Aileler onlara bu tarz bir soru yöneltildiğinde, genellikle soruyu soran çocuklarının esas vermek istedikleri cevabı henüz doğru bir biçimde anlayamayacağından endişe eder ve geçiştirme yoluna giderek, doğrusunu zamanı geldiğinde öğrenmesi gerektiğini düşünür.
Peki bize açıkça ifade edilemeyen bu sorunun cevabı için neden leyleklerden bahsedildi ve bahsedilmeye devam ediliyor?
Bu efsanenin, aslında leyleklerle çok sayıda fiziksel benzerliği paylaşan turnaların, bebek çalmakla ilişkilendirildiği Antik Yunan’a kadar uzandığını söylemek mümkün.
Yunan tanrıçası Hera .via-text { background-color: rgb(0,0,0); /* Fallback color */ background-color: rgba(0,0,0, 0.4); /* Black w/opacity/see-through */ color: white; font-weight: 300; font-size: 0.75em; position: absolute; bottom: 0%; right: 0; z-index: 2; padding: 5px !important; text-align: left; }
Hikayeye göre Yunan mitolojisindeki doğum tanrıçası Hera, rakibi Gerena’yı, kocası Zeus’la ilişkisi olduğu için uzun boylu bir turnaya dönüştürür. Yeni doğan çocuğundan ayrı düşmek istemeyen Gerena da bebeği bir battaniyeye sarar ve gagasında çocuğuyla uzaklara uçup gider.
Ayrıca Paul Quinn, turna efsanesinin zaman içerisinde leyleğe evrildiğini ifade eder. Çünkü leylekler, evlerin çatılarına yuva yapan ve insanlara oldukça yakın bir yaşam süren hayvanlardır.
Londralı bir profesör de bu hayvanların doğası ve davranışları gereği, her daim aile hayatıyla ilişkilendirildiğini ve leyleklerin masallarda da bebeklerin imdadına yetiştiğini; göletlerde, bataklıklarda veya kuyularda kurtarıcı bir rol üstlendiğini sözlerine ekler.
Leylekler, 19. yüzyıla gelindiğinde ise masallarda daha da ağırlıklı bir şekilde ön plana çıkmaya başlar.
Central Park'ta Hans Christian Andersen heykeli .via-text { background-color: rgb(0,0,0); /* Fallback color */ background-color: rgba(0,0,0, 0.4); /* Black w/opacity/see-through */ color: white; font-weight: 300; font-size: 0.75em; position: absolute; bottom: 0%; right: 0; z-index: 2; padding: 5px !important; text-align: left; }
Hans Christian Andersen’in 19. yüzyılın henüz başlarında yayımladığı “Leylekler” masalının, bu efsanenin popülerleşmesinde ve yayılmasında payı oldukça büyüktür. Andersen’in bu masalında leyleklerin, yeni doğan bebekleri ailelerine götürmesini beklenir.
Yine bu kitapta bebeklerin, ileride hayal bile edemeyecekleri kadar tatlı rüyalar gördüklerinden bahsedilir ve çocuklar da kendilerinden küçük bir kız veya erkek kardeş sahibi olacağından oldukça heyecanlıdır.
Ayrıca Andersen’in bu masalı, dönem içerisinde neredeyse dünyanın dört bir yanına yayılır ve oldukça popülerleşir.
Londralı profesör tüm bunların yanı sıra leylek efsanesinin, Viktorya dönemi İngiltere’sinde ailelerin cinsel ilişki ve doğumla ilgili sorulardan kaçmak istemesiyle oluşturduğu bir senaryo haline geldiğini de ifade eder.
Bu leylek efsanesi, geçmişteki kadar olmasa da popüler kültürde hâlâ varlığını sürdürmeye ve yayılmaya devam ediyor.
Bebekleri leyleklerin getirdiğine dair söylemler, en basit örnekle anaokulu seviyesindeki çocukların öğretici kartlarında hâlâ yerini almaya devam ediyor ve bazı aileler de “ben nasıl dünyaya geldim?” sorusuna yanıt olarak, bu hikâyenin arkasına sığınmayı sürdürüyor.
Hatta bu hikâyeyle özdeşleşen başka bir durum da “leylek ısırığı”. Yeni doğmuş bebeklerin cildinde görülen ve ince kan damarlarının genişlemesiyle ortaya çıkan çeşitli doğum lekeleri, halk arasında masalın etkisiyle bu şekilde adlandırılıyor.
Bu efsane, Batı toplumlarındaki çocuklara, kimi zaman kabak tarlalarında doğduğu ve yetiştiği şeklinde de anlatılmaya devam ediliyor. Bu hikâye de muhtemelen bazı insanların, ekinlerle doğurganlık arasında kurduğu bir bağlantıdan kaynaklanıyor.
Cinsel sağlık alanında uzmanlaşan Spring Chenoa Cooper da bu üstü kapalı ve gerçeği yansıtmayan anlatıların, şaşırtıcı şekilde oldukça yaygın olduğunu söylüyor.
Uzman, bunun nedeninin de çoğu ebeveynin, bilimsel olanı ne zaman ve nasıl anlatacağı noktasında kararsız olduğunu ve pek çok kişinin, cinsel ilişkiyi oldukça küçük yaşta olan çocuklarına ne tarz bir üslupla açıklayacağını bilmemesinden kaynaklandığının altını çiziyor.
Ancak çocuklar üzerinde yapılan bu üzeri örtülü ya da gerçekten uzak anlatım ve tanımların, çocuklar için ilerde cinselliği konuşma noktasında oldukça büyük sorunlara davetiye çıkarabileceğini ve işin cinsel saldırı noktalarına kadar gidebileceğinden büyük oranda endişe duyduğunu sözlerine ekliyor.
Kaynaklar: BBC, History Daily