Sanat ÖZETİ| ve sanatçı kavramları her dönem sorgulanmış ve içinde bulunduğu çağ ve coğrafyaya göre açıklanmaya çalışılmıştır. Her iki kavramın da ortak noktalarına baktığımızda odaklarında insanın olduğunu görmekteyiz. Kimi yorumlara göre odağına sanatın kendisi, kimi yorumlara göre de toplum konulsa da insanı içinden çıkardığımız zaman sanatın da kendi başına bir şey ifade etmesi mümkün görülmemekte. Aslında bu durum, var olan doğanın dışında insanın yarattığı tüm alanlar için geçerli. Sanatın ise bunların içerisinde insanlığın ortak ve sosyal bir değeri olarak ayrıcalıklı bir yeri bulunmaktadır. Bu ayrıcalığın bir insan olarak sanatçının sanatla ve kendisiyle olan ilişkisinde saklı olduğunu düşünmekteyim. Peki, “bir insan olarak sanatçı” ne anlam ifade etmekte?
Burada insanı bireye yani kişinin kendisini fark edeceği ya da sorgulayacağı “ben”e indirgeyecek olursak eğer, “Ben kimim” sorusu üzerinden “ben” ile sanatçı ve sanatı arasında bir bağ kurmak mümkün olacaktır. Bu yaklaşımla baktığımızda sanatçının her şeyden önce “birey olma” özelliği önemli bir nitelik olarak görülmekte. Uzmanlık alanı algılama, öğrenme ve dil psikolojisi olan Doğan Cüceloğlu, “Savaşçı” isimli kitabında, insan yaşamında anlam arayışında ilk adımın, insanın kendisine kritik ve can alıcı sorular sorabilmesi, ikinci adımın ise bu sorulara yanıt aramak olduğunu söylemektedir. Peki bu sorular nedir?
Bunların içerisinde en basit, en masum ve en kritik sorunun “Ben kimim” sorusu olduğunu vurgular. Bu sorular yanıtlanmaya çalışılırken başka sorular doğurur ve yeni yanıtlar aranır. Farkında olalım ya da olmayalım; Cüceloğlu, birey olarak ya da toplum olarak uğraştığımız sorunların hepsinin temelinde felsefi bir boyutun yattığını ifade etmektedir. Bu felsefi boyutun açık seçik ortaya konulmadığı sürece, çözülmeye çalışılan sorunun tümüyle anlaşılamayacağını ve tabii ki tümüyle anlaşılamayan soruların gerçekten çözülemeyeceğini vurgulamaktadır.
“‘Ben kimim’ sorusuna cevap ararken hep bilincin içeriğini saymışızdır; ben öğretmenim, ben anneyim, doktorum, evladım, vb. gibi. Çoğu kez o soruyu soran bilinci hesaba katmadık. Halbuki, ‘Ben kimim’ sorusunun cevabı orada yatıyor: Ben bütün bu soruları soran, farkında olan, gözlemleyen bilincim diyor. Bilinci, felsefenin üç temel alanı üzerine, ontoloji, epistemoloji ve etik yani varoluş, bilgi ve davranış temelleri üzerinden tanımlıyor. Farkındalığı, kişinin kendinin farkında olması, dış dünyanın farkında oluşu ve bunların arasında bir kavramsal algılama alanı olarak, dil ve kültürün yer aldığı dünya olarak temellendiriyor. Gözlemleyen beni ise Gözlemleyen benle gözlemlenen ben arasındaki farkı bilmeyince, insanların gözlemlenen şeyin içerisinde hapsolurlar ve ‘Ben öğretmenim, ben marangozum, ben babayım’ gibi sosyal rollerin içinde kendilerini tanımlamaya çalışırlar ve boğulup kalırlar” diye açıklar.
“Ben kimim” sorusunu ve “ben”in nasıl bir bilinç olduğunu Cüceloğlu’nun açıklamaları üzerinden okumaya çalıştım. Bütün bunlar arasında “ben”in, sosyal roller içerisinde nasıl yok olduğunu özellikle vurgulamak isterim. İşte bu noktada “Ben kimim” sorusuna, sanat olgusu içerisinde sanatçının kendisine bir cevap vermeden önce, kendisini bu soruların cevaplarında araması gerektiğini düşünmekteyim. Bu yanıtlar sanatçıyı “insan”a yaklaştıracak, insan üzerinden yaşamı ve kendisini, kendi özgün varlığı ile yorumlayacak ve daha özgün aynı zamanda yaratıcı yapıtlar üretmenin de önünü açacaktır. Sanatçıyı, üretim pratiği olan sanat eseri ile özdeşleştirirsek, bu açıklamalar ışığında, sanatçı hem kendisine karşı bir bilinç hem de üretimine karşı bir bilinç olmak durumundadır. Yani iki kere insan olmak durumundadır.
Editor : Şerif SENCER