Tarih boyunca en fazla boğuştuğumuz doğal afetlerden deprem ve tsunami ikilisi, dün akşam Hatay'da yaşanan deprem ile ve sonrasında tsunami gerçekleşeceği uyarılarıyla bize kendini tekrar hatırlatmakta gecikmedi. Yine bu doğal afet ikilisi, ikisinin de ne zaman gerçekleşeceklerini önceden öğrenemiyor oluşumuzdan dolayı şimdiye kadar milyonlarca can aldılar. Halbuki, günümüz teknolojisiyle bu olaylara karşı önlemler almak da 10-20 saniye öncesinden de olsa gerçekleşeceklerini öğrenmek mümkün.
Deprem başta olmak üzere bu iki afete karşı ortaya çıkardığı yaratıcı çözümlerle düzenli olarak karşımıza çıkan Japonya, tahmin edebileceğiniz üzere tsunami önlemlerine gelince de en fazla ilerleme kateden ülkelerden biri. Peki, tüm bunları nasıl başarıyorlar ve faydalandıkları imkanlar neler? Japonya örneğine kıyasla Türkiye'nin aldığı önlemler ne durumda?
Japonya'nın deprem odaklı deprem ve tsunami stratejisi, insanları depreme karşı 10-20 saniye öncesinden uyarabilme özelliğine sahip olan sensörlerden ve anlık hızlı kararlar alabilmesinden oluşuyor.
Depremden önceki bu 10-20 saniyelik süre zarfı, her ne kadar ilk bakışta çok dar bir zaman aralığıymış gibi görünse de aslında binlerce hayat kurtarabilmek için yeterli bir süre.
Japonya bu süreyi elektrik şebekelerini ve doğal gaz boruları gibi kritik altyapıları devre dışı bırakarak değerlendirdiği gibi, depremin gerçekleşeceği bölge çapında alarmları ve sirenleri aktive ederek vatandaşların daha güvende olacakları yerlere sığınmalarını sağlıyor. Fakat işin özü, sadece bu alarmlardan ve bir merkezden ibaret değil.
Gelelim sistemin mantığına. İlk başta deprem sensörü ve sismometre dediğimiz cihazlar, alttaki gibi sismograf dediğimiz düzeneklere yerleştirilip fay hatlarının üzerlerindeki okyanus yüzeyine bırakılıyorlar.
Görsel, Kyoto Üniversitesinin Afet Önleme Araştırmaları Enstitüsü'nün bir projesine ait.Bu düzeneğin içindeki büyük silindir bir sismometre (depremölçer), yeşil ufak silindir bir iletişim cihazı, yan yana dizili sarı silindirler lityum iyon pilleri ve koyu pembe dikdörtgen prizma şeklindeki cihaz ise bir kayıt cihazı.
Ağırlığı 120 kilogram olan bu düzenek, faylarda olağan dışı bir hareketliliğe rastlanması durumunda Japonya'ya sinyal gönderip eş zamanlı uyarıda bulunabilmektedir. En nihayetinde bu uyarıyı alan Japon yetkililer, kendilerine tanınan 10-20 saniye aralığında etkilenecek olan bölgenin kritik altyapısını tam zamanında kapatabiliyor ve tehlikede olan bölgeyi alarma geçirebiliyorlar. Buna ek olarak, tsunami tahmini de yapılabiliyor.
Sistemin Türkiye'deki en gelişmiş alternatifi, depremi sadece 5 saniye öncesinden haber verebiliyor.
İstanbul Afet Koordinasyon Merkezi'ndeki (AKOM) deprem sensörü, Japonya'daki muadiline kıyasla insanlara daha güvenli alanlara sığınmaları için yeterince uzun bir zaman aralığı tanımıyor. Sistemin sağladığı 5 saniyelik aşırı kısa zaman dilimi, merkeze yalnızca elektrik ve doğal gaz altyapısı gibi kritik altyapıları devre dışı bırakabilecek kadar zaman tanımaktadır.
Tahmin edebileceğiniz üzere bu sistem, her ne kadar durumun daha da kötüye gitmesini önleyebiliyor olsa ve depremin vereceği hasarı azaltabiliyor olsa da tsunamilere karşı savunma sağlamıyor. Çünkü ülkemizde olası bir devasa tsunamiyle başa çıkabilmek için gereken altyapı eksik.
Tsunamilere karşı alınacak tüm önlemler depreme karşı alınacak önlemlerden geçtiği için üstte bahsettiğimiz deprem sensörleri gibi teknolojilerden faydalanılarak, tsunami oluşturması mümkün fayların düzenli denetlenmeleri gerekiyor.
Nitekim Japonya'nın depreme karşı aldığı önlemler ve faydalandığı teknolojik imkanlar, az önce bahsettiğimiz şekilde tsunamilere karşı da kullanılabiliyor.
Bildiğiniz üzere deprem, sağlam binalar inşa etmeye başlayan Japonya için artık ciddi bir tehdit değil. Bu yüzden kendileri için asıl tehdit, depremden ziyade depremlerin sebep olduğu devasa tsunamiler.
2011'de yaşanan Fukuşima I Nükleer Santrali kazası, Japon tarihinin en yıkıcı tsunamilerinden biri olan Tōhoku tsunamisi sonrasında yaşanmıştı. Depremlerden dolayı neredeyse hiç kayıp vermeyen bu ülkede, dalgaları 15 metreyi aşan bu tsunamiden sonra 20 bine yakın can kaybı yaşandı ve Çernobil nükleer faciasına eş bir nükleer facianın yaşanmasının son anda önüne geçildi.
