Yeni Şafak yazarı Süleyman Seyfi Öğün, İsrail'in Filistin ve Gazze Şeridi'ndeki soykırım saldırıları ve Ortadoğu'da İran-İsrail arasında yükselen savaş gerilimini analiz ettiği bir yazı kaleme aldı.
İşte Süleyman Seyfi Öğün'ün kaleme aldığı yazı:
İsrail ile İran arasında gerilen ipler kopma noktasına geldi. Yanına ABD ve Birleşik Krallık başta olmak üzere Batı desteğini alarak savaşı büyütmek isteyen İsrail’in beklentileri şimdilik suya düşmüş görünüyor. ABD ve Birleşik Krallık en azından söylem seviyesinde, İsrail’in işi büyütmemesi gerektiğini; eğer ısrar ederse kendisini bir daha desteklemeyeceklerini açıkça dile getirdiler.
'TOPYEKÛN BİR SAVAŞIN BAŞLAYACAĞI ORTADADIR'
O hâlde soru şu: İsrail bu ikazı dinleyecek mi; değilse dinlemeyerek İran’a şiddetli bir saldırı gerçekleştirecek mi? Ortada iki ihtimâl var. İlk ihtimâl, İsrâil, İran’ın sindirebileceği kadar, küçük çaplı bir karşılık verecek ve en azından şimdilik kaydıyla tansiyon düşecektir. İkinci ihtimâl ise, çok şiddetli bir saldırı üzerinden, ABD ve Birleşik Krallıkla berâber veyâ değil, İsrâil’in İran’a karşı savaşı başlatmasıdır. Eğer bu ihtimâl hayata geçerse durumun tamamen kontrolden çıkacağı ve tekmil Ortadoğu’yu yakacak olan topyekûn bir savaşın başlayacağı ortadadır.
PUTİN'İN İRAN ÇIKIŞI
O zaman yeni bir soru sormak gerekiyor: ABD ve Birleşik Krallık, yaptıkları ikazlara sadık kalarak geri mi durur; değilse her şart altında İsrail’i müdafaa etmek refleksiyle harekete mi geçer? Batı eğer İsrail’in oldu bittisi ile Ortadoğu savaşına dahil olursa işlerin büyüyeceği ve Rusya-İran -belki de Çin- ittifakını karşısında bulabilecekleri yabana atılmayacak bir ihtimâldir. Rusya lideri Putin, savaş İran topraklarına sıçrayacak olursa İran’ın yanında olacaklarını beyan etmiş; daha mühimi, son zamanlarda Golan nahiyesine askeri birlikler kaydırmıştı.
'İSRAİL'İN GAZZE'Yİ DÜMDÜZ ETTİĞİ AŞİKAR'
Kanaatimce ilk ihtimâl daha baskın görünüyor. Lakin İsrail’in durmaması gerekiyor. Değilse içine çöküşünün başlaması an meselesi olacaktır. Kendisine yeni bir yol arayacağı muhakkak. İsrail içine düştüğü çıkmazdan kurtulmak zorunda. Bir defa Gazze’de yenildiği çok aşikar. İsrail’in Kuzey ve Orta Gazze’yi ele geçirmiş olduğu, şehirde taş üstünde taş bırakmadıkları düşünüldüğünde bu değerlendirmem tuhaf karşılanabilir. Evet askerî olarak İsrail’in Gazze’yi dümdüz ettiği aşikar. Ama neredeyse yedinci ayına giren savaşta, varmak istediği hedeflerin çok ama çok gerisinde oldukları muhakkak. Ne HAMAS’ı bitirebildi; ne de rehineleri kurtarabildiler. Gazze’yi topyekûn boşaltma Filistinlilerden arındırma hedefleri de tutmadı. Refah’a yığılan yüzbinlerce insanı Mısır’a süremediler. Mısır ve Anglosakson blokun şiddetli itirazı ve mukavemeti ile karşılaştılar.
'REFAH'TAN GERİ ADIM ATMAK ZORUNDA KALDILAR'
En son olarak, Refah’tan, mahdut olsa da geri adım atmak zorunda kaldılar. Bunu savaşı büyütmek, İran’ı da işin içine katmak yolundaki son teşebbüs tâkip etti. Bunda da istedikleri neticeyi alamadılar. Bu arada içeriden gelen Netanyahu aleyhtarı tepkiler hızla artıyor. Bir çıkış yolu bulmak zorundalar. Bunun geri çekilme ve uzlaşma arayışı olmayacağı muhakkak görünüyor. Bu sıkışmışlık içinde, en azından Trump gelinceye kadar bir şeyler yapmak zorundalar.
'İSRAİL'İN MISIR'I KARŞISINDA BULMASI KUVVETLE MUHTEMEL OLACAKTIR'
Birkaç ihtimal var. Bunlardan ilki, içeriye dönüp, gözünü karartarak Refah’ta yarım bıraktığı işi tamamlamak olabilir. Bunun asrın katliamı olacağı muhakkaktır. O zaman da bu katliama ortak olmaktan çekinen Anglosakson dünya ile İsrail’in ilişkileri sarsılacak; dünya kamuoyunda zaten hayli düşmüş itibarı zemine çakılacaktır. Ama böyle bir senaryoda daha mühimi, İsrail’in Mısır’ı karşısında bulması kuvvetle muhtemel olacaktır. Aklıma gelen diğer bir ihtimâl, Lübnan’daki kendisine müzâhir Hristiyan Falanjistlerle berâber Hizbullah’a saldırmak ve savaşı Lübnan’a doğru genişletmektir. Bunu eşanlı veya değil, Suriye’ye saldırmak tamamlayacaktır.
'ASIL FELAKET TRUMP'IN SEÇİMDE MUZAFFER OLMASI DURUMUNDA YAŞANABİLECEK OLANLAR'
Doğrusu ben de tam olarak kestiremiyor ve herkes gibi gelişmelerin nasıl seyredeceğini şiddetle merak ediyorum. Geleceğe dair nispeten emin olduğum iki husus var. İlki, yukarıda da işaret etmiş olduğum üzere İsrail’in durmayacağıdır. Uluslararası hukukun tekmil kazanımlarını berhava eden bu gözü karalığın çok daha korkunç cehennemî neticeleri umuruna koymayacağı da aşikar . Endişem esas büyük felaketin, Kasım ayındaki seçimde Trump’ın muzaffer olması durumunda yaşanabilecek olanlarla alâkalı olduğunu düşünüyorum. Trump-Netanyahu ikilisinin bu coğrafyaya yaşatabileceklerini varın siz hesap edin.
'TÜRKİYE BAHARIN SONLARINDA, PKK'YI HEDEFLEYEN IRAK'A MÜTEVECCİH BİR HAREKATA HAZIRLANIYOR'
Gelelim Türkiye’ye.. Türkiye baharın sonlarında, PKK’yı hedefleyen Irak’a müteveccih bir harekata hazırlanıyor. Eğer bu hazırlıklar Irak kadar İran ile de varılan anlaşmaları ihtiva etmiyorsa hayli sıkıntılı neticeleri de doğurabilir. Buna çok dikkat etmek lazım. Ankara’nın bunu hesaba kattığını umuyorum. Diğer taraftan, son seçimlerden bu yana, Ankara’nın adım adım NATO ve AB merkezde olmak üzere hakim Batı siyasetleriyle daha uyumlu bir çizgiye doğru kaymakta olduğunu artık daha berrak takip edebiliyoruz. Hiç şüphesiz, bu süreçlerde memleketimizin içinde bulunduğu ekonomik zorluklar birinci derecede rol oynuyor. Bunu kendi içinde anlayabiliyoruz.
'BATININ İPİYLE KUYUYA İNMENİN...'
Hiç şüphesiz, bu uyumlulaşma ve yakınlaşmaların en azından kısa vadede Türkiye’ye müspet bazı yansımaları da olabilecektir. Ama meseleyi bir de uzun demiyorum, orta vadede değerlendirmek çok daha mühimdir. Yakın tarihimiz, Batı’nın ipiyle kuyuya inmenin Türkiye’ye neler kaybettirdiğinin acı tecrübeleri ile yüklü. Buna dışarıdan en taze misal Ukrayna. Ukrayna ve onun komedyen lideri Zelenski’ye savaşın başlarında Batı tarafından gösterilen alaka ve desteği hatırlayalım. Yere göğe sığdıramıyorlardı.
Bir de şimdi Ukrayna’nın nasıl da ortada bırakıldığına bir bakalım. Benzer olarak Avrupa’nın ABD tarafından Rusya karşısında nasıl yalnızlaştırıldığına, nasıl açığa düşürüldüğünü unutmayalım. Son zamanlarda trafiği yoğunlaşan Batı-Türkiye ilişkilerinin perde arkasını tabiî ki bilemeyiz.
Bunlar devletler arasındaki ilişkilerdir. Temenni etmemiz gereken, Türkiye’nin bu coğrafyada, son senelerde sağlamış olduğu kazanım ve geliştirmiş olduğu inisyatiflere halel gelmemiş olmasıdır. Coğrafya ve târih diyalektiğinde doğru bir yerde miyiz? Nihâi muhasebe budur.