Cevabınız evet olsa bile, kendimizi bir kez daha sorgulamakta ve ön yargılarımızı ne denli kontrol altına alabildiğimizi düşünmekte fayda var. Çünkü bizler, farkında olamasak da bazı zamanlar inançlarımızın esiri olabiliyoruz ve bu sebeple kabuğumuzdan çıkmamız pek de mümkün olmuyor.
Peki doğru bildiğimizin dışına çıkmak neden bu kadar zor ve karşıt görüşlere neden tahammülümüz yok?
İnsanların en basit haliyle inançları ile ters düşen doğrularla karşılaştıklarında, bu görüşlerini yeni kanıtlara göre düzenlemeleri beklenir ancak durum pek de öyle olmaz.
Çünkü insanlar yeni gerçeklerle yüzleştiğinde, inançlarından şüphe etmek yerine bu kanıtı reddetme yoluna gider. Ne yazık ki bu durum, dayanağı olmayan inançların bizi daha da esir almasına sebep olur ve böylelikle içinden çıkılmaz bir hal alır.
Örneğin içinde bulunduğumuz seçim gündeminden yola çıkarsak; seçim tercihleri üzerine yapılan bir araştırmada oy kullanacak kişilere destekledikleri aday hakkında olumsuz bilgiler verildiğinde, kişilerin o adayı daha da güçlü bir şekilde savundukları görülür.
Bu doğrultuda düşünce ve inançlarımızda oldukça ısrarcı olduğumuz bu bilişsel ön yargı çeşidi, geri tepme etkisi (backfire effect) olarak adlandırılır.
Bu etki, bir çeşit teyit ön yargısıdır ve en yalın haliyle insanın inançlarını doğrulayan bilgileri değerli bulması, doğrulamayan bilgilere karşı ise tam zıttı bir tutumda olmasıdır.
Farkında olmadan kapıldığımız bu teyit ön yargısı ve geri tepme etkisi, aslında zihnimizin temel çalışma prensibine oldukça uygundur. Çünkü sahip olduğumuz görüşler, tekillikten ziyade birbiri ile bağlantılı bir “inançlar ağı” içinde kendine yer bulur.
Aslında en genel anlamıyla dünya görüşümüzü ortaya koyan da bu bütünün parçalarıdır ve kişinin tek bir inancını, diğer inançlarına dokunmadan değiştirmeye çalışmak neredeyse imkansızdır.
Bu sebeple kişi, inançlarıyla ters düşen bir bilgi ile karşılaştığında, kendi öğretisini destekleme yönünde daha güçlü bir arzuya kapılır.
Hepimiz hayatta var olabilmek için yıllar içinde kendimizce bir dünya inşa etmeye başlarız. Bunun için de çevremizdeki insanları gözlemler, onları anlamaya çalışır ve sonrasında tüm bunları bir araya getiririz. Sonradan öğrendiğimiz yeni bilgilerin de, kendimizce oluşturduğumuz bu modele uygun olması oldukça önemlidir.
Fakat çoğu bilim insanının da belirttiği gibi zihinlerimiz, modern dünyayı idare edecek donanıma sahip değildir ve özellikle bu karmaşık ya da belirsiz kanıtları değerlendirmek, büyük miktarlarda çaba ve enerji gerektirir. Beynimiz ise elbette kısa yolları tercih eder ve özellikle baskı altındayken karar vermek için gereken zamandan tasarruf sağlar.
Örneğin, tüm inanç ve öğretilerinizi bir bina gibi düşünün.
Büyük emeklerle inşa ettiğiniz bu binanın herhangi bir çelişkili bilgiyle karşılaşması, binanız için potansiyel bir tehdittir. Bunu göze almak istemezsiniz çünkü aksi takdirde inşaata en baştan başlamanız gerekir.
Bunun yerine binanızı korumak için çeşitli teknikler geliştirmeye başlarsınız ve tüm bu düşünce biçimi, doğrulama yanlılığı sebebiyle muhakeme etmede karşılaşılan sorunlar sonucunda gerçekleşir.
Karşıt bir görüşle karşılaştığımızda da kendi görüşümüzün peşinden gitmek için elimizden geleni yaparız. Yeni bir bina inşa etmek istemediğimiz için, farkında olmasak da farklı düşüncelere kapı duvar oluruz.
Aslında bu etkinin nasıl işlediğini anlamaya başlayabilirsek, kendi düşüncelerimizi de geliştirebilir ve daha rasyonel bir bakış açısı kazanabiliriz.
Bu da bize, inançlarımıza daha eleştirel bir gözle yaklaşma olanağı tanır ve tabiri caizse at gözlüğünü çıkarıp bir kenara koymamıza yardımcı olur. Bu noktada ilk adım da düşüncelerimizle çelişen bilgilerle karşılaştığımızda bunları otomatik olarak reddetmemek olmalıdır.
Bu yaklaşımda bir diğer artı da iletişim kalitemizin artışa geçmesidir. Bu bilişsel ön yargıyı benimsemeye başladığımızda, karşımızdaki kişiyle geri tepme etkisinin ortaya çıkmasına sebep olmayacak bir iletişim yöntemi benimseriz.
Karşımızdaki kişiye ait bilgi ve inançların yanlış olduğunu söylemek de tek başına yeterli olmayacaktır. Öncelikle bu etkiyi özümseyerek, karşı tarafa çatışmacı olmadığımızı göstermemiz daha sağlıklı olur.
Bu noktadan sonra da karşıt görüşlü kişilerle kurduğumuz iletişim bir nebze daha sağlıklı olmaya başlarken; biz de arkasında durduğumuz öğretileri biraz daha sorgulama yoluna gider ve daha rasyonel bir düşünce sistemine sahip olmaya başlayabiliriz.
Kaynaklar: Effectiviology, Jesus Gil Hernandez, Science ABC