Helena ÖZETİ| ağır ağır oturduğu yerden kalkıyor. Camlı dolaba gidip kara ciltli bir kitabı alıyor, sayfalarının arasından sararmış bir kâğıdı çıkarıyor. Tekrar yerine oturuyor. Torunu okuma gözlüğünü uzatıyor. Kısa süre önce doksan altı yaşına basan kadın gözlerini satırlarda gezdiriyor. Bu mektubu kim bilir kaçıncı kez okuyor? Her kelimesini çoktan ezberlemiş olmalı.
Gözüm masada duran, yaşlı kadının az önce dolaptan çıkardığı bir kitaba ilişiyor. Uzanıp alıyorum. “Alman tarihi”. 1938 baskısı. Breslau’daki Ferdinand Hirt yayınevi çıkarmış. Sayfalarını şöyle bir karıştırıyorum. Gotik harfleri ile basılmış. Cermenlerden Ekim 1938’e uzanan Alman ırkı tarihi, daha doğrusu bir Nazi propagandası.
“Kaçın, diye yazıyordu eşim.” Yaşlı kadının güçsüz sesiyle kendime geliyorum. “Savaş bitiyor. Rus orduları yakında Berlin’i ele geçirecek. Güneye gidin. Leonberg’deki amcamın yanına...”
Helena bakışlarını, karşı duvarda asılı koyu kahverengi tahta bir çerçeveye dikmişti. Sararmış siyah-beyaz bir fotoğraf. Sarışın, açık mavi gözlü iri yarı bir adam ona bakıyordu. “Gerçekten de bir hafta sonra Berlin’e hücum başlamıştı. İnsanlar kaçıyordu. Ben de 18 Nisan akşamüstü bir yaşındaki küçük kızımı ve çantamı alıp tren istasyonun yolunu tuttum. Her yerde yıkıntılar, ateş ve koku... Binaların pencereleri tahtalarla kapatılmış, kaldırımlarda dizi dizi cesetler, üzerinden duman çıkan yıkıntılarda yakınlarını arayan insanlar. Tren istasyonuna vardığımda gözlerimden yaşlar boşanıyordu...” Masanın çevresinde toplanmış insanlar susuyor.
Helena kocasından bir daha haber alamadı. Cephede öldü mü, esir kamplarında başına bir şey mi geldi? Belki de doğuda bir yerde, Rusya’da yeni bir yaşam sürdürdü de onlara haber veremedi. Mezarı nerede?
Savaşın bitiminden bu yana yetmiş yedi yıl geçti. Helena gibi yakını cepheden dönmeyen, alınyazısı bilmeyen tam 1.5 milyon insan var. Eşleri, oğulları, kızları, torunları onlarca yıldır kocalarını, babalarını, dedelerini arayıp duruyorlar. Alman Kızılhaç’ının “Kayıp Arama Bürosu”na bugün bile her yıl binlerce başvuru yapılıyor. 1945 sonrasında sadece milyonlarca kadın kocasız yaşam savaşı vermedi. Milyonlarca erkek çocuk da babasız büyüdü. Bunun yeni Alman topluma getirdiği toplumsal sorunlardan kimse pek söz etmez.
İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından Rus işgalindeki topraklardan batıya kaçan Almanlara Hitler Almanyası’nda savaşı yaşamış insanların kucak açması öyle kolay olmamıştı. Yeni kurulan Batı Almanya’ya sığınan Doğu Avrupa Almanları çoğu esir kamplarında aylar, yıllar geçirmiş, büyük eziyetler yaşamış insanlardı. Fakirlerdi, bitkinlerdi, ellerinde tek bir bavul vardı, üstleri başları perişandı. Bu insanları kabullenmek zorunda kalan Batı Almanları onlara Alman’dan çok “Doğulu” gözüyle bakmıştı, toplum uzun yıllar bir “yabancı düşmanlığı” yaşamıştı.
Doksan altı yaşındaki kadının sesi duyuluyor: “Kocamın mezarı nerede? Hiç olmazsa ölmeden bunu bir öğrenebilsem... Onu ziyaret etmeliyim. Son bir kez!”
Masada suskunluk. Hüzün...
[email protected]
Editor : Şerif SENCER