Türkiye önemli ve riskli fay hatlarını bünyesinden barındıran bir deprem ülkesi. 1939’da Erzincan’da, 1999’da Gölcük’te, 2011’de Van’da, 2020’de İzmir’de, Elazığ’da ve daha birçok yerde defalarca yıkıcı sonuçlara gebe oldu. Hal böyleyken 6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen deprem de ne ilkti ne de sondu..
Kahramanmaraş merkezli olan ve 10 ili etkileyen bu depremden sonra ise terk edilen şehirler, yeniden kurulan şehirlere dönüşürken içindeki onca insana, hayvana, anıya ise “geçici” evler tahsis edilmeye başlandı. Bu geçici evlerden biri de deprem nedeniyle yeniden herkesin diline dolanan “prefabrik evler.” Ben de 1999 Gölcük depreminden sonra çocukluğunun yaklaşık 7 yılını prefabrik evlerde geçirerek büyeyen biri olarak depremin bir çocuk gözünden nasıl olduğu ve nasıl hisler bıraktığını sizlere aktaracağım.
Deprem sonrasında birçok insan genellikle 1 oda 1 salondan oluşan prefabrik evlerde yaşamaya başladı.
Deprem sonrasında yaraların bir an önce sarılması, “normal” yaşama geçilmesi adına atılacak adımlardan ilki elbette evlerdi. Deprem bölgelerinin güvenilir yerlerine kondurulan prefabrik evler, birçok insanın yeni 'geçici evi' olmaya başladı. Eski sokaklarına, evlerine dönmeyi bekleyen depremzede insanlar büyük topluluklar halinde bu evlerde yaşamaya başladılar.
Çoğunlukla 1+1 olan bu evler, imece usulü yaşamı da beraberinde getirdi. Depremzede insanlar bir yandan eski yaşamlarına, düzenlerine geçmek için çabalarken bir yandan da bir arada olma duygusu, depremin bıraktığı kaygı ve korkular ile mücadele etmek için depremzede insanların çoğuna güven vermeye başladı. Nasılsa evler 1+1’di, nasılsa herkes aynı yerde yatıyordu, nasılsa tek katlıydı..
Çocuklar içinse prefabrikler sadece ev değil aynı zamanda kreş, oyun, arkadaş yani yeni yaşamlarının tam kendisi oluyordu.
Prefabrik evlerde yaşamaya başlayan birçok insan gibi çocuklar da belki hayatlarında hiç görmedikleri bu mekanlar ile tanışmak zorunda kaldılar. Mekansal bir değişim yaşayan çocuklar, depremin getirdiği maddi-manevi korkular ile de çok erken yaşlarda yüzleşmeye başladı. Bu korkular bazen ya yine deprem olursa, bazen arkadaşım gibi ailemi kaybedersem, bazen de okula gidemezsem gibi kaygılara dönüştü.
Biz çocuklar ise kaygılarımızı, yandaki prefabriğe açılan okulla, iki yandaki prefabrikte yaşayan arkadaşımızla, belki bir süre sonra açılan yeni bir parkla unutmaya ya da sarmaya çalışıyorduk. Bunun yanı sıra daha önce hiç bir arada olmadığımız, deneyimlemediğimiz bir komün yaşam ile kendimizi güvende ve korumada hissetme isteği duyuyorduk. Her şeye rağmen depremin yaralarına ne okul ne de arkadaş çözüm olabiliyordu.
Ancak bu hengamenin ortasında kalan çocukların kaygılarını somut ve basit bir şekilde iletişim kurarak çözmek gerekiyordu.
İskenderun’da depremzede olan, aynı zamanda mimar ve psikolog Ece Akkoyunlu ile deprem sonrasında çocukların büyüdükleri prefabrik evlere, neler hissettiklerine dair görüşler aldık. Psikolog Ece Akkoyunlu, çocukların depremde ve deprem sonrasında fizyolojik olarak hayatta kalmalarının ve bir yetişkine oranla az hasar almalarının daha esnek olduğunu dile getirdi. Ancak ruh dünyalarında durumun böyle olmadığının altını çizdi.
İnsan beyninin esnek ve kendini olaylara, durumlara uyumlamaya çalışan yanının çocuklarda daha zor olduğunu dile getirdi. Çocuklar daha soyutla somutu ayırt etmekte zorlanırken elbette depremi ve sonrasındaki yaşamı ele alma biçimleri de oldukça farklılık gösteriyordu. Bu noktada çocuklara itina göstererek, alan açarak, gerçekleri bir yetişkine anlatır gibi olmasa da anlatarak bu süreçte onlara güven duygusunu yeniden inşa ettirmeliydik.
Çocukların gelecekte yaşayacakları flashback'lerin de az hasarlı olması için oyunlar oynayarak güven duygusu yenilenmeye çalışılıyordu.
Psikolog Ece Akkoyunlu, büyük bir hengamenin ortasında olan çocukların her şeye rağmen herkesten daha fazla gülüp oynadığı, insanlarla iletişimde ve –özellikle dokunsal olarak- temasta kalarak depremin etkilerini kendi anlam dünyalarının yettiği kadar kurguladığını ve düşündüğünü dile getirdi. Çocuklar hem çadırkentler de hem de yeni evleri olan prefabriklerde birçok oyun oynuyorlardı. Ama bu oyunlar deprem oyunlarıydı..
Çocuklar depremin getirelerini elbette yaşıyorlardı ancak dertlerini anlatma ve yaşama şekli değişiyordu. Psikolog Ece Akkoyunlu, bu noktadan sonra ise deprem bölgelerine gidecek oyuncakların, danışmanların, yardımcı ekiplerin niteliğinin hayati olduğunu dile getiriyor. Çünkü çocukların şu an içinde bulundukları, yaşadıkları durumların ileriki yaşamlarında flashback olarak geri gelme olasılığının oldukça yüksek olduğunu söylüyordu.
Her şeye rağmen bu evlerde büyüyen çocuklar zamanla eski yaşamlarına dönmek isterken bir yandan da daha güvenli ve sağlam bir gelecek inşa etmek istiyorlardı.
Tüm bunlara rağmen yaşamlarının belirli bir bölümünü bu evlerde büyüyerek, okula giderek, oyun oynayarak geçiren depremzede çocuklar gelecek yaşamları konusunda kaygılı davranışlar sergiliyordu. Depremzede olan herkes gibi çocuklar da eski evlerine, okullarına, hayatta kalan yakınlarına dönmek istiyordu. Eski hayatlarına dönmek uzun bir zamana yayıldığında ise depremden kalan kaygılara bir yenisi daha ekleniyordu.
Küçük evlerde büyük kalabalıklar halinde yaşayan çocuklar geleceklerini güvenli ve sağlam bir temelde kurmak istiyorlardı. Çünkü çocuklar için hayatta kalan olmak sadece yaşamak değil, düşlediği her şeyi gerçekleştirme çabasına dönüşüyordu. Ancak tek bir farkla.. Bu evlerde büyüyen çocuklar uzaya gitmek yerine depremde yıkılmayan bir ev ve tüm sevdiklerinin hep birlikte olduğu bir geleceğin hayalini kurmaya başlıyorlardı.