UEFA ÖZETİ| Avrupa Ligi'nde AEK Larnaca mücadelesinden 2-1'lik skorla galip ayrılmasını bilen Fenerbahçe, gruptan çıkmayı garantiledi. Sarı-lacivertliler 27 Ekim ve 3 Kasım'da oynanacak Rennes ve Dinamo Kiev maçlarını da kazanması halinde lider olacak.
B Grubu'nda birlikte yer aldığı Rennes, Dinamo Kiev ve AEK Larnaca ile oynadığı 4 maçta rakiplerine mağlup olmayan Fenerbahçe, 8 kez fileleri havalandırarak UEFA Avrupa Ligi B Grubu'nun en golcü takımı unvanının da sahibi oldu.
Jorge Jesus ve öğrencileri, Avrupa kupalarındaki ön elemeler dahil son sekiz maçını kaybetmeyerek Fenerbahçe kulüp tarihine şimdiden adını yazdırdı. OPTA verilerine göre sarı-lacivertliler, kulüp tarihinde daha uzun bir yenilmezlik serisini en son Aralık 2006-Kasım 2007 arasındaki dokuz karşılaşmalık periyotta yakalamıştı. AEK Larnaca'yı 2-1 mağlup eden Fenerbahçe, kulüp tarihinde ilk kez Avrupa Kupası gruplarında 4. maçların ardından tur atlamayı garantiledi.
Fenerbahçe'nin bu yükselişi, uzun yıllardır gelmeyen Avrupa başarısını ve taraftarın bu başarıya ne kadar aç olduğunu hatırlattı. Sarı-lacivertli taraftarlar bu sene Jorge Jesus ile birlikte hem Süper Lig'de hem de Avrupa arenasında yıllardır özlemini çektiği bir hisse kavuştu: Fenerbahçe kimliği ve aidiyet duygusu. Fenerbahçe taraftarının yıllardır başarı ve kupa hasretiyle birlikte, özlediği bir başka şey de gerçek kimliğiydi. Bunca başarısızlığın ardında Fenerbahçe için konuşulan en önemli eksikliklerden biri de, aidiyet duygusundan yoksun olunmasıydı. Fenerbahçe 1 gol yese 2'yi, 3'ü atardı. Rakip ona ne kadar geliyorsa, Fenerbahçe de o kadar giderdi. En önemlisi Fenerbahçe hiçbir zaman pes etmezdi, korkup köşesine çekilmezdi. Daima mücadele ederdi. Yakın geçmişe dönüp baktığımız zaman, hem gelen teknik direktörler hem de futbolcular bu ruhtan epey uzaklaşmıştı. Fenerbahçe, başarıyı unutmuş, bu basiretsizliğe de alışır hale gelmişti. Konuyla alakalı olarak Jorge Jesus'un şu sözünü hatırlatmak isterim: "Büyük takımlar hem Avrupa'da hem de ligde yarışırlar!" Bu sıradan bir cümle değil; bu aynı zamanda bir meydan okuma, unutanlar için 'Fenerbahçe ruhu'nu yeniden hatırlatma...
Evet, Jesus tam olarak bu ruhu inşa etti Fenerbahçe'de. Ya da yeniden canlandırdı dersek belki daha doğru olur. Şimdi biraz geçmişe gidelim.
Fenerbahçe, bugüne dek Şampiyonlar Ligi'ndeki en büyük başarısını 2007-2008 sezonunda çeyrek final oynayarak elde etti. Brezilyalı teknik direktör Arthur Zico önderliğinde çeyrek finale kadar yükselen sarı-lacivertliler, Chelsea'ye elenerek yarı finalin kapısından dönene kadar, Avrupa kupaları tarihinde en başarılı sezonlarından birisini yaşadı.
Sarı-lacivertliler bundan 5 yıl sonra Avrupa Ligi'nde yarı finale kalarak bize "Bu sefer olur mu?" dedirtti.
