USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000
Gündem

Barış İnce'den ses getiren bir roman: 'Köksüzler'

Her şehrin bir aydınlık bir de karanlık yüzü vardır. Zengin semtlerin ışıltılı caddeleri, pırıl pırıl sokakları ön plana çıkarılır her daim. Oysa gerçek hayat çöp kokulu, yoksul kenar mahallelerde yaşanır… Barış İnce, İzmir’in panoramasını gözler önüne serdiğ

Barış İnce'den ses getiren bir roman: 'Köksüzler'
12-07-2022 16:07
Google News

Söyleşi: ÖZETİ| Ezgi Hotalak

Özgür ruhu, çok kültürlü yapısı, tarihi ve doğası ile bir hayal kenti İzmir. Peki Kordon’un görkemli güzelliğinin ardında neler yaşanıyor? Çok okunan kitapların yazarı Barış İnce uzun bir aradan sonra yeni adresi İnkılâp Kitabevi’nden, tazelenen diliyle İzmir’in arka sokaklarına ışık tuttu.

Yaklaşık 4 yıl aradan sonra gelen Köksüzler kısa bir süre önce raflardaki yerini aldı. Romanlarına sahne olarak daha önce de İzmir’i seçen İnce, bu kez şehrin bambaşka bir yüzüne değiniyor. Yaşadığı süre boyunca bocalamış, ne kadar gayret etse de bir yere aitlik hissedememiş, kök salamamış insanların toprağı kazarak hayata tutunma çabalarını kaleme alıyor.

Ve tıpkı Flaubert’in mahkemede “Kim bu Madam Bovary?” sorusuna verdiği “Madam Bovary benim” yanıtı gibi İnce de ben de yarattığım bu antikahramanlardan biriyim diyor. Tüm bu kök salınamazlığa inatsa Türkiye’de kalıp mücadele etmeyi savunuyor.

Uzunbir aradan sonra Köksüzler’le tekrar okurlabuluştunuz… Bu süreçte neler oldu? Bu romanı yazmak için iticigücünüz neydi?

Mesleğinizbuysa, yazmaktan başka bir çareniz de yoksa sürekli kafanızda birmetin döner. Bu çoğu zaman bir ses, bir fikir, bir izlektir. Benimkafamda kentin olağanüstü değişimini anlatmak vardı. Bu daİzmir’e 18 yıl sonra döndüğümde pek çok şeyi hatırlayamamaduygusuyla başladı. Elbette öncesinde de mekân-insan ilişkisidüşündüğüm bir konuydu. Bu yüzden de Emek Sineması, GeziParkı gibi meselelerde yazmış, konuşmuş bir kişiydim. İzmir’indönüşümü ise tahminimden daha hızlı olmuştu. Yine de İzmirkendini korumaya çalışıyor ve bir çeşit megakent olmamak içindireniyor.

Bu düşünceler çerçevesinde kentleşme, kentsosyolojisi kitapları ve İzmir tarihine dair kitaplar okudum.2010’da Yıldız’da Siyaset Bilimi’nde yüksek lisansyapmıştım, o dönemi çalışmalar da bu çabaya katkı sundu. Tümbunlar aslında bir süredir çeşitli dergilerdeki yazılarımda vepanellerde anlattığım “hikâye avcılığı” kavramıylailintilidir. Özünde bir hikâye kovalarız ve bu ruhu bedenekavuşturacak bir teknik ve atmosfer arayışına gireriz. Tümbunlar dört yıl kafamı kurcalarken itici güç kuşkusuzromancılığın maddi manevi yaşamımın merkezinde olmasıdır.Yazmam gerektiğini ve zamanının geldiğini düşündüm.

Herne kadar birden fazla başkahramanınız olsa da romana bir kadınkarakterin ağzından başlıyorsunuz. Bu sizi zorladı mı, kadıngözüyle bakmak?

Tanrısalanlatıcı dediğimiz üçüncü tekil anlatıcı kullansam da, içmonolog (bilinç akışı) ve diyaloglar ile karakterlerin dili demetne sızdı. Bu dili kurarken zorlanmadım çünkü kadınkarakterleri konuşturma konusunda Sarsıntı romanımdaki Filizkarakterinden şerbetliyim. İşimiz dinlemek aslında, kim nasılkonuşur buna dikkat eden birisiyim. Oradan düşünce sistematiğinide farklı sınıflar, cinsiyetler, kültürler için çözmeyeçalışıyorum.

Bambaşkabir hayatı anlatıyorsunuz… Getto mahallelerde geçen, yolunubulamamış, herhangi bir yere kök salamamış insanları… Bu tarzyaşamları anlatmak büyük bir çalışma ya da araştırmagerektirdi mi? Neler yaptınız hazırlık sürecinde?

