Dünya’nın birçok çevresi, Anadolu’nun büyük bir kısmı, Ege ve Marmara bölgesi, günümüzde şiddetli bir kuraklık yaşıyor.
Toprak susuz.
Yağmura hasret.
Yağsa bile yağmur çileştirip geçiyor.
Akarsular neredeyse kurudu. Göllerde ve barajlarda su düzeyleri hızla düşüyor.
İçme suyu konusunda şimdilik pek sıkıntı görülmüyor ama tarımsal etkinlikler büyük risk altında.
Pamuk bitkisi boylanmadı pek bu yıl Ege ovalarında. Hasatta büyük düşüş var, fiyatlarda da.
Zeytin ağaçları bol ürün verdi ancak, sulanmayan araziler dışında, kuraklıktan tespih taneleri gibi küçücük kaldı zeytin meyveleri.
Yağmur yokluğu Akdeniz havzasının batısını da vurdu.
Zeytincilik konusunda başta İspanya, İtalya, Fas ve Tunus’da kuraklık nedeniyle zeytin ve zeytinyağı üretiminde büyük kayıplar olduğu bildiriliyor.
Başlara taç olarak takılan zeytin dalları mahsun.
Nedir bu durum?
Nedendir bu kuraklık?
**
Kuraklık tarihin derinliklerinden beri insanlığın ortak sıkıntısıdır.
Atmosferimizde meydana gelen hava hareketleri nedeniyle Dünya’da genel ve bölgesel iklimlerde zaman zaman değişiklikler olduğu biliniyor.
Bunlar evrenimizin yapısından, yer küremizin davranışlarından kaynaklanan, insan etkisi dışında doğal olaylardır.
Çok uzun yıllar süren buzul çağı ve yaşanan şiddetli kuraklıkların fiziki ve manevi izleri önümüzdedir.
Çıplak yüksek kayalıklar, upuzun çöller bunların en belirgin maddi örneklerdir.
İnsanların “tufan” dediği fırtınaların, boranların, sellerin ani yıkıcılığının yanında kuraklığın aylar, yıllar süren kalıcılığı toplumları da derinden etkilemiştir.
Kuraklık insanlığın kültürel yaşamında, bıraktığı tarihsel metinlerde de yer bulur.
Susuzluğun insanlara verdiği zarar toplumların inanç belleğine de kazınmıştır.
Kutsal Kitap Kur’anı Kerim’in Hz.Yusuf suresinin 48.Ayetinde kuraklıktan söz edilir. Abdullah Parlayan’ın mealinde:
“Çünkü yedi yıl sürecek olan bu bolluk zamanından sonra, yedi yıllık bir kıtlık dönemi gelecek ve sizin bu dönem içinde hazırladığınız herşeyi, sakladığınız az bir miktarın dışında silip süpürecek.”, buyrulur.
Çok eski Anadolu inancında, dört binyıl önce Hitit döneminde de önemli bir yeri olan bir söylencede, o zamanın inanışına göre en büyük tanrı olan Gök/Fırtına Tanrısının oğlu Telipinu bir nedenle kızar, ortadan kaybolur ve yeryüzünü kuraklığa mahkum eder:
“Irmaklar kurur, yağmur yağmaz. Bitkiler ve hayvanlar ürün vermez. İnsanlar açlıktan kırılır.”
Yazılı tarihin ise bize verdiği en açık örnek, İ.Ö.2.binyılın sonlarında, Anadolu’daki Hitit çağında, muhtemelen Doğu Avrupa ve Balkanlar’da, Anadolu’da yaşanan şiddetli kuraklıktır.
O yıllarda, dev Hitit Devleti’nin Anadolu ve Kuzey Suriye’ye egemen olduğu süreçte, meteorolojik nedenlerden, yağmursuzluktan olsa gerek, üretim azlığından büyük bir kıtlık yaşanır.
Yiyecek ekmek bulamaz insanlar.
Hitit Devleti halkını doyurmak için gerekli olan büyük miktarlardaki tahılı Mısır’dan, bugünkü Lübnan yoluyla getirtir.
Bu durum, ünlü Mısır Firavunu II.Ramses tarafından yazılan bir mektupta anlatılır. Anadolu’ya tahıl sevkiyatı için yüksek düzeyde bir Hitit heyeti Mısır’a gitmiştir.
Nil nehrinin getirdiği bereketle Mısır göreceli olarak kuraklıktan çok etkilenmemiştir.
O günlerde Anadolu’da kıtlık o kadar şiddetlidir ki Hitit Devleti’nin dış ilişkileriyle de ilgilendiği bilinen, Kral III.Hattuşili’nin eşi Kraliçe Puduhepa II.Ramses’e bir mektup yazar.
Puduhepa, Mısır’dan Anadolu’ya gelin gelecek bir prensesin çeyiziyle birlikte, II.Ramses’ten ivedilikle sığır ve koyun göndermesini ister. Çünkü; “ülkesinde yiyecek hiç tahıl kalmamıştır”.
Puduhepa Anadolu topraklarında yetişmiş akıllı, dirayetli, eşsiz bir kadın yöneticidir.
Demek onun ülkesinde, Anadolu’da toprak kurumuştur.
Ülkenin damarları akarsular suskundur.
Yağmur sesi duyulmaz hiç.
Diz boyudur açlık!
Ölüm kapıdadır!
Kısa bir süre önce, İ.Ö.1274’de, Kuzey Suriye’deki Kadeş’de Orta Doğu hakimiyeti için birbiriyle savaşan Mısır ve Hitit/Anadolu, böyle büyük bir iklim felaketinin sonucunda oluşan yokluğa karşı birleşebilmiştir.
Bu olgu, olumsuzluklara karşı ortak davranış insanlığın en iyi huylarından biridir.
Aslında dayanışma insanlığın en büyük silahıdır.
Bir belgeye göre, İ.Ö.13.yüzyılın sonlarındaki bu kıtlık günlerinde “Halep yakınlarındaki Emar’da (Tel Meskene) her şeyin fiyatı artmış, yiyecek stokları azalmış, hatta halk çocuklarını satmaya kalkışmaktadır”.
Ne büyük yıkım!
Aşılmayan çaresizlik insana, toplumsal ahlaka göre yapılmayacak olanı bile yaptırır!
Bir halk deyişidir: “Aç köpek fırın duvarını delermiş”.
Bölgedeki böyle bir ortam o zamanki Dünya düzenini sarsar.
Akdeniz adalarından, Balkanlar’dan, Kuzey Afrika’dan yığınlarla aç insan yurtlarını terk eder.
Aileler, çoluk çocuk kafileler halinde, varlıklı oldukları bilinen Doğu’ya göçmeye başlar.
Şimdi de, günümüzde bu durumun tersi yaşanmıyor mu?
Yoksa, çok uzun zaman geçmesine karşın tarih tekerrür mü ediyor acaba?
Yaşanan iklimsel ve doğal koşulların sonuçları toplumsal ve siyasal değişiklikler getirir bölgeye.
Antik Mısırlılar’ın “Deniz Kavimleri” dediği batılı çapulcu topluluklar, düzensiz göçmenler Doğu’ya vahşice saldırır.
Orta Doğu’daki birçok yönetimin çökmesine, kentlerin yakılıp yıkılmasına yol açar.
Kan oluk oluk akar!
Kuzey Suriye’de Lazkiye yakınlarındaki Ugarit kentinin Prensi Alasiya (Kıbrıs’ın o zamanki adı) Kralına gönderdiği mektupta dönemin siyasal durumunu şöyle yansıtır:
“Babam, dikkat et, düşmanın gemileri (buraya) geldi, kentlerim (?) yakıldı ve onlar memleketime kötü şeyler yaptılar. Askeri birliklerim ve savaş arabalarım Hitit Ülkesine (yardıma gitti). Bütün gemilerim Lukka (Lykia-Muğla ilinin doğusu, Teke yarımadası) Ülkesi’nde…Bu yüzden memleket kendi başına kaldı.”
