Atatürk’e göre Cumhuriyet'le birlikte devrimlerin yaşayabilmesi ancak halkın Cumhuriyet'e ve bu devrimlere sahip çıkmasıyla mümkündü. Bu da halkın eğitimli, bilinçli ve özgür iradeli olmalarıyla sağlanabilirdi.
İşte tam da bu yüzden Mustafa Kemal Atatürk, çoğunluğunun köylerde yaşadığı halkı daha eğitimli, bilinçli kılmak için kolları sıvamıştı. Yokluk içinde yaşayan halk için bu eğitim sorunu, öncelikle özgün bir eğitim modeliyle sağlanabilirdi. O da gerekeni yaptı.
İsviçreli politikacı Johann Heinrich Pestalozzi’nin geliştirdiği herkes için temel bir hak olan, sevgiyi ve öğrenciyi temel alan, kimsesiz ve yoksul çocukların eğitimini öngören bir eğitim sistemi geliştirilmişti.
İsmail Hakkı Tonguç ve öğrenciler. .via-text { background-color: rgb(0,0,0); /* Fallback color */ background-color: rgba(0,0,0, 0.4); /* Black w/opacity/see-through */ color: white; font-weight: 300; font-size: 0.75em; position: absolute; bottom: 0%; right: 0; z-index: 2; padding: 5px !important; text-align: left; }
Atatürk, eğitimci İsmail Hakkı Tonguç’u, Pestalozzi’nin bu sistemini incelemek için İsviçre’ye gönderdi. Tonguç 6 ay İsviçre’de kalarak okulda verilen eğitimleri inceledi. Ülkeye döndüğünde Atatürk’ün emriyle İlköğretim Genel Müdürlüğü'ne getirildi. (3 Ağustos 1935) Tonguç, köy okullarındaki bu eğitim sorununu çözmek için bir ekip oluşturdu ve gerekli çalışmaları başlattı.
İlk iş olarak Temmuz 1936'da Mahmudiye’de eğitmen kursunu açtırdı. Askerliklerini çavuş ve onbaşı olarak yapanlardan yetenekli olan köy çocukları seçilip bu kursa alındılar, kurs bittiğinde ise eğitimli bir şekilde köylerine gönderildiler.
11 Haziran 1937’de 3238 sayılı Köy Eğitmenleri Yasası çıkarıldı ve eğitmen okulları kuruldu. Köy çocukları artık eğitilmeye başlanmıştı.
11 Kasım 1938’de kurulan II. Celal Bayar Hükûmeti’nin Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’nın hastalanması üzerine deneyimli bir eğitimci olan Hasan Ali Yücel, Milli Eğitim Bakanlığı’na getirildi. Yücel ve Tonguç, Atatürk’ün 7 Temmuz 1927’de İstanbul’da öğretmenlere hitap ederken:
“Muallimler, her vesileden istifade ederek, halka koşmalı, halk ile beraber olmalı ve halka, muallimin çocuğa yalnız alfabe okutan bir varlıktan ibaret olmayacağını anlatmalı” dediği eğitim anlayışını temel alan eğitim projesi “Köy Enstitüsü Projesi’ni” geliştirdiler. Tasarı, 17 Nisan 1940 günü 278 milletvekilinin oyuyla kabul edilerek yasalaştı.
21 Temmuz 1946 tarihinde gerçekleşen ilk çok partili seçimleri Cumhuriyet Halk Partisi kazanıyor kazanmasına ama seçim sonuçlarına yönelik İnönü’yü de tedirgin edecek söylentiler ortaya çıkar ve Köy Enstitüleri'ne ilk darbe gelir.
Cumhurbaşkanı İnönü’nün önerisi ile Köy Enstitüleri’ne son derece karşı bir tutum sergileyen Kazım Karabekir, Meclis Başkanı seçilir. Kurulan hükûmette Köy Enstitüleri’nin kurucu bakanı Hasan Ali Yücel’in yerine enstitülere karşı olan Reşat Şemsettin Sirer, Milli Eğitim Bakanı yapılır. Enstitüler, bu okullara kökten karşı olan Sirer’in eline; daha doğrusu kurda kuzu teslim edilmiştir.
İlerleyen zamanlarda Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nün 27 Kasım 1947 tarihinde kapatılmasıyla Köy Enstitüleri, fiilen olmasa bile düşünsel olarak kapatılırlar. Aslında esas kısımları biraz daha net göstermek için filmi burada başlatıyoruz.
