Gündem bir süredir basına da yansıyan Kemal Kılıçdaroğlu’nun seccadeye ayakkabı ile basma görüntüleri…
Gerçi Kemal Kılıçdaroğlu yaşanan olay nedeniyle samimi üzüntüsünü ifade etti.
Lakin iktidar medyası her işi bıraktı.
Halen seccade olayını ısıtıp ısıtıp önümüze koymakta.
İktidar medyası ne hikmettir ki bugün ülkede kıymanın kilosu 300 lirayı aşmış, tek bir soğanın fiyatı 11 lirayı geçmişken iki çift laf etmezken seccade olayını dillerine dolamış durumda.
Vatandaşın pahalılık nedeniyle ramazan pidesine hasret kaldığı bir ülkede ne kadar önemli sorunlar da varmış haberimiz yokmuş.
20 yılın sonunda karşılaştığımız yolsuzluk, yoksulluk, zam ve zulümü yokmuşçasına göstermek için ne kadar güzel bir kılıf oldu seccade.
Din ve ahlak ekseninde asıp kesenler milletin 418 milyar doları buharlaşıp, Merkez Bankası'nın kasasından 128 milyar dolar yok olmuşken aynı hassasiyeti niye göstermezler çok ilginç değil mi?
Madem seccadenin kutsallığı üzerinden bu kadar hassassınız peki kul hakkı çatır çatır yenirken nerelerdeydiniz?
Milletin ve devletin sırtından nemalanırken, gerçekleri gizleyenler sadece iş dünyasıyla sınırlı değil elbette.
Medya da buna dâhil.
Bahsettiğim medya halkın ıstırabını fakirliğini görmeyip, seccadeyi gören medya.
Ancak tüm bu çarpık anlayış ve düzen seçim ile değişecek.
Seçim sonrası alın teriyle kazanan, işini hakkıyla yapan ve doğrunun yanında olanlar kazanacak.
İş dünyası ile medyası ile yepyeni bir dönem başlayacak.
Ve gelecekte bu dönem her alanda kendimizi sorgulamamız için iyi bir örnek teşkil edecek.
Fakat AKP cenahının tersine bu mücadele nezaket içinde, hukuk kurallarına ve demokratik teamüllere saygı çerçevesinde yürütülecek.
Türkiye’nin cebren ele geçirilmiş medyası, zapt edilmiş yargısı, geleceğinden korkan bürokrasisi ve kurumları tekrar eski günlerine kavuşacak.
Ve hangi kesim olursa olsun demokrasinin imkân ve araçlarıyla iktidara gelenler, demokrasimizi açıktan tehdit edemeyecekler artık.
Bu nedenle yaşadığımız travmayı unutmadan bu alt yapıyı muhakkak sağlamak zorundayız.
Herkesin ortak arzusu; toplumun tüm bireylerinin kendini bir bütün olarak hissettiği, temel hak ve özgürlüklerin korunduğu, bireylerin kendini güvende ve mutlu hissettiği, devletine aidiyet duygusuna mazhar olduğu, hukukun üstünlüğünü kabul eden, kuvvetler ayrılığı ilkesinin keskin bir çizgiyle çizildiği bir yönetim anlayışı.
Bu da parlamenter sisteme dönüşümle mümkün.
Devletin işleyişini düzenlemesi, temel hak ve özgürlükleri güvence altına alması, demokratik ve çoğulcu bir yapıya ulaşması ancak ve ancak bu şekilde mümkün.
İnanıyorum ki bu puslu hava 14 Mayıs’ta dağılacak ve hepimiz her alanda ve her anlamda mutlu olacağız.
Mevla’nın dediği gibi “Umut, hiç bitmeyen bahar mevsimidir. İçine kar da yağar, fırtına da kopar ama çiçekler hep açar.”
Baharda görüşmek üzere…