Kendi iç çekişmelerinin yanısıra bu gelişmeler, o zamanın büyük gücü Hitit Devleti’nin yıkılmasının nedenleri arasında sayılır.
Şiddet, vahşet doğurur.
Vahşet alır yürür.
Bu durum, Dünya’nın gördüğü en yıkıcı alt üst oluşlardan biridir.
Günümüz, geçmişten ders çıkarmalı!
**
Orta Anadolu’da Çorum-Boğazköy-Hattuşa merkezli Hitit Devleti üçbin yıl önce, doğal susuzluk ve kuraklıkla sık sık karşılaşmış olmalı ki bu ortamlara karşı önlemler almasını bilmiş.
Anadolu’nun birçok yerinde o günün koşullarında su biriktirmiş; barajlar ve havuzlar yapmış.
Hatta yakın zamanlara kadar evlerde, yağmur sularını toplamak için sarnıçlar bulunurdu.
Arkeolog Ayşe Üke’nin verdiği bilgilere göre bunların arasında: Hattuşa; Çorum-Alacahöyük-Gölpınar; Çorum-Çakırköy; Kayseri Karakuyu; Konya-Kadınhanı-Ilgın arasında Köylütolu baraj/gölet yapıları vardır.
Ek olarak, Sivas-Kuşaklı-Altınyayla-Şarişşa’da; Sivas-Kangal-Havuz köyünde; Konya-Beyşehir-Eflatunpınar’da da büyük su havuzlarının izleri günümüze kalmıştır.
Kuraklığın ve susuzluğun insanlığı çok eski zamanlardan beri zorladığı, yönetimlerin bunu bildiği, olanaklı olduğu ölçüde buna karşı hazırlıklı olduğu açıktır.
Bu nedenle olsa gerek, insanlar yerleşim yerlerini hep su başlarına ya da yakınına kurmuşlardır.
**
Günümüzde de günlük hayatta, tarımda, sanayide su ihtiyaçları için barajlar, göletler yapılıyor.
Toplumsal yaşam alışılmış, olağan sayılan iklim koşullarında sürüyor.
Ege bölgesinde genel iklim, bilindiği gibi; yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlıdır.
Yılda metrekareye düşen ortalama 600 kg yağış Ege topraklarında verimli üretim yapmak için yeterlidir.
Devlet ve toplum, hava koşullarındaki olağan sapmalara karşı da önlemler almaya, toplumsal dayanışma içinde olmaya çalışır sürekli.
Barajlar, göletler, sulama sistemleri bunun içindir.
Bu durum, tarihöncesinde yaşanan doğal evrensel iklim değişikliklerinden beri, binlerce yıldır böyledir.
Ancak son iki yüzyıldır insan eliyle yaşanan, doğayı insan tüketimi için değiştirme girişimleri, doğal varlıkları hoyratça kullanma, bu davranışların bedelini insanlığa ağır bir biçimde ödetmeye hazırlanıyor.
WWF’nin (Dünya Doğal Yaşamı Koruma Vakfı) verdiği bilgilere göre;
“Gezegenimizin atmosferi tıpkı bir sera gibi çalışır.
Yeryüzüne ulaşan güneş ışınlarının neredeyse yarıya yakını yeryüzünden uzaya yansır.
Atmosferimiz, “sera gazı” olarak da nitelendirilen karbondioksit, metan, su buharı, ozon, azot oksit vb. gazlar sayesinde yeryüzünden yansıyan güneş ışınlarının bir kısmını tekrar yeryüzüne gönderir.
Bir battaniye işlevi gören “sera gazları” sayesinde yeryüzündeki ortalama sıcaklık insanlar, hayvanlar ve bitkilerin yaşamını sürdürmesine imkan verecek bir ısı düzeyini, 15°C’yi bulur.
“Sera gazları” olmasaydı, yeryüzünün ortalama sıcaklığı -18°C civarında olurdu”.
Ancak bu olumlu etki olumsuz yönde sürekli değişiyor.
Atmosferdeki bu yararlı “sera gazları”nın” miktarının sürekli artması, “çevre felaketlerinin ve kuraklığın” öncelikli nedenidir.