Enstitülerde izlenen uygulamalı eğitimlere son verilerek eğitim tek tipleştirilir, okullar düz liselere dönüştürülür ve zamanla enstitüler birer birer yok olur.
Köy Enstitüleri’nde çocuklara komünist fikirlerin aşılandığı, din dışı eğitimlerin verildiği gibi yersiz söylentiler ortaya atılmıştı. Dönemin eğitim bakanı Sirer, enstitüleri kapatmanın kendisine bahşedilen bir lütuf olduğunu söylerken bu kurumlarda verilen eğitimlerin çocukların kafasını bulandırdığından da yakınıyordu.
Kısacık ömründe bir aydınlanma projesi olarak hayatımıza giren Köy Enstitüleri, haklarının ve sorumluluklarının bilincinde olan, ülkeye faydalı ve kendi çıkarlarıyla ülke çıkarlarını ortak paydada buluşturabilen, özgür ve iradeli yurttaşlar yetiştirmek amacını taşıyordu. Bu bağlamda çağdaş bir uygarlık seviyesine ulaşmanın altın anahtarı olan eğitim de bu enstitü modelleriyle uygulanmak istenmişti.
“Yaşayarak öğrenme” ilkesini benimsemiş eğitim modelinin yanında hem bilimsel hem de teorik eğitimle şu an imrenerek baktığımız Finlandiya’nın eğitim modeline çok benzer bir yapıdaydı.
Planlandığı gibi eğitim ve öğretime devam edilseydi ülkemizde neler olabilirdi?
Çıkış noktasına baktığımızda oldukça etkileyici ve önemli bir girişim olduğunu görebiliyoruz. Öncelikli olarak bilinçli bir toplum yetiştirmenin temelinde bu eğitim modeli yatıyordu. Köylerde yaşayan insanlar, hak ve sorumluluklarının bilincinde olacaklardı.
Belki bugün tartıştığımız hem dinsel hem de etniksel olarak hiçbir konu günümüzde tartışılmayacaktı. Enstitüler günümüzde devam etseydi içinde bulunduğumuz bu siyasi kargaşa ortamı olmayacaktı.
Ülkemizdeki insanlar öteki, beriki, dinci, dinsiz, sağcı, solcu şeklinde ötekileştirilmeyecekti. Hümanist duygularla yetişen insanlar, kendilerine ve ülkelerine daha saygılı daha sevgi dolu olabileceklerdi. Toprak ağalığının ve tarikat şeyhlerinin egemenlikleri kaybolacaktı. İnsanlar, oylarını hiçbir etkiye maruz kalmadan özgür ve bilinçli iradeleriyle kullanabilirlerdi.
Türkiye daha hızlı kalkınacak; halkın tamamı Cumhuriyet'e aidiyet duyabilecekti.
Kırsalda yaşayan ve bugün bile birçok şeyden mahrum kalan insanlar başta olmak üzere halk tarikat şeyhlerine değil; "Cumhuriyet bize sahip çıktı, özgürlüğümüze kavuşturdu" diyerek Cumhuriyet'e ve devrimlerine sahip çıkabilirdi. Atatürk’ün hedef olarak gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyi yolunda hızla ilerleyecekti.
Bugün içine düştüğümüz eğitimdeki çöküşün başlangıcı 1950‘lilerle başladı. Köy Enstitüleri'nde Atatürkçü çağdaş eğitim ilkelerinin uygulanması ve oldukça verimli sonuçların alınması, devrimlere baştan beri karşı olan fakat Atatürk ve İnönü´den çekinenleri çok rahatsız etmişti. Adnan Menderes’in söylemiyle: “Köy Enstitüleri, yöneten kesimden daha akıllı bir vatandaş görüntüsü oluşturuyor. Bu, kabul edilemez.”
Atatürk´ün başlattığı devrimleri ve Köy Enstitüleri’ni sürdürebilseydik, bugün bilim, teknoloji ve demokraside lider bir ülke olabilirdik.
Her şeyin başı eğitimden geçtiği için bugün tarımda ileri gelen bir toplum olabilirdik. Konya ilimiz kadar yüz ölçümü olan Hollanda’nın bugün en gelişmiş tarım ülkesi olmasındaki büyük pay sizce sadece verimli toprakları olmasında mı saklı? Hayır, tarımı ve teknolojiyi oldukça mantıklı ve zekice kullanabilmeleri.