I. Dünya Savaşı esnasında, Amerika'nın dört bir yanından genç kadınlar, saat kadranlarını ışıldayan radyoaktif boyalarla boyamak için iş başvurusunda bulundular. Ancak kısa sürede parıldayan bu iş, onların hayatlarına mâl oldu.
Peki ya bu cesur kadınlar nasıl oldu da tarih sahnesinde unutulmaya yüz tuttu?
Radyoaktif element radyum, 1898 yılında Marie Curie tarafından keşfedilmişti ve kısa sürede tıbbın mucizevi bir buluşu olarak kabul edildi.
Radyumun ışıldayan özelliği, onu saat kadranları ve askerî cihazlar için mükemmel bir malzeme hâline getirdi. I. Dünya Savaşı sırasında radyumla boyanmış saat kadranları, gece karanlığında bile okunabilmesi nedeniyle büyük talep gördü.
Bu talebi karşılamak için açılan fabrikalarda çalışacak kadınlara ihtiyaç vardı. Çoğunluğu genç kızlardan oluşan işçiler, bu işi cazip buldular çünkü saat kadranı boyamak, dönemin ortalama fabrika işine kıyasla üç kat daha fazla maaş getiriyordu.
Kadınlar, bu işi hem ekonomik özgürlükleri hem de artan kadın hakları hareketine katkı sağlamak için bir fırsat olarak gördüler. Radyumun parıltısı, işin cazibesini artırıyordu.
"Hayalet kızlar" olarak anılan bu genç kadınlar, işten sonra dans salonlarına giderken giydikleri elbiselerin parlamasını sağlamak için radyum boyasını kıyafetlerine sürüyor, hatta bazen dişlerine bile uyguluyorlardı.
Ancak bilmedikleri bir şey vardı: Radyumun ışığı, aynı zamanda içlerinde bir saatli bomba taşıdıklarının işaretiydi.
Radyumla çalışmaya başlayan kadınlara, ince detaylar gerektiren kadran boyama işlemini doğru yapabilmeleri için bir teknik öğretilmişti: Fırçayı dudaklarının arasına alıp sivriltmek.
Bu 'dudak, boya, boya' tekniği sayesinde, fırça uçları en ince detayları bile kolayca boyayabilecek kadar sivriltiliyordu. Ancak bu teknik, her seferinde radyum boyasının küçük miktarlarda yutulmasına neden oluyordu.
Grace Fryer ve iş arkadaşları, bu yöntemi güvenle uygularken radyumun tehlikeleri konusunda hiçbir uyarı almamışlardı. Fabrika yöneticileri, radyumun zararsız olduğunu ve hatta sağlığa faydalı olduğunu söylüyordu.
Gerçekte ise radyumun insan sağlığına olan zararı uzun süredir biliniyordu. Marie Curie, radyumla çalışırken ciddi yanıklar yaşamıştı ve radyumun tehlikeleri konusunda uyarılarda bulunmuştu. Yine de bu bilgilerin işçilere ulaşması engellenmişti.
1922 yılına gelindiğinde, Grace Fryer'in çalışma arkadaşı Mollie Maggia, sebebi bilinmeyen diş ağrılarıyla boğuşuyordu.
Ağrıyan dişleri birer birer çekildi ancak yerine iyileşmek yerine kan ve iltihapla dolu acı verici yaralar ortaya çıktı. Çene kemiği yavaş yavaş çürümeye başladı ve sonunda doktor, Mollie'nin alt çenesini sadece parmaklarıyla çıkarabildi.
Mollie, 24 yaşında hayatını kaybetti. Ölüm raporunda yanlış bir şekilde frengiden öldüğü yazılıydı, bu da eski işvereninin suçlamalardan kaçmak için kullandığı bir bahaneydi.
Ancak Mollie, radyumun kurbanı olan ilk kişi değildi ve sonuncusu da olmayacaktı. Grace ve diğer kadınlar da benzer acılar çekmeye başladılar. Çene kemikleri çürüyordu, vücutlarında dayanılmaz ağrılar yaşıyorlardı.
USRC, işçilerin ölümlerinde herhangi bir sorumluluğu reddetti ve durumun şirketin itibarına zarar vermesini önlemek için gerçeği örtbas etmeye çalıştı. Ancak Grace Fryer, bu durumu kabullenmedi ve adalet arayışına girdi.
1927 yılına gelindiğinde, Grace Fryer ve dört çalışma arkadaşı, bir avukatın yardımıyla USRC'ye karşı dava açtılar.
Bu dava, dünya genelinde büyük yankı uyandırdı ve işçi hakları konusunda köklü değişimlere öncülük etti. Radyum kızlarının mücadelesi, Amerikan işçi sağlığı ve güvenliği yasalarının temellerini attı.
Bugün, bu cesur kadınların isimleri tarih kitaplarında nadiren yer alsa da onların cesareti ve fedakârlıkları sayesinde işçilerin hakları güvence altına alındı.Bu kadınlar, mezarlarında bile parlamaya devam edecekler... Unutulmamaları dileğiyle.
Kaynaklar: BuzzFeed, All That's Interestingİlginizi çekebilecek diğer içeriklerimiz: