En ÖZETİ| fazla hasarın Alcantara ve Alvalade bölgelerinde görüldüğü olay, Afonso Reis Cabral adlı bir Portekiz vatandaşı tarafından kayda alındı. Portekiz Deniz ve Atmosfer Enstitüsü’ne (IPMA) göre olay “düşük yoğunluklu kasırga” olarak kaydedildi.
Küçük pencerelerden sarkarak sokağı izleyen yaşlı teyzeler, Mascote de Madragoa’nın önünde sürekli ve durmaksızın ayaküstü bir şeylerden konuşan adamlar ve komşularımızın ağzından birkaç gün boyunca şu sözler döküldü, “Ne kadar korkunç! Ya orada olsaydık!”
Kentin tarihinde uyuyan kasımın ilk haftasına dair bir başka kötü hatıra yeniden dilden dile dolaşmaya başladı.
Lizbon, 1755’te gerçekleşen büyük bir deprem ve ardından gelen tsunami ve yangın felaketleriyle tamamen yıkıma uğramış bir kent. Belem Kulesi, Aqueduto das Aguas Livres (Su Kemerleri) gibi bazı gerçeküstü yapılar bu depremden hasar almadan dayanıyor. Yaklaşık 30 bin ila 40 bin kişinin yaşamını yitirdiği olayların ardından pek çok filozof konuya ilişkin farklı fikirler öne sürdü. Eskiden bu tür afetlerin insanların günahlarına karşı bir ceza olarak Tanrı tarafından gönderildiği görüşü yaygındı. Leibnez, Pope gibi “iyimser filozoflar” bu görüşü destekleyen savlar ileri sürdüler. Gottfried Wilhelm Leibniz, “Dünyamızın olası dünyaların en iyisi olduğu” görüşünü savunur.
LİZBON FELAKETİ ÜZERİNE BİR ŞİİR
Voltaire, 1756’da Poeme sur le desastre de Lisbonne (Lizbon Felaketi Üzerine Bir Şiir) başlıklı şiirini yayımladı. Voltaire, bu şiiri hem felaketin sonuçları üzerine bir değerlendirme hem de iyimser filozofların “her şey olacağına varır (her şey iyidir)” mantığına bir eleştiri niteliğinde kaleme aldı. Ayrıca şiir ilk baskısında yine Voltaire’in yazdığı Candide adlı romanın önsözü olarak yer alır.
“Genel bir mutluluk kurgularsınız aklınızda!
Ölümcül ve zayıf ve acınası, ne mutluluk ama!
Haykırırsınız acıklı sesinizle, “her şey iyidir” diye,
Evren yalanlıyor sizi ve kendi saf kalbiniz de
Çürütüyor bu hatayı yüzlerce kere zihninizde.”
Ve şöyle ekler Voltaire:
“Leibniz öğretmiyor bana hangi görünmez düğümlerin
En iyi düzeninde olanaklı evrenlerin (...)”
Voltaire, “Lizbon yerle bir şimdi, oysa Paris’te dansediyorlar” diyerek müthiş bir savunma üstleniyor insanlığın yazgısına dair. O da Kant gibi akıldan yanadır; doğa olaylarının ahlak kavramıyla açıklanabilecek teolojik ilişkisini reddeder. “Daha insancıl gözyaşı dökebilmenin” yolunun ancak nedenlerin araştırılmasından geçeceğini öne sürer.
Bana kalırsa Portekizliler, doğanın yarattığı acıyı kendi bireysel acılarından farklı bir yere koymuyor. Geçmişin kaygıları hâlâ canlı olsa bile insanlar artık ne Tanrı’dan ne de doğadan bir açıklama bekliyor. Alınması gereken önlemler alınıyor ve herkes işine devam ediyor. Belki de bu kalender tavır sayesinde şehir, başka hiçbir şeye benzemeyen görsel bir estetiğin girdabında kendini yeniden var etti.
John Berger, “Buluştuğumuz Yer Burası” adlı kitabındaki Lizbon öyküsünde şehrin görsel dünyasının bir oyun oynadığını söyler. Gerçekten de oyun gibidir bu şehirde dolaşmak. Lizbon mimarisi ve kent planı boşluksuz bir yapıya sahip. Gözlerinizin değdiği her noktada size bir mesaj sunuluyor gibidir. Binaların iç ve dış cephesini kaplayan “azulejo”lar eski efsanelerin küçük betimlemelerini içerir. Hatta boşluklar bile doludur. Dar bir sokaktan geçerken incecik örümcek ağlarını yırtarak ilerlediğinizi fark etmezsiniz bile. Delici güneşin meydana çıkardığı küçük köşelerde ayırt edilir bu ağlar.
Belki de Berger’in yine aynı öyküde söylediği gibi şehirdeki tüm bu azulejo çinileri, desenler, canlı renkler, arkalarında ya da altlarında sonsuza kadar ortaya çıkmayacak bir şeyi gizledikleri gerçeğini dile getiriyor.
Belki de o gerçek, doğanın kendini hatırlatma biçimidir.
[email protected]
Editor : Şerif SENCER