Kahramanmaraş merkezli iki depremin ardından, yurttaşların barınma sorununa çözüm bulmak için İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin başlattığı ‘Bir Kira Bir Yuva’ kampanyasına Halk TV ev sahipliği yaptı.
Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde gerçekleşen sanat, spor, edebiyat ve siyaset dünyasından birçok ismin katıldığı gece hepimizi çok heyecanlandırdı.
İzmirliler olarak, 30 Ekim 2020’de şehrimizde gerçekleşen deprem sonrası başlatılan ‘Bir Kira Bir Yuva’ kampanyasının Kahramanmaraş depremleri sonrasında da devam ettirilmesine çok mutlu olduk.
Ülkemiz adına, insanımız adına ve şehirlerimizin yeniden ayağa kalkması adına başlatılan bu projeye destek veren herkese şükranlarımızı sunuyoruz. Bu tür organizasyonlar, yaşadığımız büyük felaketin ardından birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde daha önemli bir hal almakta.
Lakin, devleti yönetenler her nedense gerek kullandıkları dil, gerekse seçtikleri sözler ile bir yandan bu birlik ve beraberlik ortamına gölge düşürüyorlar bir yandan da kutuplaşmayı artırarak, devlet adabına yakışmayan davranışlarda bulunmakta ısrar ediyorlar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Kızılay nerede’ sözlerine verdiği “Be ahlaksız, be namussuz, be adi” sözleri bunun en büyük kanıtı olsa gerek.
Binlerce vatandaşımız soğukta çadır beklerken, geçici tuvaletlerin düzenlenmesini, yemek ihtiyacı gibi birçok ihtiyaçlarının karşılanmasını beklerken, iktidarın hiçbir ciddi hazırlığının olmadığını, afet yönetiminin çöktüğünü sorgulayanlara verilen bu cevap elbette hiç şık olmamıştır.
Bu kötü sözler, hem kullanılan dilin ayrıştırıcılığı bakımından hem de devletin en üst makamından gelmesi bakımından sanıyorum ki herkesi çok rahatsız etti.
Unutulmamalı ki bir arada barış içinde yaşamanın ilk adımı, birbirimizi dinlemek ve anlamaktan geçmektedir. Bizim kültürümüzün en önemli öğelerinden Mevlana’nın eseri Mesnevi’nin de ilk beyiti ‘Bişnev/dinle’ ile başlar.
Buna karşın, birbirimizi dinlememek, bırakın dinlemeyi yapılan eleştirilere de bu üsluplar ile cevap vermek en başta kendi içimizdeki barışa en büyük darbeyi vurmaktadır.
Ülkemiz siyasetinde, nezaketten, hoşgörüden uzak devam eden derin bir üslup sorununun olduğu çok nettir.
Üslup konusunda, yine Mevlana’dan örnek verecek olursak; şöyle demektedir; “Kalp denizdir dil ise kıyı. Denizde ne varsa kıyıya o vurur. ”
Bizden çok uzaklarda farklı bir toplumda yaşayan ama bu konuda aynı ortak paydada buluşan, Amerikalı yazar Dale Carnegie’e kulak verecek olursak o da şöyle demektedir: “Söz söylemekte, sözcüklerden üstün olan bir şey vardır ki, sözü etkileyen odur; bu da onun söylenişindeki tattır. O yüzden söylenenden çok, söyleyiş tarzına bakılır.”
Kendi adıma bu düşüncelerin her ikisini de çok değerli ve hak verilir buluyorum. Ülke genelinde en tepeden en aşağıya kadar üslup konusunda daha çok fırın ekmek yememiz gerekiyor.
Kişisel hesaplaşmaların merkeze alındığı, her bir demeç ve söylevin intikam aracına dönüştürüldüğü böylesi bir ortamda şüphesiz ki bu anlayışın toplumu kamplara bölerek, kutuplaşmalar yaratmasından başka bir getirisi bulunmamaktadır.
Dahası bu sorumsuz davranış, var olan toplumsal gerginlikleri daha da tırmandırarak yeni düşmanlıklara sebep olmaktadır.
Bu topraklar içerisinde yaşayan herkes farklılıkları hazmetmeli ve birbirinin farklılığına saygı göstermeyi bilmelidir.
Demokratik yollardan yapılan çözüm önerilerine kapıları kapatmak, kendi fikir ve uygulamalarının doğruluğunda ısrar etmek, öneri ve eleştirileri ciddiye almamak, son günlerde her zaman olduğundan daha fazla sosyal barışa, birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyan ülkemize yapılabilecek en büyük kötülüktür.
Haksız mıyım?