Türkiye, 6 Şubat Pazartesi sabahına Anadolu tarihinde eşine rastlanılmamış Pazarcık depremiyle uyandı. 9 saat sonra Elbistan'da cereyan eden ikinci deprem tahribatı ağırlaştırmış, on bir ilimizde on binlerce konut 45 binin üzerinde vatandaşımıza mezar olmuştu. Bölge insanının 'Küçük kıyamet' benzetmesini yaptığı sabaha uyananlardan biri de 12 yıldır Hatay'da ikamet eden Suriyeli Omar Hassoun'du.
Omar, Suriye'deki iç savaş nedeniyle 2011 yılında eşi ve çocuklarıyla Hatay'a göç etmiş, geride bıraktığı kadim Osmanlı kenti Halep'ten sadece zanaatı olan taş ustalığını getirmişti. Antakya'ya bağlı Meydan Mahallesi'ndeki Seval Apartmanı'nın birinci katında ikamet ediyordu.
Ta ki Pazarcık depremine kadar. 6 Şubat gecesi ailesiyle beraber huzur içerisinde istirahat ettiği evden 'Dünyam yıkıldı' diyerek ayrılacaktı. Dört çocuğunu ve eşini kurtarabilmiş, ancak 14 yaşındaki oğlu Ahmet ve 17 yaşındaki oğlu Cemal enkaz altında kalmıştı.
Arama kurtarma çalışmalarının beşinci gününde akrabasıyla beraber gece vakti tekrar enkaza girip çocuklarına ulaşmak istedi. Fakat başında beliren 10 kişilik ırkçı grup, Omar'ın 'mülteci' olduğunu anlayınca nefretlerini kustular.
İki çocuğunu bulmak için enkaza giren 38 yaşındaki mülteciyi, akrabasıyla beraber 'Yağmacı' diye darp ettiler. 'Ama çocuklarıma ulaşabilmek için elimde çekiç bile yoktu' diyor Omar... 'Oğullarımın sesini almıştım. Onları kurtarabilirdim' diyor...
Haber 7, çocuklarına ulaşacağı sırada darp edilip hastaneye kaldırılan ve sonrasında iki oğlunun ölüm haberini alan Omar Hassoun'a ulaştı. Hassoun, başından geçen travmatik olayı Arapça anlatırken, yürek dağlayan hikayeyi Türkçeye Hüseyin İnci, Haber7 için çevirdi:
"DÜNYAMIZ YIKILDI"
"6 Şubat’ta deprem oldu. İçinde yaşadığımız binanın yıkılacağını hissettik. 6 çocuğumuz vardı, salonda uyuyorlardı. Biz de arka odada uyuyorduk, zorlukla çıktık. İki kızımı ve eşimi çıkarttım ve ben de çıktım. Sonra çocuklarıma seslenmeye başladım. İki çocuğum da babamla beraber çıktı. İki oğlum Cemal ve Ahmet enkazın altında kaldılar. Bağırmaya başladık. Hem dünyamız yıkılmış hem de etrafımızdaki binaların çöktüğünü görmüştük. Ve hiçbir şey yapamadık çünkü yollar kapalıydı, ilk anda kepçe de yoktu.
Bize ulaşılana kadar bekledim. “Yardım edin” diye bağırıyordum ancak kimse yoktu. AFAD'dan bir gönüllünün vesilesiyle kepçe ve arama kurtarma ekipleri ikamet ettiğimiz yere girdi. Bu süre zarfında çocuklarıma seslenmek için gidiyordum. Onların hayatta olduğunu fark ettim. Komşularımız mahallede giderken binadan gelen alçak bir ses duymuşlar. Yedinci günde, enkaz altındaki insanları bulmak için termal kameralar getirdiler. Bu kameralarla enkaz altında üç kişi tespit ettiler. Binada (çocuklarım) Ahmed, Cemal ve Türk bir komşumuz olmak üzere üç kişi vardı.
"DOKUZUNCU GÜN ENKAZDAN GELEN SESİ KAYBETTİK"
Enkaz altındaki iki kişinin hayatta olduğunu söylediler ancak onlara ulaşmak güçtü. Çünkü bina tehlikeli haldeydi. Birçok farklı ülkeden kurtarma ekipleri geldi. Çeşitli ekipman ve aletlerle enkaza girdiler ve arama yaptılar. Dokuzuncu gün, enkazdan gelen sesi kaybettik. Artık enkazdan gelen hiçbir ses duymuyorduk. O gün kepçeler binanın içerisine girmeye başladılar. On birinci günde ise benim yaşadığım eve ulaştılar. Ancak akşam saatlerinde başka bir enkazdan ses alındığını öğrenip gitmek durumunda kaldılar. Ben ve arkadaşım orada bekliyorduk.
