Sabancı ÖZETİ| Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi (SSM), Londra’da yaşayan Anglo-Türk, KKTC’li sanatçı Hüseyin Çağalayan’ın “Souffleur” sergisini açtı. SSM öyle sunmadı ama 17. İstanbul Bienali’nin başlangıcıyla eşzamanlı olduğuna göre Bienale paralel etkinlik de diyebiliriz.
Hüseyin Çağlayan, benim beğendiğim, düşünen, irdeleyen, disiplinler arası gidip gelen hepsini birbirine harmanlayan bir sanatçı. Biz onu önce Londra’da yaşayan bir moda tasarımcısı olarak tanıdık. Ama sonra yaptığı defilelerde tüm sanat dallarından esintiler gördük. 2005 yılındaki Venedik Sanat Bienali’nde de yine farklı disiplinleri bir araya getirerek Tilda Swinton’un oynadığı “Olmayan Varolma” adlı video çalışması ile Türkiye’yi temsil etmişti.
SSM’deki yeni sergisinde Çağlayan’ın eserleri üç seri halinde ve bir de Londra’nın ünlü tiyatrolarından Sadler’s Well’de sahneye koyduğu “Yerçekimi Yorgunuğu” tiyatro-dans-oyun gösterisinin video enstalasyonu var. Hüseyin Çağlayan’ın sergi başlığını neden Souffleur-Suflör (biliyorsunuz tiyatro oyunlarında rolünü unutan oyunculara repliklerini fısıldayanlara suflör deniyor) koyduğunu merak edip “Bizim kulağımıza ne fısıldıyorsun?” diye soruyorum sanatçıya. “Fısıldamak değil de boşlukları doldurmaya çalışıyorum. Mevcut bir meseleye ya da izlenime bir yorum eklemek, ya da gözle görülmeyen belirli noktalara açıklık getirmek için böyle bir başlık attım” diyor. Sergideki üç bölümden biri “Sömürgecilik Sonrası Beden”, diğeri “Özenme”, sonuncusu da “Sahte Kutlamacılık”. “Sömürgecilik Sonrası Beden” serisinde ahşaba giydirilmiş perdeler birer heykel gibi rengârenk. Sanatçı bu yerleştirme-heykeller için “tarihsel olayların bedeni etkilemesi” diyor. “Daha çok Güney Amerika’daki dansçıları gözlemledim. Batı’dan gidenler yerel kültürlerle ilgileniyor. Oranın halkı ise hem Batı’dan geleni mutlu etmeye çalışıyor hem de aslında protesto ediyor, hem onları eğlendirmeye çalışıyor hem de içlerinden Batılılara küfrediyor. Ben de o dansçıların beden hareketlerine bakarak çizim yapmaya başladım. Yani bir tür alternatif bedenler yarattım bu heykel-yerleştirmelere. Fetiş kültüründe kullanılan parlak kumaş perdeler de dans kıvraklığını temsil ediyor. Aslında tabii hem perdenin önünde performans yapıp bedenini sergilersin, hem de perdenin arkasına sığınabilirsin. Perde normalde sınır yaratır ama ben performatif hareketlerle sınırsızlığa çevirdim. Burada bir düalite var.”
İKİNCİ SERİ
“Sahte Kutlamalar”: Üzerlerine pullu payetli ceketler giydirilmiş torsolar, çerçeveler içinde sergileniyor. Çok süslü, resmi, abiye ceketlerin üzerinde “pull out-çek çıkar” yazılı önlüğe benzer klapalar konulmuş. Çekip çıkaracak olsanız bütün o pullar payetler konfetiler dökülüp gidecek, işin fiyakalı kısmı kaybolacak. Zaten bazı parıltılar da çoktan yerlere saçılmış bile. “Aslında dijital ortamlarda toplumlar izole ediliyor. Daha önceki işlerime göndermelerle bir protestoda bulunmak istedim. Bakır kalıplarla yapılan ceketlerin sertliği biraz bozulunca içinden parıltılar dökülüp kayboluyor” diyor sanatçı. Bir başka grup esere sanatçı “Pre-tension-Özenme” başlığını koymuş. Her biri abartılı poz veren altı maske var. “Ben olsam ‘Özenti’ koyardım” diyorum. “Biz onu SSM ekibiyle yüz kere düşündük. Bir şeyi yaratırken doğal olmayan, sizin doğanızda olmayan bir şeye özeniyorsunuz. Bir kitap, bir şarkı, bir resim sizi özendirirse siz o eserlerden başka bir şey yaratabilirsiniz, sizi başka boyutlara taşıyabilir. O yüzden Özenme koyduk başlığı, olumlu bir şey olarak bakıyorum, aşağılayıcı bir anlam yüklemek istemedim. 1980’lerde ABD’de ortaya çıkan ‘Voguing’ kültürü çok abartılı özenti hareketlerle dans figürleri, el hareketleri pozları içeriyordu. Madonna’nın şarkısı ve videosu Vogue’da olduğu gibi. O bir akımdı. Maskelerin yanlarına makyaj kitleri de koydum. Kimliğini makyajla başka bir boyuta taşıma imkânı tanıyor sana. 2015’te sahneye koyduğum ‘Yerçekimi Yorgunu’nu ise özenme, izolasyon, protesto gibi gündemi hiç geçmeyen konuları bu sergide yer alan diğer işlerle oldukça bağlantılı olduğu için göstermek istedim. Bu sergideki bütün işler modern antropoloji aracılığıyla benim izlenimlerim.” diye sergiyi özetliyor.
İki yıl üst üste yılın İngiliz Tasarımcısı ödülünü kazandı. 2006’da Britanya İmparatorluğu Şövalyelik Nişanı’yla ödüllendirildi. Royal Society of Arts’tan kraliyet tasarımcısı unvanını da aldı. Hüseyin Çağlayan’ın bedenle ve modayla olan ilişkisi sanatsal çalışmalarına da zenginlik katıyor. “Yakın gelecekte Çin’de Şangay’da ve Kore’de projelerim var.” diyor. Uzakdoğu Hüseyin Çağlayan’ı seviyor. Berlin’de HTW’de (Hochschule für Technik und Wirtschaft) ders veriyor, Pilevneli Galeri ile ilişkilerine tekrar başladı. Elbette Türkiye’de bundan böyle daha sık olacak. Sergi 8 Ocak 2023’e kadar sürecek.
www.idrak34.comEditor : Şerif SENCER