İrlanda ÖZETİ| kökenli İngiliz tiyatro yazarı-yönetmen Martin McDonagh (Londra 1970), Altın Aslan yarışına kâğıt üzerinde yine ABD yapımı olarak gözüken ancak İrlanda’da küçük bir adada çekilmiş özgün kara mizah örneği “The Banshees of İnisherin” ile, derinlikli, güçlü, taptaze bir soluk getiriyor.
2017’de, üçüncü uzun filmi “Three Billboards Outside Ebbing, Missouri” ile En İyi Senaryo Altın Aslan’ı kazanmış olan Martin McDonagh, bu kez ıssız denebilecek kadar sakin bir adada yaşayan bir avuç insan arasındaki ilişkilere, sevecen ama alaycı gözlerle, geniş açılardan bakıyor. 1920’lerde alevlenen İrlanda İç Savaşı’nın uzaktan uzağa duyulan top sesleriyle kendini hatırlatmasına karşın dar dünyalarının dışına çıkamayan, biri iç çelişkilerinin çok iyi farkında, diğeriyse alabildiğine umarsamaz ancak inatçılıkta birbiriyle yarışan iki ada sakini arasında yaşanan absürt çekişmeyi acı acı gülümseyerek izliyoruz...
Martin McDonagh, sıradan günlük ilişkilerin derinliklerinde yuvalanan bu ruhsal dalgalanmalara, incelikli kara mizah eşliğinde, gerçekçi ve sevecen gözlerle odaklanmış.
Brendan Gleeson’un (Dublin, 1955 yorumladığı yaşını başını almış “feylozof” karakter, varoluşun anlamı ya da anlamsızlığı üzerine kafa yorarken Colin Farrell’in (Dublin, 1976) canlandırdığı uçarı genç adam, günlük küçük dertlerinin dışına çıkamayan, kuşkusuz iyi niyetli, bir o kadar da saf ve geveze bir kimliğe sahiptir...
Yaşadığı ciddi bunalımın pençesinde kıvranarak içine kapanan yaşlı adam, diğerine, “Artık seninle konuşmak istemiyorum, beni lütfen rahat bırak. Bundan sonra yanıma yaklaşıp bir laf edersen, her seferinde sol elimin bir parmağını keserek sana vereceğim!” diye ihtarda bulunur. Üstelik, keman çalmayı seven bir müzisyen olduğundan, sol elinin parmakları çok değerlidir onun için ...
Sonuç mu? Keman çalmaya elveda! İnsanoğlu işte böyledir, pek kolay değişmez, dediğim dediktir, hele bir yaştan sonra... İster inatçılık koyun adını ister tutarlılık deyin, insanoğlu kendine ve hemcinslerine işkence etmeyi de çok iyi bilir...
Ancak çoğu kez, yaşadığımız acıların gerisinde, bireysel yanlışlarımızdan öte, özelde yakınlarımızın, genelde de toplumun etki ve baskısı yok mudur?
Parçalanmış aileler gerçeğinin bireysel düzeyde yarattığı sorunlara eğilen Altın Aslan adayları Rebecca Zlotowski (Paris,1980) “Les enfants des autres”, Emanuele Crialese (Roma, 1965) de “L’immensita” adlı filmleriyle duyarlı iki örnek imzalıyorlar...
Bugün İran’da hapse atılan Jafar Panahi’nin, İtalyan yönetmen Gianni Amelio’nun ve Hollywood sinemasının bu yılki ağır topu, Andrew Dominik’in Marilyn Monroe’yu anlattığı filmleri izlemeden, cumartesi akşamı verilecek ödül listesi üzerinde tahmin yürütmek kuşkusuz yanlış olur. Ancak şu noktayı vurgulamak gerekiyor: Festival öncesinde, seçkilere bakıldığında gözlemlenen, başta Amerikan sineması ve platformlar olmak üzere, Batı ülkelerinden gelen filmlerin oluşturduğu ezici çoğunluk, Venedik’te yaratıcı sanat sinemasına verilen önceliği sulandırmamış, tam tersine pekiştirmiş.
www.idrak34.comEditor : Şerif SENCER