“Atmosferdeki sera gazlarının oranı, 1750’li yıllarda başlayan Sanayi Devrimi sonrasında artmaya başlamış, günümüze kadar havadaki karbondioksit oranı %40’lık bir artış göstermiştir.
Yani havadaki “sera gazları” çoğalıyor.
Hava ısınıyor.
Sıcak hava sıcak rüzgarlarla tarım alanlarının üzerinde eserken topraktaki nemi emip tarlaları kurutuyor.
Sıcak havanın topraktan kaldırdığı nem atmosferde birikiyor ve bu sıcak hava bir soğuk hava akımıyla karşılaştığında yağmura dönüşüp nemini aniden bırakıyor.
Bu nedenle birçok yerde kuraklık yaşanırken bazı yerleri de şiddetli yağışlar, seller görülüyor.
Bir başka Birleşmiş Milletler örgütü, “Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli”ne (IPCC) göre havadaki karbondioksit oranındaki, hava sıcaklığındaki artış öncelikle fosil yakıt (kömür, petrol türevleri) kullanımından kaynaklanıyor”.
“İkinci önemli etken ise çeşitli nedenlerle, toprağın nemini koruyan, uçup gitmesini engelleyen ormanların yok edilmesidir.”
Güney Amerika, Brezilya’daki Amazon ormanları dahil birçok bölgedeki ağaçlar “ bizi kesmeyin” diye bağırıyor!
Bu durumun baş sorumlusu; özellikle, gelişen sanayi ortamında baca gazlı fabrikaların çoğalmasıyla birlikte çılgınca yükselişe geçen kapitalizmdir.
İnsanların daha rahat yaşama istemlerini, daha çok tüketime yönelterek, bu yöndeki beklentilerini yükselterek tahrik eden kapitalizimin tek amacı daha çok kar etmek, varsıllığını daha çok arttırmaktır.
Bunun için sömürmediği, talan etmediği doğal kaynak kalmamıştır.
Bunun en önemli sonuçlarından biri çağımız da yaşanmakta olan çevre felaketleriyle birlikte, iklim değişiklikleri ve onun sonucu, deyim yerindeyse “doğal olmayan kuraklıktır”.
İşte günümüzde bu olumsuzlukların başlıca kaynağı olan “iklim değişikliği”nin nedeni Doğa’ya yapılan bu acımasız saldırıdır.
Oysa Doğa’nın kızgınlığı pek yaman oluyor!
Gönderiveriyor fırtınalarını, şimşeklerini!
Bulutlara durun, yağmur vermeyin insana, diyor!
**
WWF’ye (Dünya Doğal Yaşamı Koruma Vakfı) göre, “iklim değişikliğinin yarattığı etki yalnız kuraklık değildir.
Sıcaklıklardaki artış, seller, şiddetli kasırgaların artması, okyanus ve deniz suyu seviyelerinde yükselme, denizlerin kirlenmesi, buzulların erimesi insanların ve diğer canlıların yaşam alanlarını derinlemesine tehdit ediyor”.
Ortalama hava sıcaklığının artmasıyla bölgesel hava akımları aşırı hava olaylarının oluşmasına neden oluyor.
“İklim değişikliğinin bu çok olumsuz etkilerini en aza indirmek için ortalama sıcaklıklardaki artışın en çok 2°C olması, atmosferdeki CO2 oranının belirli bir değerin üzerinde olmaması gerekiyor.”
Son günlerde çevreci genç kızların Avrupa’da Resim Sergi Salonlarının duvarlarına “1.5” yazmalarının nedeni belki de bu olmalıdır.
Oysa bu uyarıları ne yazık ki kimse dinlemiyor!
Karar vericilerin çoğu duymuyor.
Büyük devletlerin yöneticileri, bu durumdan ötürü birbirlerini suçlarken, kapitalist beyler maden çıkarmak için doğal ortamları, su kaynaklarını, ormanları katletmeye devam ediyor.
