19 Mayıs 1919… Koskoca bir asır ve dört yıl geçmiş üzerinden…
Gençliğe armağan edilmiş bir bayram…
Milletimizin her ferdi ve hep birlikte coşkuyla, heyecanla kutladık diyememek …
Boğazımızı düğümlüyor..
Umutsuz olmalı mıyız?
Hayır, hem de kocaman bir hayır!
Neden? Çünkü o günün gerisinde var olan “umut” geleceğimize yön verecek kadar büyük…
Bu umudu tazelemek istedim bugün… İstanbul’da Mustafa Kemal’in karşı karşıya kaldığı umut kırıcı gelişmeleri hatırlatmak, yolundan dönmemenin umut vericiliğine işaret etmek istedim.
13 Kasım 1918… İşgalcilerin onur kırıcı davranışları… Halkın çaresizliği, yoksulluğu… Mustafa Kemal’in deyimiyle “Türkiye için sorun, bütün varlığını kaybetmek neticesine varacak kadar öldürücü.” (F.R.Atay, Kemal Atatürk Anlatıyor, 76)
Mustafa Kemal böylesine bir ortamda “Geldikleri gibi giderler” diyebilmiştir. Söylemesi ne kadar kolay değil mi? Mustafa Kemal için kolaydır bu cümleyi söylemek. Çünkü bu cümlenin ardında daha öğrencilik yıllarından itibaren ilmek ilmek örülen düşünsel hazırlık vardır… Sıra uygulamaya geldiğinde umut kırıcı pek çok engelle yüz yüze kalır.
Ahmet İzzet Paşa’nın yeniden başbakan olmasını sağlamak ve bu kabinesinde savaş bakanı olmak istediğinde yaşar ilk şaşkınlığını. Fethi Okyar ile birlikte çıkardıkları Minber gazetesinde, Fındıklı’daki Meclis koridorlarında milletvekillerinin Tevfik Paşa hükümetine güvenoyu vermemeleri için çabaladığında ona desteklerini açıklayanlar ikballerini düşünüp sözlerinden döndüğünde tek kelime ile şaşkındır. Tevfik Paşa 124 milletvekillinden 91’inin oyuyla güvenoyu alırken Mustafa Kemal kabine düşürmeye yeltenen hırslı bir kişilik olarak gösterilir, karalama kampanyası başlar. O, yılmaz. Padişahla görüşüp ülkenin karşı karşıya kaldığı öldürücü durumu açıkça anlatmak ister. Padişahla o gece değil üç gün sonraki cuma selamlığında görüşebilir ancak. Uzun bir görüşmedir bu. Hani padişahın ordu konusunda güvence istediği konuşma… Mustafa Kemal görüşme odasından çıktıktan sonra ayakta bekleyen devlet büyüklerinin kendisini süzen bakışlarıyla karşılaşır. O gün bu bakışlara anlam veremez. 21 Aralık’ta padişah Meclisi kapatınca anlar. Fısıltı ve karalama kampanyası yine ve çoktan başlamıştır. Güya bu görüşmede padişah meclisi dağıtmak için onun görüşünü sormuş, Mustafa Kemal “Kapatılsın” demekle kalmamış ordunun da böyle düşündüğünü söylemiş.. (Atay, 108) Böylece hem Meclis’in kapatılmasına uygun kılıf, hem orduyu yıpratma gerekçesi, hem de Mustafa Kemal’i silah arkadaşları nezdinde güvenilmez kılacak gerekçe bulunur.
