1958’de, ÖZETİ| zamanının çok ötesinde bir teknoloji ortaya atan Ford, nükleer enerjinin potansiyeline dair oldukça iyimser bir bakış açısıyla bir araba fikri ortaya atmıştı: Ford Nucleon.
Konsept bir araba olmaktan öteye gidemeyen Nucleon, neden başarılı olamadı?
Ford, 1958’de alışılagelmedik bir araba konsepti sunmuştu.
Nükleer enerjiyle çalışan bu araç, dönemine -hatta bugüne göre de- oldukça sıra dışı bir vizyona sahipti. Araç, yakıt ikmal istasyonları arasında 5.000 milden fazla yol alabilmeyi vaat ediyordu. O dönemin Amerikan otomobil kültürüne hitap eden konforunu da bu arabada devam ettiriyordu. Tabii bugün bile yaşadığımız mühendislikle ilgili zorluklar, o dönemde de gündeme geldiği için Nucleon, hiçbir zaman hayata geçirilmedi.
Aracın tasarımı, boyutuyla bile dikkat çekici özellikler taşıyordu. 5, 09 metre uzunluğunda, 1,97 metre genişliğindeydi. Ford'un yeni modellerinden biri olan Maverick ile aynı uzunluğa sahip Nucleon, biraz daha genişti. En dikkat çeken özelliklerinden biri, sadece 1,05 metre yüksekliğinde olmasıydı. Bu ise onu Ford GT40'ın efsanevi alçak profilinden sadece bir inç daha kısa yapıyordu.
1.76 metre dingil mesafesi vardı.
Tekerlekleri birbirine çok yakındı ve reaktörün ağırlığını destekleyebilmek için arka kısma konmuştu, bu da kabini ön aksın önüne itiyordu. Nucleon’un güç kapsülü olarak da nükleer reaktör tasarlanmıştı. Bu reaktör, elektrik motoru-jeneratör düzenlemesiyle gücü, elektronik tork konvertörleri aracılığıyla arabanın motorlarına iletecekti.
1958’de, Amerika’daki bazı evler ilk kez nükleer enerjiyle çalışıyordu ve bu teknolojiyi otomobilde kullanmak ise biraz zaman alacak gibi görünüyordu, Ford ise sadece bu imkânsızı gerçekleştirmek istiyordu. Ancak bu hiçbir zaman gerçekleşmedi.
Çünkü nükleer enerji teknolojisi, bir otomobili çalıştırmak için yeterince gelişmemişti.
Otomobil boyutundaki bir nükleer reaktörde sorun, radyoaktif çekirdeği barındırmak değil; açığa çıkan enerjiyi yönetmektir. Yani, nükleer reaktörlerin, termal enerjiyi mekanik güce dönüştürme kabiliyeti zayıftı. Reaktörler, genelde ürettikleri ısıyı su buharına dönüştürmek için kullanılıyorlar ve bu da bir türbini döndürüp elektrik üretiyor.
Ama bu tür bir enerji dönüşümü, büyük bir verimsizliğe yol açıyor çünkü enerji birden çok aşamadan geçiyor. Enerji dönüşümlerinin de her aşamasında kayıplar yaşanıyor, atık ısının yönetimi de büyük problemler oluşturuyordu.
İçten yanmalı motorlar, atık ısıyı egzoz gazlarıyla atarken nükleer reaktörler, bu ısının çoğunu geri dönüştürüyor.
Bu termal enerji, uygun şekilde atılması gerektiğinden ek bir soğutma sistemine ihtiyaç duyuluyordu. Dolayısıyla 1950’lerin sonlarında kişisel bir araç için nükleer enerji teknolojisi pek de mümkün değildi. Bugün bile kişisel araçlarda bu teknolojiyi kullanmak, günümüzden çok öte bir fikir gibi geliyor.
Tabii bunun yanında, olası bir kazada reaktörün arızalanmasında radyasyon sızıntısı, çevreye büyük bir felaket doğurabilir. Üstelik aracın, yolcuları ve çevreyi radyasyondan koruyacak şekilde tasarlanması gerekiyor.
Tüm bunların yanında tehlikeli olması, maliyetinin fazla olması ve dönemin şartlarına göre ütopik gibi görünen bir fikir olması, Ford Nucleon’u sadece bir konsept otomobil olmaya zorladı. Otomotiv tarihinin en ilginç projelerinden biri olarak anımsanan Nucleon, bugünün teknolojisi için bile biraz ütopik görünüyor.
Kaynaklar: The Drive, ANS, The Bulletinİlginizi çekebilir:
Editor : Åžerif SENCER