Tarih boyunca bir arada yaşayan insanları toplum haline getiren, aralarındaki yazılı olmayan kurallar, bağlar, ilkeler, dil becerileri, duyarlılıklardır.
Bu bağlamda insan ilişkileri ilk sırada gelir.
Bu ilişkileri derleyen, yönlendiren, usul ve düzen getiren ana konu ise ahlaktır.
Ahlak üzerine sayısız yazılar yazılmış, makaleler yayınlanmıştır.
Lakin Mustafa Kemal’in ahlak üzerine söylediği "Tehdit esasına dayanan ahlâk, bir fazilet olmadıktan başka güvene de lâyık değildir." sözü tüm yayınların üzerindedir benim için.
Ahlak, insan ilişkilerinde “iyi” ya da “doğru” yahut “kötü” ya da “yanlış” olarak adlandırdığımız değer yargılarını ifade etse de özünü bir türlü kavrayamadığımız bir sırdır aslında…
Bu sırrı çözmek ise vicdanımızı hassas teraziden geçirmekle mümkün.
Peki ülke olarak son 20 yıldır bu teraziyi nasıl kullandık?
Hiç kendimize bu soruyu sorduk mu?
Yani bizler kişi, kurum ve makamlardan yahut inancımız gereği uhrevi hayattan çekindiğimiz için mi doğruyu görmemize rağmen sustuk ya da görmek istemedik.
Yoksa ahlaklı değil korkak olduğumuz için mi?
Tüm mesele bunun altında yatıyor aslında.
Mesela hükûmeti devletle özdeşleştirerek hükûmet politikalarına getirilen tüm eleştirileri devlete yapılmış gibi bir algı oluşturanlara, eleştiri sahiplerini devlet karşıtı bir yere konumlandıranlara ve vatan hainliğiyle eş değer bir zeminde değerlendirenlere yıllarca göz yumduk.
O zaman bizler korkak mıydık yoksa ahlaklı mı?
Yahut uzun yıllardır iktidarda kalmak uğruna demokratik bir yaklaşımı benimsiyor gibi yapanlara, daha sonra rövanşist bir üslup benimseyip, bunu din ve milliyet gibi kavramlarla süsleyerek halkını biz ve öteki olarak ayrıştıranlara, kutuplaşmanın zeminini legalleştirenlere neden sustuk acaba?
Bu acımasızlığa karşı sustuysak korkak mı olduk yoksa ahlaklı mı?
Ülke sınırları içinde farklı, ülke sınırları dışında farklı şizofrenik politika izleyen bir cenahın sürekli vurguladığı tehdit algısının aslında gerçek olmadığını bile bile buna inanmak istedik.
Neydik biz o vakit korkak mı yoksa ahlaklı mı?
Hukukun üstünlüğü kavramı ülkemiz siyasetinde iktidarın üstünlüğü olarak algılanırken, birçok dava siyasal olarak görülüp, vicdanlarda derin bir yara bırakırken, insanlar suçsuz yere hapiste çürürken hiç sesimizi çıkarmadıysak söyleyin lütfen korkak mı olduk yoksa ahlaklı mı?
Ülkemiz anayasasında var olan, güçler ayrılığı ilkesiyle tescillenen yasama, yürütme ve yargı erkleri iç içe girmiş ve birbirini denetlemekten uzaklaşmış ise ve devlet işleyişi bizzat sorun üreten bir kurum haline gelmişse bizler halen mantıken izahı olmayan bir sav olan ”tüm suçlu muhalefet” dediğimizde korkak mı olduk yoksa ahlaklı mı?
İktidar yargıyı, kendisinden olmayanları sindirmek ve cezalandırmak için kullanırken, muhalefeti iktidarın denetleyicisi değil de düşmanı olarak isimlendirirken buna göz yumduysak korkak mı olduk yoksa ahlaklı mı?
Ülke ciddi bir ekonomik kriz içinde, halk konut ve yol inşaatı gibi döviz getirmeyen ve rant olgusu yüksek olan projeler ile kandırılırken, uluslararası sermaye maalesef ülkemizden kaçmış, enflasyon artmış, cari açık ise giderek büyümüşken ülkeyi bu hale getirenler yerine muhalefeti hedef alıyorsak korkak mı oluyoruz yoksa ahlaklı mı?
Tüm bu yaşadıklarımız şunu gösteriyor ki son 20 yılda faydalı bir iş yaptığımızda bizi sevindiren; kötü bir şey yaptığımızda da bizi üzen, bizi iyiye, doğruya ve güzele sevk eden, kötülüklerden alıkoyan iç sesimizi kaybetmişiz.
Yapılan kötülükleri görmezden gelerek adeta bizi insan yapan, yanlış yapmaktan koruyan bekçimizi göz ardı etmişiz.
Ve şimdi bunun bedelini de misliyle millet olarak ödemekteyiz.
Tek çıkış yolumuz da iyi bir insan olmaktan anayasaya, hukuka, demokrasiye, insan haklarına bağlı kalarak bir ve beraberce aydınlanmadan geçiyor.
Unutmayalım ki 2023 Mayıs ayında yapılacak seçim bu sebeple çok önemli.
Ümit ediyorum ki bu seçim saraya 'itibar', halka 'tasarruf' öğüdü verenlere demokrasi zemininde ders verdiğimiz, korkuya dayalı değil vicdana dayalı ahlakı seçtiğimiz bir seçim olur.