Neden? Çünkü Arıburnu ve Anafartalar kumandanından sarayda, başbakanlık için el ovuşturan Damat Ferit de, işgalciler de rahatsızdır. Ve her birinin amacı Türk vatan ve milleti değil, yine ikballeridir. Şişli’deki evi karargâha çeviren Mustafa Kemal adeta göz hapsine alınır. İstanbul’dan uzaklaştırılmak istenir. Nasıl mı? 7 Şubat 1919’da General Allenby İstanbul’a gelmiştir. Hani Dünya Savaşı’nda L. von Sanders ve ordularını perişan eden İngiliz generali…. Osmanlı Savaş Bakanı’nı ve Kurmay İkinci Başkanını karşısına alır, cebinden bir not defteri çıkarır. Bakan ve kurmay başkanı bir şeyler söylemek isterse de izin vermez. Emredici bir tonda “Sizi görüşmek için değil, bazı isteklerimi söylemek için kabul ettim” der. İsteklerinden biri de Mustafa Kemal’in Musul’un işgalinin ardından Nusaybin’e çekilen 6. Ordu Komutanlığı’na atanmasıdır. Amaçlarına ulaşamazlar çünkü Mustafa Kemal bu atamayı kabul etmez. Etmeyince cezalandırılır. Emir subayı, otomobili alınır, ordu komutanlığı ödeneği kesilir. Onu ne olursa olsun İstanbul’dan uzaklaştırmak için fırsat kollamayı da sürdürürler. Biliyorlardır ki silah arkadaşları ve pek çok yurtsever ona güvenmektedir. Milletin ve memleketin kurtuluşunda öncü olabileceği hissedilmektedir.
KARALAMA KAMPANYASI
Aynı günlerde orduya yönelik karalama kampanyası da başlar. En ağır hakareti Hukuk-u Beşer yapar. Mustafa Kemal’i kastederek ordu komutanlarını “haydutbaşı” olarak anar. Subayları hırsızlıkla, ahlaksızlıkla, soygunculukla suçlar. Amaç Türk ordusunu manen de çökertmektir. Mustafa Kemal hakaretleri onuruna yediremez. Savaş Bakanlığı’na yazdığı bir dilekçe ile yanıt verir. Bakanlık ne yapar? İşlem yapmak yerine el altından yazısını aynı gazeteye servis eder. Gazete hakaretlerini sürdürmekle kalmaz, yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali Mustafa Kemal’i dava eder. (Ş. Halıcı, Yüzellilik Gazeteciler). Tutuklanma tehlikesi vardır. Sadettin Ferit Bey karşı tarafın avukatıyla görüşüp orta yol bulmak isterse de bu isteği Mustafa Kemal Paşa reddeder. “Ben haklıyım, geri adım atmam” der. Avukatı Sadettin Ferit Bey’den olabildiğince davayı geciktirmesini ister. Zira 9. Ordu Müfettişliği görevi için ataması çıkmıştır.
‘BİR ŞEY YAPACAĞIM’
Herkes memnundur. İstanbul’un işgalinin ardından başbakan olan Damat Ferit güçlü rakibini kentten uzaklaştırdığı için padişah, İngilizlerin Samsun tehdidini bertaraf edip onlara yaranacağı için memnundur. Mustafa Kemal ise arkadaşlarıyla sözleştikleri gibi Anadolu’da buluşacağı için mutludur. Falih Rıfkı’ya şöyle diyecektir: “Nezaretten çıkarken, heyecanımdan dudaklarımı ısırdığımı anımsıyorum. Kafes açılmış, önünde geniş bir âlem, kanatlarını çırparak uçmağa hazırlanan bir kuş gibi idim.” (Atay, s.137)
Kulağından olduğu ameliyatın acısı da tutuklanma tehdidinden duyduğu sıkıntı da yok olmuştur. Yanında yol arkadaşlarının güveni vardır. Görev içeriğini hazırladıkları Kâzım İnanç’a şöyle der. “Her ne neden ve amaçla, beni İstanbul’dan uzaklaştırmak için bir vesile aramışlar ve bu görevi bulmuşlar. Hemen kabul ettim… Madem ki onlar önerdiler, fırsattan mümkün olduğu kadar yararlanmalıyız!” Kâzım Paşa sorar. “Bir şey mi yapacaksın?” Kulağına eğilir ve “Evet bir şey yapacağım” der. Tıpkı Damat Ferit’in evinde Cevat Çobanlı Paşa’ya söylediği gibi. (133-134, 141-142)
Ve yola çıkar. Türk vatanını bağımsız, Türk milletini onurlu kılacak koşulları yaratmak için. Milliyetçilik de işte budur.