Etraf kapkaranlıktı. Ben, tercüman olan arkadaşım ve bir yakınım evin önündeydik. Bunun öncesinde binanın yakınında gazetecilerle sözlü ve görüntülü röportajlar yapmıştık. Çocuklarım deprem sırasında hareket edemediler ve kaçamadılar, oldukları yerde kaldılar. Ben de çocuklarımın başındaydım. Bölgede sessizlik meydana gelince yanımdaki arkadaşımla beraber enkazın altından bir ses duyma ümidiyle yüksek sesle çocukların isimlerini seslenmeye başladık. Tam olarak yerlerini tespit etmek ve onlardan hangisinin hayatta olduğunu öğrenmek istiyordum.
On kişilik bir grup geldi ve bana “Sen burada ne yapıyorsun?” dediler. Onlara Suriyeli olduğumu söyledim ve telefonla onlara adresimi göstermeye çalıştım ancak itibar etmediler. Bana 'Yağmacı' muamelesi yaptılar. Bana “Yalan söylüyorsun” dediler. Onlara “Çocuklarım burada!” dedim ancak bizi bırakmadılar. Bizi öldüresiye dövdüler. Her türlü aleti kullandılar. Bizi çiğnediler. Benim burnumu, arkadaşımın ise kaburgasını kırdılar. Akrabamın da kafasını yardılar ve çok kan kaybettik.
Bütün bunlar düzgün bir şekilde Türkçe konuşamadığım içindi. Bana söylediklerini anladım ve sorularına cevap verdim. Beni yağmacıymışım gibi aradılar ve hiçbir şey bulamadılar. Elimde oğullarıma ulaşabilmek için çekiç bile yoktu. Onlara çocuklarımın burada olduğunu söyledim. Bana “Yalan söylüyorsun.” dediler. Bize vurdukları sırada çokça sövdüler ve hakaret ettiler. Bizi hareket edemez ve yere atılmış bir şekilde bıraktılar ve gittiler.
"GÜNLERCE KAN TÜKÜRDÜM"
İki buçuk saat öyle kaldık. Sonra zorlukla hareket ettik ve AFAD gönüllüleri beni hasta hastaneye götürdüler. Orada burnumun kırık olduğunu tespit edip acil müdahalede bulundular. Günlerce kan tükürdüm... Çocuklarımı kurtarabilirdim... Onlara ulaşabilirdim... Adını sanını bilmediğim bir grup ırkçının saldırısına maruz kaldık... Allah’ın yeryüzünde hepimiz birer insanız. Biz insanız, birbirimize yardım etmemiz gerekli. Arapça konuşuyorum diye bana hakaret ettiler ve dövdüler. Nasıl anlatılır ki?
Allah'a havale ettim onları... Zalimleri Allah'a havale ettim... Benim arkadaşlarım Türk'tü... Sağ olsun evlerini açtılar bana... Dört arkadaşımı enkazdan çıkarttım. Hiçbir zaman 'Bu Türk, bırak gitsin' demedim... Bağırıp çağırıyorlardı, onları nasıl bırakabilirdim? Vicdanım var benim... Başkalarından ses duyunca enkazdaki çocuklarımı bırakıp kardeşlerime yardım ediyordum... 'Allah için yardım et' diyorlardı... Yazık, günah... Hepimiz insanız..."
"BU IRKÇILIĞA DUR DEMEK ZORUNDAYIZ"
Omar Hassoun'a ve acılı ailesine destek verenlerden biri de AFAD gönüllüsü Ayşe Çam'dı. Perspektif editörü Elif Zehra Kandemir'e konuşan Çam, o sıra hastanede tedavi gören Hassoun'la arasındaki telefon görüşmesini şöyle anlatıyor:
“Telefonda bana ‘Ben iyiyim. Çocuklar. Vinç. Çabuk.’ diyebiliyordu sadece. Ona ekipleri yönlendirdik. Şiddet gördüğünü ise sosyal medyada sonradan öğrendik. Aradığımızda ‘Beni boş ver. Ahmet. Cemal. Vinç!’ diye haykırıyordu. Enkaz önünde bekleyen annenin feryatları korkunçtu. AFAD ekibi de bunun üzerine büyük bir cesaretle yıkılmak üzere olan binaya girdi. Beş kardeşimizin cansız bedenini çıkartabildiler. Uzun çalışmalar sonucu merdiven boşluğunda Ahmet ve Cemal’in de cenazelerine ulaşabildik. Teyitsizlik ve bazı siyasetçilerin ırkçı söylemleri bu genç adama evlatlarının ölüsü başında şiddet uygulanmasına yol açtı. Bu ırkçılığa, teyitsizliğe dur demek zorundayız.”
Editor : Şerif SENCER