Çoğu ülkede yönetimler doğal kaynakların kamu, halk yararına kullanılması, sanayi üretiminin doğaya zarar vermeden yapılmasını sağlamak yerine birkaç çok zengin beyin, uluslararası tekelin çıkarlarına hizmet ediyor.
**
Günümüzde Dünya’nın değişik yerlerinde; Avrupa’da, ülkemizin Ege bölgesinde ve Anadolu’nun birçok yöresinde görülen kuraklık bu gelişmelerin, iklim değişikliklerinin sonucu olmalıdır.
İngiliz yayın organı BBC’nin hazırladığı bir habere göre; “Avrupa Birliği’nin çevre programı Copernicus, Avrupa’da bu yıl (2022) son 500 yıldır kıtada görülen en kurak yaz yaşandığını, Ağustos ayında kuraklık seviyesi en üst düzeye yükseldiğini bildiriyor.”
Özellikle birçok yaşlı insanın yüksek sıcaklığa dayanamayıp öldüğü de kayıtlı.
Bu ortamda yaşananlar ürkünç:
“Avrupa’nın birçok ülkesinden geçen Ren Nehri’nin su seviyesi bu yaz kritik seviyenin altına düştü ve ulaşım aksadı”.
“2022, Haziran-Ağustos ayları arasında ölçülen hava sıcaklıkları ise bugüne kadar ölçülen en yüksek sıcaklık oldu.”
Durum Dünya’nın öteki yanında, Çin’de de pek farklı değildi.
“Çin’in Meteoroloji Yönetimi’ne göre bu yaz,1960’lardan bu yana görülen en uzun ve en sıcak dönem oldu”.
“Yağışların azalması sebebiyle Çin’in en uzun nehri Yangtze’nin suları çekildi. Nehir yatağı küçüldü.”
“Resmi Çin verilerine göre, Ağustos ayı süresince bu nehir boyunca yüzde 60 daha az yağmur yağdı”.
“Çin’in güneyinde geniş bölgeler bu yaz kuraklıkla mücadele ederken kuzeydeki yoğun yağışlar da sellere yol açtı. Liao Nehri 1961’den bu yana görülen en yüksek seviyeye yükseldi”.
İklimlerin dengesi bozulmuştu bir kez!
Su isteyen topraklara yağmur yağmıyor, nemi yeterli yerler sellerle boğuşuyordu.
Afrika’da da durum farklı değildi.
“Etiyopya’nın doğusunda; Kenya’nın ve Somali’nin kuzeyindeki kuraklığın kıtlığa yol açacağı, bu nedenle 22 milyon kişinin açlıkla karşı karşıya kalabileceği bildiriliyordu.
Somali’de Mart ve Mayıs ayları arasında yağışlar, son 60 yılın en düşük düzeyindeydi.”
ABD’de kuraklıktan nasibini aldı.
ABD’nin “Ulusal Uzay ajansı NASA”ya göre, ABD’nin ikinci büyük rezervuar gölü olan Powell Gölü, 1960’lardan bu yana en düşük su seviyesine geriledi.”
“Geçen Şubat ayında yayımlanan bir rapora göre son 20 yılda Amerika’nın batı kıyıları, son 1200 yıl içindeki en sert kuraklıkla karşı karşıya kaldı”.
**
Dünya’nın, Ülkemizin birçok bölgesi gibi Batı Anadolu toprakları da küresel iklim değişikliği ve sonuçlarından biri olan kuraklıktan payını alıyor.
TC.Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre Ege bölgesinin çoğu yöresi son 12 ayda, “Ekim 2021-Eylül-2022” arasında“orta ve şiddetli” olarak nitelenen kurak günler yaşadı.
Son Temmuz-Eylül ayları arasında İzmir kıyıları, Ayvalık, Bergama, Karaburun yarımadası, Aydın-Muğla kıyılarında olağanüstü kuraklık vardı.
2022 Ekim ayı MGM verilerine göre Marmara Bölgesinin Ekim ayı yağışı normaline göre %71, 2021 yılı ekim ayı yağışlarına göre %56 azaldı.
Meriç-Ergene Havzası Ekim ayı yağışları son 21 yılın en düşük seviyesinde gerçekleşti.
