6 Şubat’ta meydana gelen Kahramanmaraş merkezli iki büyük depremin ardından 50 bini aşkın vatandaş yaşamını yitirmiş, yüzbinlerce bina yıkılmış, yıkılmayanlarda ise ağır hasar tespit edilerek oturulamaz duruma gelmişti. Depremlerin ardından akıllara gelen ilk soru ise, yıkılan binaların sorumluluğun kimde olduğu konusuydu.
Sorumluluk tek başına bir tarafa yıkılmasının doğru olmadığını söyleyen Metalurji ve Malzeme Mühendisi Erhan Mataracı, inşaatın yapımı sırasında yapılacak kontrol sisteminin önemi ne vurgu yaptı. Yapı sürecinin başından itibaren kontrol firmasının “işin sahibi tarafından görevlendirilmesi” gerektiğini söyleyen Mataracı, aksi taktirde müteahhitlerin kontrol firmalarını mali açıdan desteklediklerinden dolayı iki taraf arasında ticari ilişkinin oluştuğuna dikkat çekti.
Kontrol kuruluşlarının sayısının son yıllarda oldukça arttığını ifade eden Mataracı, kurumlar arasında rekabet yaşandığını ve bu da yapılan işin kalitesini düşürdüğünü söyledi. Bazı firmaların ise kontrol yapmadan belgelendirme yaptığına da dikkat çeken Mataracı, şu ifadeleri kullandı:
“6 Şubat Kahramanmaraş merkezli depremden sonra en çok tartıştığımız şey yıkılan yapıların sorumluluğunun kimde olduğu konusuydu. Sonunda tam olarak sorumluluğun kimde olduğuna karar verememekle birlikte kimisi müteahhitleri, kimisi yapı denetim firmalarını suçladı. Ancak burada sorumluluk tek olarak herhangi bir tarafta değil, genel olarak yapı inşa etme konusunda Türkiye’de yeterli bir sistem geliştirilememiş olmasıdır. Gelişmiş bir sistemde, müteahhitlerin yapı denetim firmalarının, belediyelerin ve bakanlıkların içinde bulunduğu kontrol sistemiyle güvenli inşaatlar ve güvenli imalatların yapılması kaçınılmaz olur.
“TEKNİK BİR KONTROL İLİŞKİSİNDEN ZİYADE TİCARİ İLİŞKİ..."
Ülkemizde inşaatlar haricinde endüstriyel üretimde de üçüncü taraf kontrol kuruluşu dediğimiz firmalar var ve bu firmalar Akreditasyon Kurumlarından aldıkları yetkilerle farklı amaçlarla üretilen/inşa edilen her şeyi belgelendirme yetkisine sahipler.
Kontrol kuruluşlarının çalışması için en verimli yöntem bu firmaların işin sahibi tarafından tutulması veya görevlendirilmesidir. Aksi durumda imalatçı veya müteahhit firmalar bu kontrol kuruluşlarının masraflarını kendi ceplerinden ödedikleri için aralarında teknik bir kontrol ilişkisinden ziyade ticari bir ilişki oluyor.
Kontrol kuruluşlarının sayısı son yıllarda çok fazla arttı ve aralarında ciddi bir ticari rekabet oluştu. Bu firmalar akreditasyon için ödedikleri bedellerin, çalıştıracakları sabit personellerin maliyetlerini karşılayabilmek için kontrol kalitesini ciddi anlamda düşürmek zorunda kaldılar. Artık bu kontrol mekanizması öyle bir hal aldı ki, birçok firma hiçbir kontrol yapmadan belgelendirme yapıyor.
Şirketlerin iş alabilmek için sahip olması gereken yönetim sistemi sertifikaları ya da bir projeyi kabul ettirmek için edinmesi gereken ürün sertifikaları hiçbir kontrol yapılmadan para karşılığında verilmeye başlandı.
“HİÇBİR KONTROLÜN YAPILAMAYACAĞINI GÖRÜYORUZ”
Geçenlerde şirketimize akreditasyona sahip bir kontrol kuruluşu tarafından 3500 TL+KDV bedelle 1 ISO ve 4 adet CE belgesi verilebileceğiyle ilgili bir e-posta geldi. Bu fiyata bu 4 belgenin verilebilmesi imkânsız. Normalde bu belgeleri verebilmek için günlerce süren denetimler yapılmalı, firmanın bütün sistemi, bütün üretim/inşaat aşamaları incelenmeli ve bunu alanında yetkin personeller yapmalı.
Bu sertifikaları alan bir şirket, uluslararası sisteme uygun çalıştığını ispat edebilecek, ayrıca üretimlerini de Avrupa Birliği Standartlarında yaptığına dair sertifika sahibi olacak. Ama işin arkasındaki kontrol sistemine baktığımızda bu bedelle hiçbir kontrolün yapılamayacağını çok açık şekilde görüyoruz. Yani son kullanıcının kullandığı ürün uluslararası tüm sertifikalara sahip ama aslında hiçbir kontrolün yapılmamış olduğu ürünler olacak.
"SUÇU KADERE ATIYORUZ"
Türkiye’de her tür mühendislik faaliyetinin bu şekilde işlediğini maalesef uzun yıllardır gözlemliyoruz. Kalite Yönetim Sistemi denilen konuya hiç önem vermiyoruz. Günün sonunda başımıza bir felaket geldiği zamanda, ya probleme bir sorumlu bulmaya çalışıyoruz veya suçu kadere atıyoruz.
Deprem felaketinden sonra vatandaşlarımız teknik konularla ilgili olarak bizzat bilgi edinme çabasına girdi ve insanlar kendilerini yoruyorlar. Kendi alanında deneyimli bir insanın yetişmesi seneler alırken insanların bu şekilde kendilerini yormaları yine liyakatle ilgili ders almadığımızın göstergesi. Ülkemizde yapılması gereken en önemli konu teknik işlerin nasıl yapılacağı ve kurgulanacağıyla ilgili bir sistem oluşturulması ve herkesin kendi işini layığıyla yapmasıdır. Teknik olarak sağlam bir altyapı oluşturmadığımız sürece gelecekte de başımıza gelen felaketlere sorumlular aramaya devam edeceğiz."