Arkeologların, zamanında yürüttüğü bir çalışmada karşılaştıkları bir mezar; hem tarihe hem de bilime ışık tutan ve insanların kafasında soru işareti bırakan ilginç br olayı gözler önüne sermişti.
Bu mezarı gizemli yapan şey, içerisinde erken Orta Çağ'a ait bir iskeletin olması değildi. Mezarın içinde küçük kemikler de bulunuyordu: yeni doğmuş bir bebeğin kemikleri.
2018 yılında keşfedilen bu mezar, yeni bir araştırmaya da sebep oldu.
Keşifler, bu mezarın erken Orta Çağ dönemine, yaklaşık 7. yüzyıla ait olduğunu gösteriyordu. Binlerce yıl öncesine ait bir iskeletin böylesine iyi korunmuş olması alışılagelmiş bir durum değildi. Fakat asıl şaşırtıcı olan; kemiklerin korunması değil, mezarın içinde yetişkin kemiklerinin yanında yeni doğmuş bebeğin küçük kemikleriydi.
Bu keşif, beyin ve sinir cerrahisi uzmanlarından oluşan bir ekip tarafından detaylı bir şekilde incelenmişti. Alba Pasini, Vanessa Smamantha Manzon, Xabier Gonzalez-Muro ve Emanuela Gualdi-Russo'dan oluşan bu ekip; ölü bir kadının bu koşullar altında doğum yapma olasılığını titizlikle analiz etti ve bu olayı tıbbi bir perspektiften değerlendirdi. Peki sonuç ne çıktı?
Konuyla ilgili çeşitli araştırma makaleleri ve yazıları da yayımlandı.
Mezarın hangi döneme ait olduğu göz önüne alınırsa ölen kişinin cesedinin tabut gibi koruyucu öge olmadan muhtemelen doğrudan toprağa bırakıldığı düşünülüyordu. Tıp tarihi araştırmalarına göre bu olay ayrıca mezarda doğan ilk bebek vakası olarak kayıtlara geçti.
Hamile bir kadın, aldığı küçücük bir darbeyle bile bebeğini kaybedebilirken; hayati fonksiyonlarını yitirmiş bir kadının bebeği, karnında nasıl yaşayabiliyordu?
Ölüm sonrası fetal ekstrüzyon olarak adlandırılan bu fenomen, hamile annenin ölmesi durumunda vücudun 48 ila 72 saat içinde bebeği dışarı itmeye devam ettiği bir tıbbi olguyla açıklanıyor.
"Tabutta doğum" kavramı tıpta postmortem fetal ekstrüzyon olarak geçiyor.
Temsilî görsel (DALL-E) .via-text { background-color: rgb(0,0,0); /* Fallback color */ background-color: rgba(0,0,0, 0.4); /* Black w/opacity/see-through */ color: white; font-weight: 300; font-size: 0.75em; position: absolute; bottom: 0%; right: 0; z-index: 2; padding: 5px !important; text-align: left; }
Ölen hamile kadının vücudunda biriken gazlar, fetüsün dışarı çıkmasına sebep oluyor. Fetüsün kemiklerine bakıldığında; doğmaya yakın, 9 ayı doldurmuş bir bebek olduğu görülmüştür. Ancak kesin yaş tespiti uzmanlar için elbette zordur. Ayrıca fetüsün kemiklerinin dağılma şeklinin, mezarda çürüyen eti yiyen böcekler tarafından etkilenebileceği de unutulmaması gerekenler arasında.
San Francisco'dan jinekolog Jen Gunter, anne ölürken bebeğin nasıl doğduğuyla alakalı yorumlar yaparken bir teori ortaya koydu: rahimin yırtılarak fetüsü dışarı ittiği. "Bebek yaşıyor muydu?" diye düşünüyorsanız eğer yalnız değilsiniz. Fakat cevabı hemen verelim, böyle bir durumda fetüsün hayatta olup olmadığını belirlemek çok zor.
Eğer fetüs yeterince gelişimini tamamlamışsa annenin ölümüne rağmen bir süre hayatta kalabilir. Ancak bu da takdir edersiniz ki düşünülmek bile istenmeyen senaryoları doğurur.
Dikkat çeken bir diğer nokta ise kadının kafatasındaki çatlağın delinmekten kaynaklı olabileceği.
Trepanasyon olarak adlandırılan bu durum, baş ağrısı gibi sorunları tedavi etmek için kullanılan eski bir yöntemdi. O dönemlerde hamile kadınlarda özellikle Eklampsi veya şiddetli yüksek tansiyon gibi durumlarda uygulanmış olabileceği düşünülüyor. Ancak kemikte tespit edilen bu çatlaklar cerrahi müdahale yerine saldırı sonucu olmuş da olabilir.
Görüldüğü gibi bu olay, tarih boyunca tıp tarihine yön vermiş ilgi çeken ve korkutucu bir olaydır. Gerçekliğini birçok kez sorgulasak da böyle şeylerin gerçekleşebileceğini unutmamak gerekir.
Kaynaklar: History of Yesterday, ForbesTıp tarihi ile ilgili diğer içeriklerimiz: