Akşam yemeğinizi dışarıdan söyleyeceksiniz veya dışarıda yemeye karar verdiniz.. Yanınızdaki kişi o soruyu soruyor; “ne yemek istersin?” Çevrenizde sayısız seçenek var. Fast food, ev yemekleri, ülke mutfakları, vegan veya vejeteryan çeşitler... Sırf yemek de değil, her güne, onlarca farklı seçeneğimiz olduğu duygusuyla uyanıyoruz. Hangi giysiyi giysek? Kiminle buluşsak? Nereye gitsek?
Belki farkında değilsiniz, ama yaşamınız seçimler ve kararlar arasındaki bir döngüden oluşuyor. Farkında olmamanız da olağan. Tıpkı bizim çağımız gibi geçmişin de seçeneklerle dolu bir dünya olduğunu düşünebilirsiniz. Oysa insanların yaşamlarının aynı veya benzer işlevleri gören ancak bazı özellikleriyle değişiklik gösteren gereçlerle ve tüketim ürünleriyle dolması çok da eski bir geçmişe dayanmıyor.
ÜRETİM, TÜKETİM VE SEÇENEK
Kısaca anlatırsak, sanayi devrimiyle başlayan üretim odaklı dönemde 20. yüzyıla gelindiğinde seri üretim bantlarının ortaya çıkmasıyla artan tüketim ürünleri, ticari anlamda insanların gündelikteki seçim olanaklarını daha önce görülmemiş biçimde fazlalaştırdı. İkinci Dünya Savaşı sırasında doğal olarak düşüşe geçen tüketim arzı, savaşın bitimiyle kurulan düzende yeniden hızlı bir yükseliş ivmesi yakaladı. 50’li yıllarda reklam olanaklarının televizyonun yaygınlaşmasıyla tüketim bir gereksinimden yaşam biçimine dönüştü. Kitleler için satın aldıkları ürünler kendilerini tanımlamak için bir araca dönüşürken, tüketimin devamlılığı kimi tezlerde demokrasinin aşırı uçlardan arındırılmasının da bir aygıtı olarak görülüyordu. ABD’deki sosyolojik yaklaşımlar İkinci Dünya Savaşı’na yol açan Hitler Almanyası’ndaki ortak bilinç propogandasının yol açtığı sonuçların demokrasinin eksiklerinden kaynaklandığı yönündeydi. Bu eksikler tüketim alışkanlıklarıyla kapatılabilir. Tüketim üzerinden toplumun sağaltıcılığı üstlenilebilirdi.
Ancak insanlık seçenekler arasında kaybolacağımız çağa henüz ulaşmamıştı. Burada karar verici rolü ise 68 kuşağı oynayacaktı. Savaş sonrası dünyaya gelmiş bu kuşağın Mao’nun Çin’de uyguladığı kültür devriminden etkilenen, eskiye ait ne varsa dışlayarak yeni bir dünya yaratma hedefi gerçekleşmemişti. Bu dönemde kitlesel hareketlerde bulunan kişiler üzerinde yapılan incelemelerde ise şu sonuç ortaya çıkıyordu; 68 kuşağının kitlesel bir devrimi başarabilmesindeki en büyük engel, kişisel olarak eski alışkanlıklardan kurtulmaktaki zorluktu. Bu da devrimin yönünü değiştirecek ve insanların iç dünyalarına yönelmesini sağlayacaktı. Ancak bu veriler psikoloji dalı için de paha biçilemez değerdeydi...
ARTIK SEÇENEKLER HER YERDE
Bireyin kendini tanımlayıp anlatmasına dayanan ve kendine özgü bir benlik oluşturduğu inancıyla toplumda var olmasına dayanan psikolojik yaklaşım, 70’lerle birlikte tüketimin de kendini yenilemesini beraberinde getirdi. Artık insanlar, yirmi yıl öncesinin kitlesel kalıplarıyla üretilen malları tüketmek istemiyorlardı. Özgün, kendilerini tanımlayabilecekleri ürünlere para vermeye gönüllülerdi. Önceleri “sokak modası” akımıyla modada karşılık bulan bu anlayış, zaman içinde her tüketim ürününe yansıdı. Günümüzde reklamların ana içeriğini müşteriye kendini özel hissettirecek mesajlar oluşturuyor. Bu durum üretime de yansıyor doğal olarak. Artık tek bir üretim bantı üzerinde sıralanan işçilerin ürettiği malların yerini, birbirinden olabildiğince farklı ve çeşitli görünen tasarım ürünleri aldı. Bu değişimin çok duyduğunuz bir ismi var; endüstri 4.0!
Sırf tüketici açısından değil üretici açısından da sol söylemle birleşen emek gücü kavramını yeniden tanımlamayı gerekli kılan bir çağdayız. Ne de olsa tek bir hat üzerinde aynı ürünü üreten kitlelerin birbirleriyle paydaş hissetmesi, üzerine “özel tasarım” etiketi yerleştirilmiş bir ürünün üretim sürecinde bulunan bir mavi yakalıdan daha kolaydır. Biz tüketim kısmına geri dönelim...
Artık neredeysen tamamen bir kararlar ve seçimler çağı içinde yaşıyoruz. Üstelik iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle insani karar alma süreçlerimiz de bu döngünün bir parçası olmuş durumda. Günümüzde, gönül ilişkilerinden, arkadaşlıklara her şey sosyal medya tasarımlarının içine yerleştirilmiş sıralı görsel içeriklerle kataloglaştırılmış. Seçim sizin. Kimi beğeneceğinizden, kiminle arkadaşlık etmek isteyeceğinize kadar her durumunuz, marketten seçtiğiniz ürünle neredeyse aynı karar verme sürecinin bir parçası. Bu da doğal olarak değersizlik duygusunu beraberinde getiriyor.
ANKSİYETE, ÖZGÜVEN EKSİKLİĞİ, PANİK
Karar verme süreçlerinin yaratacağı olası ruhsal sorunları ve baş etme yöntemlerini Psikolog Sim Korçan ile konuştuk.
- Günümüzde en sıradan eylemlerimiz için bile çok fazla seçenek arasından karar vermek durumunda kalıyoruz. Çok sık karar vermek insanların ruh durumunda nasıl etki ediyor?
Yaşamımızın her anı kararlarla dolu. O andaki ruh halimizin karar verme sürecine etkisi büyük. Bu durum giydiğimiz giysiden gün içindeki eylemlerimize kadar yansır. Teknoloji ile seçeneklerin artması etkili karar vermeyi zorlaştırdı. Seçeneklerin fazlalığı ile daha çok zaman ve enerjiye ihtiyacımız olur. Bu süreç ruhsal yorgunluk, anksiyete, özgüven eksikliği, panik, korku gibi sorunlara yol açabilir.
- Doğru karar vermek için ne yapılmalı?
İlk yapmamız gereken “doğru karar” algısını bırakmak. Bu algı insanı kaygılandıran bir durum. Gerçek şu ki hiçbir zaman “en iyi karar” yoktur. Karar verme sürecinde zorlanan danışanlarıma yönelttiğim soru; doğru seçeneğin onlar için ne demek olduğu. Etkili karar verme süreci streslidir ve bu durum normal. Kararı basitleştirmek ve gerçekten ne istediğini bilmek kilit noktalar. "Ben gerçekten ne istiyorum" sorusunu düşünmek, seçenekler arasındaki avantaj ve dezavantajları yazmak yararlı teknikler. Son olarak; kararın avantajlarına odaklanmak ve kişinin ikinci bir şüphe ile kendini değersizleştirmemesi de önemli.
- Peki bu soruyla bağlantılı olarak çevremizde çok fazla seçenek olması seçimlerimizi ve dolayısıyla kendimizi de değersiz görmemize neden oluyor mu?
Fazla seçenek kendimizi ruhsal anlamda güçlü hissetmemizi sağlarken bazı durumlarda özgüven eksikliklerine ve kendini değersiz görmeye yol açabilir. Kendimizden, verdiğimiz kararlardan şüphe etmeye başlayabiliriz. 'Doğru karar' kaygısı bu durumunun sebeplerinden biri.
- Küçüklükten beri verdiğimiz kararlar aynı zamanda baskın benliğimizin oluşması için de önemli bir etken. Peki çok fazla seçenek ve bunun yarattığı kararsızlık benlik inşamızdaki süreci nasıl etkiliyor?
Araştırmalar her kararın arkasında; düşünme ve hareket etmemizi şekillendiren gizli psikolojik etkenlerin olduğunu gösterir. Dolayısıyla bunlar iç içe kavramlar. Fazla seçenek ve yarattığı kararsızlık, benlik inşasının temellerinin güçsüz oluşmasına neden olabilir. Bu durum küçük yaşlarda oluşabilen özgüven eksikliğine bağlıdır. Fazla seçenek iç dünyamızdaki sorgulamaları artırırken, çevremizdeki kişiler ile kıyaslamalarımızı çoğaltır. Benlik inşa sürecinde kişinin sağlıklı ruh hali içinde olması önemli.
www.idrak34.com