Türkiye Yazarlar Sendikası’nın 21 Mart Dünya Şiir Günü Bildirisi bu yıl şair Mustafa Köz tarafından kaleme alındı.
İstanbul Kadıköy’de PTT önünde bugün saat 17.00’de ve Çanakkale’de M. Osman Korfmann Kütüphanesi’nde saat 17.30’da Çanakkale Kent Konseyi ve Çanakkale Kültür ve Sanat Derneği’nin katılımıyla TYS 21 Mart Dünya Şiir Günü’nü kutlama etkinlikleri yapılacak.
Aylık şiir gazetesi Çıngıraklı Sokak’ta, kuruluşunun ilk Dünya Şiir Günü’nü bugün saat 20.00’de Kadıköy Yeldeğirmeni Ali İsmail Korkmaz Parkı’nda kutlayacak.
Köz’ün kaleme aldığı bildiri, depremlerle büyük kayıplar veren yaralı Anadolu ve Mezopotamya halklarının sonsuz kardeşliğine adandı.
‘VARLIĞIN VE HİÇLİĞİN İLK YÜZÜ’
“Şairin Ülkesi, Vicdanıdır” başlıklı bildiri;
“Şiir; balçığın ortasında küfle, gümüşle kılıcını bileyen savaşçının işitilmez çığlığı, tolgası, harmaniyesi, bölünmüş toprağı, özgürlük ülküsü.
Şiir, yüreklerimizin soğuk ve yalnız eldivenleri.
Şiir; kâğıda, mermere, bazalta, ipeğe, kılıca işlenen kara sim.
Şiir varlığın ve hiçliğin ilk yüzü.
Şiir; içgüdünün, önsezinin, yoksulluğun, kuşkunun ve iyiliğin gizi.
Şiir, ateş böcekleriyle ışıyan gece.
Şiir, raylarda uyuyan kelebek.
Şiir, ruhun en içli, en derin, en sessiz, en soylu yaralarının şarkısıdır.
Şiir, yeryüzünün acı, hüzünlü müziğine, onun büyülü ritmine göre atan bir nabızdır.
Şiir, ekmek yapamaz ama ekmeğin kokusunu duyurabilir.
Şiir, dilin ve halkın vicdanıdır.
İktidarların kaba, yıkıcı söylevleriyle değil, halkın arı ve iyi kalpli sözcükleriyle yazılır o.
Şiir buradadır.
Bağlılığı istemeliyiz ona. Boyun eğiş yaşamadır yalnızca.
Yaşamın eylemlerimize kattığı her şey, şiire de yakındır.
Bilincimizde, yarınımızda bir değirmen taşı gibi döner şiir.
Yaşamın zümrütlerle, unutuşla ve kanla örüldüğünü anlamaktan uzak değildir.
Zaferi ve yenilgiyi bilir şiir. En işlek organlarımız kadar bağlıdır bize.
Saldırganlık hazzı, yitirme ve kazanma utancı gerçekten, gerçeklikten koparamaz onu.
Yönetme programlarından, bilgisayar görüntülerinden, en korkunç toplu öldürmelerden, kaplanların gevşek vuruşlarından, yaprağın ürpermesinden, haşhaş kapsüllerinden, büyük beyaz yumuşakçalardan, önemsiz savsözlerle kurulur belleğin o eşsiz söz oyunları.
Yakılmış insan kemiklerinden, çürüyen bitki ve hayvan leşlerinden henüz kullanmadığımız bir çığlık ve anlam dizgesi yaratılabilir.
Ruhlarımıza astığımız o küçük çan, sonsuzluğa ve tutsaklığa karşı yeniden ışıyabilir.
Emeğin, aşkın ve incir ağaçlarının yemişleri şiirle olgunlaşabilir.
Tel örgülerden, yığınaklardan, savaşlardan ve yersiz barışlardan kurulmuş bu büyük düş; devletlerin, dinlerin, zorbalığın bize taş iskeletler kadar yabancı tanrılarını, sınırlarını yok ettiğimizde gerçekleşecektir.
Gerçek şiir yasaların, yasakların, adaletsizliklerin donmuş, ikiyüzlü sözlüklerinde değil, evrensel barış ülküsünde, iyiliğin yeryüzünü sarıp sarmalayan uysal kanatlarında aranmalıdır.
Şiirin uçsuz bucaksız eşitlik ve özgürlük düşü, onu kutsal göklerden, sarayların ışıltılı odalarından kurtarıp sokağa çıkardığımızda insanlığın da evrensel düşü olacaktır.
“Şiir, doğası gereği devrimcidir” demişti Octavio Paz.
Evet, devrimcidir şiir, hiç değilse yeryüzü için...
Çünkü şiir, her şeydir.
Ve şairin kalbi yasasız, sınırsız, bayraksız, flamasız, ordusuz tek ülkedir.
Bu özgür ülke dün Şili, Meksika, Japonya, Endonezya, Yunanistan’la kardeşti; bugün de acılı Anadolu ve Mezopotamya toprağıyla kardeş...”