Bu tsunami ve Fukuşima faciası sadece Japonya için değil, aynı zamanda dünyanın kalanı için de büyük bir ders oldu. Avrupa Birliği ülkeleri ve bazı ticaret ortakları başta olmak üzere belirli ülkeler, benzer bir felaketin yaşanmaması için tehlikeli konumlarda olduğu düşünülen nükleer santrallerini kapatmaya, nükleer santrallerin inşa süreçlerini daha sıkı denetlemeye ve tsunami yaşanması olası kıyılara polder benzeri topraktan duvarlar örmeye başladılar.
Daha önceden tsunamilere karşı neredeyse hiç önlem almayan Japonya ise tsunaminin hızını kesebilmeleri için kıyılara deniz duvarları inşa etmeye başladı.
Tsunami de, yine sanıldığının aksine, sadece Japonya gibi okyanusa kıyısı olan ülkelere has bir tehlike değil.
Bu tehlike, Türkiye için de geçerli. Japonya'da depremlere ve depremlerin sebep oldukları tsunamilere karşı alınan büyük ve ciddi önlemler göz önüne alınınca, Türkiye'deki afet altyapısının eksikliğini fark etmek pek zor değil.
Son zamanlarda fark ettiğiniz üzere 1999 depreminden bu yana afetlere karşı alınmayan önlemler, 6 Şubat depremlerinde de olduğu gibi can almaya devam ediyor. Gerçekleşmesi için okyanuslar gibi çok geniş su bedenlerine ihtiyaç duyulmayan, Akdeniz ve Karadeniz gibi etrafı karayla çevrili denizlerde bile yaşanması mümkün tsunamilere karşı Türkiye olarak bizim de önlemler almamız gerekmektedir.
Hatay'da 20 Şubat'ta yaşanan depremi hatırlayın. Hatay, Güneydoğu Anadolu ve civarlarındaki faylar Akdeniz'e çok batmadıkları için buralarda gerçekleşen depremlerin ciddi bir tsunami açığa çıkarmaları pek mümkün değildir. Fakat bu durum, diğer kıyısal bölgelerimizin de tsunami tehlikesiyle karşı karşıya kalmayacağı anlamına gelmemektedir.
Türkiye'de Karadeniz Bölgesi haricinde denize kıyısı olan tüm bölgelerimizde tsunami riskinin her zaman var olduğu söylenebilir. Bunun sebebi, Karadeniz Bölgesi'nin genel rakımının diğer bölgelere kıyasla yüksek olması.
Ülkemizde tsunami riskinin en yüksek olduğu kısımlar, Kuzey Anadolu Fay Hattı'nın İstanbul'un güneyinden geçen kısmı ve Ege Denizi'nin güneyinde bulunan Helen Fayı veya sıkça bilinen ismiyle "Helen Yayı". Bu fay hatlarında açığa çıkacak olan bir depremin en az 3 metre yüksekliğinde tsunami dalgalarına yol açmaları gibi ihtimaller mevcut.
Tsunami yaşanma ihtimali olan bölgelerimiz için şimdiden gereken araştırmalara ve çalışmalara başlandığını söylemek mümkün.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin 2018 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi ile ortaklaşa hazırladığı “İstanbul Marmara Kıyıları Tsunami Modelleme, Hasar Görebilirlik ve Tehlike Analizi Güncelleme Projesi" ve 2019 yılında hazırladıkları "İstanbul İli Tsunami Eylem Planı" incelendiğinde, şimdilik en azından İstanbul için tsunami risk araştırmalarının sofistike bir düzeye getirildiği söylenebilir.
Boğaziçi Üniversitesinin Jeofizik Bölümü'nden Dr. Öcal Necmioğlu'nun kaleme aldığı "Türkiye’de Etkin Bir Tsunami Erken Uyarı Sistemi ve Tsunami Risk Azaltımı İçin Gereksinimler" yazısı ve niceleri, benzer bir şekilde tsunami riskine karşı uyarılarda bulunuyor.
Tüm bunlara ek olarak, Anadolu Ajansı'nın 4 Kasım 2022 tarihli bir haberine göre geçen yıl AFAD'ın, İBB'nin, Boğaziçi Üniversitesinin, Gebze Teknik Üniversitesinin ve Orta Doğu Teknik Üniversitesinin ortak bir "Tsunami Farkındalık Tatbikatı" gerçekleştirdiklerine ve 2021'de İstanbul'da ilk kez bir tsunami gözlem istasyonunun kurulduğuna da değinmek gerek. Tsunamiler için 5-7 dakika öncesinden uyarı verebilen bu tsunami gözlem istasyonu, AKOM'un 5 saniye öncesinden deprem tahmin sistemine kıyasla büyük yol katettiğimizi anlamına gelebilir.
Bahsettiğimiz tüm çalışmaların ve araştırmaların gerçekleştirilmiş olmaları, tsunami tehlikesine karşı ülkemizde şimdiden bir farkındalığın bulunduğu ve gereken önlemlerin alınmaya başlandığı şeklinde yorumlanabilir.
Kaynaklar: Anadolu Ajansı, Boğaziçi Üniversitesi, DergiPark, Deutsche Welle, Jeoloji Mühendisleri Odası, İBB