Ayşegül ÖZETİ| Sönmez’in yeni kitabı “Çağdaş Sanat Var Mı?” aklıma hemen bir karşı soruyu düşürdü ister istemez: Yok mu? Ya da mesele aslında bu kadar basit bir karşıtlığın çok mu ötesinde? Shakespeare bundan 400 küsur yıl önce “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu” derken aslında sadece Hamlet’in ontolojik kaygılarını anlatmakla kalmamış, anlaşılan kendisinden sonra gelen herkesin bu derin felsefi meseleyi yüzeysel bir şekilde ele almalarına da sebep olmuştu. Artık kimse varlık ve yokluk arasındaki ümitsiz savaşı ciddiye almıyor, bütün meselenin bu kadarla ibaret olduğuna (olmak ya da olmamak) tanıklık etmekle yetiniyor. Ama Ayşegül Sönmez’in öyle kolay kolay hiçbir şeyle yetineceği yok; hele ki mesele çağdaş sanat ise.
Günümüzün en etkili sanat eleştirmenlerinden biri olan Ayşegül Sönmez hayatının önemli bir bölümünü vakfettiği çağdaş sanat konusunda Türkiye’nin en yetkin isimlerinden biri şüphesiz. Gözlemleri, tespit ve analizleri çoğu zaman biz gazetecilerin (meslektaş demeye çok dilim varmıyor onun huzurunda, o eleştirmen, biz gazeteciyiz ekseriyetle) de dimağını aydınlatıyor. Nitekim “Çağdaş Sanat Var Mı?” (Everest Deneme, 2022) topu topu 175 sayfada konuyu farklı açılarıyla ele alıyor ve yaklaşık 100 yıllık tartışmaları da hatırlatarak okura son derece eğlenceli bir zihin egzersizi yaptırıyor. Marcel Duchamps’dan giriyor, Tanpınar’dan çıkıyor; King Crimson, David Bowie ve John Lennon’dan giriyor, Ömer Uluç, Jeff Koons, Joseph Beuys’tan çıkıyor. Kısa bölümler halinde ele aldığı her başlıkta çağdaş sanatı yeniden tanımlıyor, kimi kez yerden yere vururken, kimi kez de hak ettiği kaidenin üzerine yerleştiriyor. Ve en nihayetinde sorduğu soruya “İnanırsan vardır, inanmazsan yoktur” diyerek yarı teolojik bir yanıt bile veriyor: elbette ki sorunun manasızlığını vurgulamak için.
Kitaptan aklımda kalan bölümlerin başında sanırım Maurizio Cattelan’ın müze duvarına bantladığı muz ve oradan hareketle Sönmez’in mükemmel analiziyle “Bu bir pipo değildir’e gerek yoktu artık, Bu bir pipodur yeterliydi” saptamasını yaptığı kısım geliyor. Ayrıca sürdürülebilir bir dünya ve sanat için bazı heykellerin geri dönüşüme sokulmasıyla ilgili kışkırtıcı fikir de aklımı uzun süre meşgul etti doğrusu. Hatta kitabın sonunda Sönmez bu konuyu okurların görüşüne sunuyor ve eserlerini eritmek isteyeceğiniz heykeltraş(lar) hangisi diye bir soru yöneltiyor. Gerçi heykellerin sistematik olarak saldırıya maruz kaldığı ve kırılarak, ortadan yok edilerek, “ucube”leştirilerek tukaka edildiği ülkemizde belki de anlamını yitiren bir soru ama yine de üzerinde düşünmeye değer sanki.
Okurken alacağınız keyif bir yana, artık bir çağdaş sanat (ya da güncel sanat, frenkçesiyle contemporary art) eseriyle karşılaştığınızda ona farklı bir gözle bakmaya başladığınızı fark edecek ve daha da önemlisi gerçek sanatla taklit ya da özenti sanat arasındaki farkı da çözmeye başlayacaksınız. Sanatçı, sermaye, izleyici arasındaki sömürü dinamikleri üzerine de bir hayli fikir sahibi olacağınıza eminim. Hatta kim bilir, hangi noktada sistemin sizi de sömürmeye başladığını fark edip, itiraz mekanizmalarını devreye sokmanız bile mümkün olabilir. Ha bir de, kitabın sonunda Sönmez’in okura sorduğu “Çağdaş sanat dünyayı değiştirir mi? Neden?” sorusuna yanıt vermeyi de ihmal etmeyin; hem okuduklarınız zihninizi ne kadar açtı ya da bulandırdı (her ikisi de amaçlanmıştır kanımca) onu anlamak adına hem de artık yazarların da okuru çalıştırdığını fark etmeniz adına. Değil mi ama, kitap okurken bile boş oturamıyoruz ve elimize kalemi alıp çalışıyoruz…:))
Editor : Şerif SENCER