Ege Bölgesinin Ekim ayı yağışı da normaline göre %77, 2021 yılı Ekim ayı yağışlarına göre %72 düştü.
Gediz Havzası’nda son 38 yılın, Kuzey Ege ve Küçük Menderes havzalarında son 21 yılın en düşük Ekim ayı yağışları gerçekleşti.
Bakırçay havzasında ise bu yıl Ekim ayında hiç yağmur yağmadı.
İnananlar camilerde toplanıp susuz topraklarda yağmur duasına çıkıyor.
Avuçları ve parmakları ters çevrilip, yağmur yağsın diye gökten yere doğru yöneltiliyor.
Bizim özel olarak, tarımsal amaçlı tuttuğumuz kayıtlara göre 07.09.2021 ile 25.08.2022 arasından Bergama dahil Bakırçay Havzasına düşen yağış miktarı toplam 441 kg/m2’dir.
Oysa İzmir ilinin yıllık yağış ortalaması 607 kg/m2. Bakırçay havzasında da düşüş yaklaşık %27.
Şiddetli kuraklık yavaş yavaş Ege topraklarını yokluyor.
Bugünkü yağmursuzluk ve bazı noktasal yerlere düşen faydasız, fırtınalı dolu yağışı belki de yakındaki daha kötü günlerin habercisidir.
*
Akdeniz çukurunun soylu bitkisi zeytin ağacı da bu uğursuz kuraklıkla baş başa.
Binlerce yıldır çok farklı iklim koşullarında ayakta kalmayı başarmış zeytin ağacı şimdi de yeni olumsuz iklim ortamının getirdiği sıkıntılara karşı koymak durumunda.
Zeytin ağacının taneleri, meyveler, Ege bölgesinin yeşil/kara incisidir.
Uzmanlar, bir zeytin ağacının, iyi verim vermesi için yılda 600-800 kg/m2 su istediğini, yağışın 400 kg/m2 olması durumunda ekonomik zeytincilik yapılamayacağını bildiriyor.
Zeytin ağacı kuraklığa dayanıklıdır ama toprakta yeterli su bulmazsa boynunu büker, içine kapanır.
Küser!
Oysa 2022 yılı zeytin yılı rekoltesinin ülke çapında yüksek olduğu bildiriliyor.
Ancak Ege Bölgesinde birçok yörede, özellikle sulanmayan zeytinliklerde durumun hiç de iç açıcı olmadığı ortadadır.
**
Anlaşılıyor ki, Dünya’daki tartışmaların ve girişimlerin yanı sıra Ülkemizde “İklim Değişikliği Bakanlığı” bile kurulduğuna göre önümüzde sancılı yıllar var.
WWF, iklim değişikliğini dolayısıyla yaygınlaşacak bir kuraklığın önlenebilmesi için;
önce enerji verimliliğin arttırılmasını;
bunu için atmosfere karbon salınımının azaltılmasını;
enerji gereksinimi için farklı kaynaklardan yenilenebilir enerji (güneş, rüzgâr, HES, jeotermal, biyokütle, gelgit, dalga enerjisi gibi) üretilmesini;
çevrenin nemli kalmasına çok büyük yardımı olan ormanların yok edilmemesin;
ormansızlaştırmanın önlenmesini öneriyor.
Ancak ve ancak, bu gibi önerilerin gerçekleşmesi için daha çok para kazanmak peşinde olan aç gözlü kapitalizmin dizginlenmesi gerekiyor.
Eğitimle ve her türlü iletişim kaynakları kullanılarak insanların çevreye karşı bireysel duyarlılığının hızla arttırılması da şart.
Toprak ve su dahil herşeyin alınıp satıldığı, her kuralın kapitalizmin çıkarlarına göre düzenlendiği bir dünyada gerçek şu ki, hayat parayla satılmıyor, satın alınmıyor.
Keşke insanlar doğanın içinde, doğayla uyumlu yaşayabilse.
Tabii ki böyle bir şey mümkün!
Sefa Taşkın
11.11.2022
Bergama