Fenerbahçe UEFA Avrupa Ligi'nde çeyrek final rövanş maçında Lazio ile 1-1 berabere kalarak kupada adını yarı finale yazdırdı. Yarı final ilk maçında sahasında Benfica'yı 1-0 mağlup eden Fenerbahçe, deplasmanda oynadığı rövanş maçından 3-1'lik mağlubiyetle ayrıldı ve Avrupa'ya veda etti. Hepimizin bildiği gibi o maçta Benfica'nın başında, yazımızın baş kahramanlarından biri olan Jorge Jesus vardı. Benfica'yı İstanbul'da ağırladığımız maçta temsilcimizin 3 topu direkten dönmüş ve Cristian Baroni o penaltıyı kaçırmış olmasaydı, belki de şu an farklı bir senaryoyu konuşuyor olabilirdik. Fenerbahçe 2013'ten sonra da Avrupa'da yer aldı fakat bu başarının üstüne ekleyemedi.
Kaç yıldır Avrupa'da kayda değer bir başarıya imza atamayan, ses getiremeyen Fenerbahçe için şimdi umutlanmak elbette boşuna değil. Sarı-lacivertliler gerek ligde gerek Avrupa arenasında ruhunu, kimliğini, kazanma duygusunu 2013'lü yıllarda bırakmış gibiydi. Süper Lig'de 2013-2014 sezonundan bu yana şampiyon olamayan Fenerbahçe için zor günler kapıya dayanmış, taraftarın da sabrı iyice azalmıştı. Her büyük takımda olduğu gibi sezona şampiyonluk parolasıyla başlayan Fenerbahçe, her sezon bitiminde bu emele bir o kadar uzak kalarak, kazanamamasıyla ün salmıştı, adeta 'looser' olarak adlandırılmıştı. Eskilerin anlattığı daima mücadele eden, kazanma duygusunu yitirmeyen, büyük geri dönüşlere imza atan Fenerbahçe'den hiçbir iz kalmamıştı. Ta ki Jorge Jesus, takımın başına geçene kadar.
Jesus, Samandıra'ya ayak bastığı andan itibaren Fenerbahçe'de köklü bir değişimin temellerini atmıştı aslında. Sarı-lacivertlilerin patronu, takımın havasını olduğu gibi değiştirmiş; geçmiş yıllarda krizlerle gündeme gelen Samandıra'yı o sürekli bahsedilen 'kolej havası'na sokmuştu.
Yıllardır gerçek kimliğinden uzaklaşan, şaşaasını, ruhunu kaybeden Fenerbahçe, üzerine yakışmayan 'kaybeden' gömleğine bürünmüştü. O Fenerbahçe'nin Kadıköy'de oynanan Karagümrük maçında basireti bağlanır, penaltıyı kaçırdıktan sonra kaçınılmaz bir puan kaybı gelirdi. Topu direğe nişanlar, golü ofsayta takılır, kaleciyle karşı karşıya kalınca topu tribüne yollardı. Jesus'un Fenerbahçesi ise penaltı mı kaçtı, bir daha atarım diyor ve bir şekilde kazanmasını biliyor. Fenerbahçe, taraftarının özlediği mücadeleci, kavgacı ruhunu geri kazanıyor aslında. Puanlardan, kupalardan ziyade eski kimliğini geri kazanıyor ve asıl önemli olan da bu. Fenerbahçe son saniye golünü atıyor ve 'winner' kimliğine geri dönüyor.
Fenerbahçe bu sezon Avrupa'da nereye kadar gider, ligde şampiyonluk kupasını kaldırabilir mi orası bilinmez fakat bu senaryo nasıl tamamlanırsa tamamlansın, Büyük Patron Jorge Jesus, eminim Fenerbahçe tarihinde yeniden dirilmenin simgesi olarak yerini alacak.
Editor : Şerif SENCER