yapılıyordu. Yükseliş dönemlerinde hazine bolluğundan dolayı bu fark pek bir sorun oluşturmasa da ilerleyen senelerde iki takvimin farkı yüzünden 32 vergi toplanıyor, 33 maaş ödemesi yapılıyordu.
O dönemin maliye bakanı statüsünde bulunan Defterdar Atıf Mustafa Efendi, sorunu ‘sıvış yılı’ ile çözdü.
Mustafa Efendi, mali ve siyasi sorunları çözmek için yeni bir ödeme yöntemi geliştirmeyi amaçlamıştı. Sıvış yılı telhisi, Osmanlı maliyesini uzun süre etkileyen bir sorunun çözümü olarak kabul edildi ve uygulamaya kondu.
Rumi takvimin kabulü ise Tanzimat Dönemi’nde resmileşti. 13 Mart 1840'ta, 1 Mart 1256'nın "Rumi takvimin yılbaşı" olarak kabul edilmesiyle Osmanlı'da çift takvim uygulaması başladı.
Sıvış yılı, bazı tarihçilere göre olumsuz hadiselere sebep olmuştu.
Osmanlı iktisat tarihçisi Prof. Dr. Halil Sahillioğlu "Sıvış Yılı Buhranları" adlı çalışmasında, 33. yılın buhranlara neden olduğuna dikkat çekti.
Osmanlı’da askeri ayaklanmaların neredeyse çoğu, sıvış yılına denk geliyordu. Gelirlerini alamayan askerler, devlete karşı ayaklanmaktan çekinmiyorlardı. Buçuktepe İsyanı, Vaka-i Hayriye gibi tarihe damga vuran isyanların tarihleri, bu dönemlere denk geliyor.
Ancak yine de bu ayaklanmaların, sadece ekonomik sebeplere bakılarak değil; sosyokültürel açıdan da yorumlanması gereklidir.
Kaynaklar: DergiPark, İsamOsmanlı ile ilgili diğer içeriklerimiz:
Editor : Şerif SENCER