Mantıken düşündüğümüzde vücudumuzun ortalama sıcaklığı ile hava sıcaklığının aynı olduğu noktada rahatsız hissetmememiz gerekiyor. Fakat bu mümkün değil. Peki nasıl?
Hava sıcaklığı ile vücut sıcaklığımız arasındaki dengenin nasıl işlediğine ve bizi bunaltanın aslında ne olduğuna bakalım.
Öncelikle ısı ve sıcaklık kavramlarını birbirinden ayırmakta fayda var.
Aslında bu iki tabir, birbirinden oldukça farklıdır ancak vücut sıcaklığı yerine genellikle vücut ısısı ibaresi kullanılır. Isı, hepimizin bildiği gibi termometre ile ölçülür, derece birimi ile ifade edilir ve iki sistem arasında transfer edilen toplam enerjiyi gösterir. Sıcaklık ise o ortamdaki ortalama enerjiyi ifade eder.
Peki vücut sıcaklığımızın ortalama neden 37°C olduğunu hiç düşündünüz mü?
Vücudumuzun sıcaklığının ne kadar olduğuna dair ilk öngörü, 1851’de Alman doktor Carl Reinhold August’dan geldi ve o zamandan bu zamana, 37°C yerleşik bir standart haline geldi. Ayrıca 2017’de 35.488 kişi üzerinde yapılan çalışmayla, ortalama vücut sıcaklığının 36,6°C olduğu ortaya çıktı.
Elbette bu sayının genel geçer kabul edilmesi mümkün değil. Kadınlar çoğunlukla erkeklerden daha yüksek vücut sıcaklıklarına sahip ve gençlerin vücut sıcaklığı da yaşlılara göre bir hayli yüksek. Bu nedenle ideal vücut sıcaklığının, insanlar arasında farklılık gösterdiğini atlamamak gerekir.
İnsan vücudu, adeta sürekli olarak ısı üreten bir motor gibi çalışır.
Spor yaparken, evde dinlenirken ya da şu an bu içeriği okurken bile vücudumuz, devamlı olarak ısı üretmeye devam eder. Bedenimizin 37°C’lik ideal sıcaklığında kalması oldukça büyük bir öneme sahiptir. Çünkü aksi bir durum gerçekleştiğinde vücudumuzun işlevi bozulmaya başlar.
Yani vücudumuz, sahip olduğu ısıyı dengelemek için uğraşır. Bu dengenin sürdürülebilmesi için de vücudumuz, kendi içinde bir mekanizmaya sahiptir. Örneğin evinizdeki kalorifer sistemini 25°C’ye ayarladığını düşünün. Otomatikman sistem bu dereceye ulaştığında durur, altına düştüğünde ise tekrar çalışmaya başlar.
İnsan vücudu da tıpkı buna benzer bir mantıkla ilerler.
Vücudumuzun sıcaklığını kontrol eden merkez, beynimizdeki hipotalamustur. Buradaki yapı, merkez bir termostat gibi çalışır ve bu termostatın olması gereken nokta da 37°C’ye ayarlıdır. Aynı zamanda bu ayar, derimizin sıcaklığı ile de artıp azalma eğilimi gösterebilir. Yani bu sıcaklığın olması gereken nokta; sabit olmayan, dinamik ve dış ortam sıcaklığına göre değişkenlik gösterir.
Dış ortam soğuk olduğunda deri sıcaklığı azalacak ve hipotalamusun, sıcaklık ayar noktası yükselecektir. Aynı şekilde deri sıcaklığı yükseldiğinde de kontrol merkezinin sıcaklık ayar noktası düşecektir.
Vücudumuz oldukça güneşli ve bir o kadar da sıcak günlerde, kendi sıcaklığını düşürmek için bir çözüm yolu üretir. Bu yol, terlemekten başka bir şey değildir.
Bir diğer ifadeyle bazı mineralleri ve iyonları içeren tuzlu suyun damlacıkları buharlaştıkça, vücudumuzdan ısı emilimi gerçekleşir ve biz, serinlemeye başlarız. Ayrıca nemli ortamlarda vücut sıcaklığını düzenleyen bu mekanizma, aslında olması gerektiği gibi çalışmaz.
Özetle ısı; vücudumuz gibi yüksek enerjili bir bölgeden, çevremiz gibi düşük enerjili bir bölgeye geçerken transfer gerçekleştirir. Fakat hem vücudumuz hemde bulunduğumuz ortam aynı sıcaklıkta ise bu ikisi arasında ısı transferini engelleyen sıcaklık farkı bulunmaz.
Bizim bir hayli bunalmamıza sebep olan etkenlerin en başında da nem oranı gelir. Nemin oldukça yüksek olduğu bir havada ne kadar terlersek terleyelim, serinlediğimizi hissedemeyiz. Bunun sebebi de terimizin olması gerektiği gibi buharlaşamamasından kaynaklanır.
Kaynaklar: Rush, Science ABC, Scientific American