Tarihve sosyoloji okumaları dışında “Kabuğu Kırmak” belgeselindeyaptığım röportajlar ve çocukluğumda tanıdığım insanlarbana yardımcı oldu. Çocukluğumuzda İzmir farklı sınıfların,kültürlerin temas edebildiği bir yerdi. Site duvarlarıyla bu birnebze ayrışsa da hala İstanbul’a göre daha bir arada…Çocukken Karabağlar’da önce keresteyle ilgili sonra damobilyayla ilgili iş yerleri vardı ailemin. Yazları çalıştığımızolurdu. Buralardaki görüntüler hafızamda çok net. Çocuklukbizlere berrak anı paketleri sunuyor gerçekten de. Tabii o dönemdeusta, çırak, kalfa, bir arada vakit geçirirdi insanlar. Onlarınkonuşmaları aklımda ama bugün nasıl konuşuyorlar düşüncesibiraz daha gözlem gerektirdi. AnlattığımDamlacık-Bayramyeri-Eşrefpaşa hattı da bildiğimiz,akrabalarımızın yaşadığı bir yer. Ama kitabı yazmadan öncebirkaç kez daha gittim ve sokaklardan geçtim. Özellikle kazısahnelerinin olduğu yerden bir kez daha geçtim.

İzmirher şeyiyle büyülü bir şehir, tarihiyle, doğal güzelliğiyle…ve bu romanı şehri hissederek yazdığınız çok açık. Siziniçin anlamı nedir İzmir’in?

Çelişkiromanımda da Özdere-Ürkmez tarafları vardı. Şimdi de Bayramyerivar. Hissedeceğiniz üzere bu romanda “güzel İzmir”in karanlıkyönlerini de anlatmaya çalıştım. İzmir deyince sadece deniz,kum, güneş, Kordon, laiklik vb… yok. Bunlar elbette ki önemli vekenti belirleyen şeyler ama derin bir yoksulluk, başkalarınınmalına konarak edinilmiş zenginlik ve kökleşmeyi engelleyensürekli bir göç olgusu var.

Bence İzmir’in tarihi aynı zamandagöçler tarihidir. İzmir yangını, mübadele ve sonrası yaşananiç göçler, son olarak da “laik göç” dediğimiz yaşamtarzından kaygılı kesimlerin biraz olsun çağdaş yaşamak içingelmeleri… Bunlar yetmiyormuş gibi bir de kentsel dönüşümleşehir içinde yer değiştirmeler var. Bunların hepsi romanın arkaplanında var aslında. Bu kadar göç eden, taşınan, devinen birtoplumun kök salması da kültür yaratması da zorlaşıyor.

Yeryüzündeolduğu gibi yeraltında da bir hazine saklıyor mu sahiden?

Bukonuda şüphe yok. Romanda yazdığım diyalogdaki bir espri gerçekaslında. Adam otoparka kat çıkmak istiyor, binayı yenilemek içinyıkıyor ve teni temel atılacakken aşağıdan Agora kalıntılarıçıkıyor. İkiçeşmelik’ten şöyle bir geçin her yerden tarihieser fışkırıyor. Defineciler açısından da bereketli birtoprak.

İzmir’ingeçmişinden sıkça bahsediyorsunuz romanınızda. Yahudisiyle,Hıristiyanıyla ama öyle ama böyle yaşamışlar uzun yıllarboyunca. O günlerden bakınca bugün gelinen noktayı nasılyorumluyorsunuz?

İzmir’deşüphesiz bir arada yaşam kültürü vardır. Hoşgörülüdüresasında nedeni de liman kenti olmasındandır. Yabancılarlatanışma ticaretin de verdiği rahatlıkla çok daha kolay olmuştur.İzmir coğrafi güzelliğiyle de sıkça Akdeniz’in incisi olarakilgi çekmiştir. Levanten dediğimiz Akdenizli tüccarlardan tutunYahudi topluluklara pek çok kesim bu kenti tercih etmiştir. Odönemlerde en yoksul ve ağır işçi kesimin Müslümanlar olduğunusöylemek yanlış olmaz.

Defineciliğinher zaman birilerinin ekmek kapısı ya da umudu olduğunu biliyoruz.Ama bu işin bir de toplumsal boyutu var, bu aslında bir devlethazinesi, böyle bakınca ahlaki sorun da ortaya çıkıyor. Buna nediyorsunuz?

Devleteteslim etmedikleri sürece yapılan hırsızlıktır buna dair çokbir şey söylemeye gerek yok. Ülkenin değerini kim maddi çıkariçin satıyorsa o hırsızdır. Tabii ki roman karakteriniyargılamak bizim işimiz değil. Romancı hırsızları da arsızlarıda katilleri de gaspçıları da anlatır. Çünkü biz insanıanlatıyoruz. Ancak bittiğinde okurda “definecilik iyiymiş”gibi bir düşünce uyanacağını da zannetmiyorum.

Romanınızdabir türlü olamamış, hayata ayak uyduramamış karakterler gözeçarpıyor. Sizin gibi toplum nezdinde bir yer edinmiş, başarıyaulaşmış birinin gözünden bu insanları anlatmak nasıl birduygu?

Nekadar başarılı olduğum tartışmalı elbette ama ben edebiyatınharika işler yapıp başarıya ulaşmış insanları anlatan birsanat olduğunu düşünmüyorum. Kişisel gelişim kitabıyazmıyoruz. İnsanı ve insan doğasını anlamaya çalışıyoruz.Toplumun küçük bir kesimi dışında büyük bir bölümüyoksulluk, yaşam kaygısı, her an kaybetme korkusu veya zatenkaybetmiş şekilde yaşıyorsa evrensel karakterler kuşkusuzburalardan çıkıyor.

Flaubert Madam Bovary’yi yazarken onun iççelişkilerini iyi kavradığı için ölümsüz bir karakteryaratabilmiştir. Yoksa sulu zırtlak bir aşk kitabı yazıp işiniçinden çıkabilirdi. O iç çelikiler, namus vb… kavramlar ogünün toplumunda eleştirildi ve Flaubert yargılandı. Kim buMadam Bovary sorusuna ise mahkemede “Madam Bovary benim” diyeyanıt verdi. Ben de aynı düşüncedeyim. Bu antikahramandiyebileceğimiz yitik karakterlerin içinde ben de varım.

Avrupaile Türkiye’yi de sık sık kıyaslıyor, hayallere yurtdışınıkoyuyor, ama o uzak topraklarda da yer edinememişliği anlatıyor vemaruz kalınan ırkçılığı gözler önüne seriyorsunuz. Sizcegitmek çözüm olabilir mi?

Butabii siyaseten konuşulması gereken bir konu… Bir yıla yakınHamburg’da yaşama fırsatım oldu. Oradaki gözlemlerimi romanaaktardım. İnanın ki kolay değil. Ben kimseye gitme diyememsonuçta buna hakkım yok. Ancak bu ülkeyi daha iyi bir halegetirmeyi ve gidişlerin durmasını çok arzu eden birisiyim. Bumücadeleyi vermek için Türkiye’deyim. Yine de büyük konuşmakistemem, nelerle karşılaşacağımızı bilmiyoruz çünkü. Sadecekalmak için mücadele etmeye devam edeceğim.

Sonolarak, aile içi çatışmaları da romanınıza yediriyor vehikâyeye derinlik katıyorsunuz. Malumunuzdur ki edebiyat ilepsikoloji arasında güçlü bir bağ var. Bunu sağlamak için ayrıbir çalışma yapıyor musunuz?

Siyasetten,tarihten bahsettim ama psikoloji konusunda herhangi bir bilgim yok.Her ortalama okuryazar kadar okumuşumdur o konuda. Ancakkarşımdakinin kafasının içindeki düşünceyi ve o kişininduygusunu algılamaya çalışan bir kişiyim. Eskiden beri...

Buonların düşüncesine çok önem verdiğim ve kendimi onlara göredüzenlediğim için değil. Sadece tuhaf bir anlama, sezme çabasıdiyelim. Çocukluğumdan beri vardı bu. Cansız varlıkların bilebir hissi olduğuna karar verip ne hissettikleri konusundadüşünürdüm. Belki bu bir sorun bilmiyorum ama ilerleyen yıllardakarakter yaratmakta çok işime yaradı.

www.idrak34.com
Editor : Şerif SENCER
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
TEKNOLOJİ TÜMÜ
Eski İnsanlar Rüzgâr ve Güneşin Gücünü Nasıl Kullandılar?
Eski İnsanlar Rüzgâr ve Güneşin Gücünü Nasıl Kullandılar?

Modern dünyamızdan uzaklaşalım; elektrik yok, fosil yakıtlar yok, internet, telefon, araba, kısacası pek bir şey yok. Doğanın gücünü kendi yararınıza nasıl kullanırdınız?

ARŞİV ARAMA
PUAN DURUMU TÜMÜ
ANKET TÜMÜ
Asgari Ücret En Az Ne Kadar Olmalı?
NAMAZ VAKİTLERİ
Gazete Manşetleri
Yol Durumu