“Kadın haklarından ırkçılığa, hâlâ bu sorunları konuşuyorsak dünyayı daha iyi bir yer yapmak konusundaki becerimizi sorgulamalıyız” diyor Anamaria Marinca. 69. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin uluslararası katılımcıları da çok seçkindi.
Yarışma jürisindeki Romanyalı oyuncuyla sohbet dünya sorunlarına da uzandı. Altın Palmiyeli “4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün”den yeni filmi “Yalnız Olmayacaksın”a, filmlerin dünyayı nasıl gördüğüne ve tarihin nasıl arsızca tekrar ettiğini sorguladık.
“Jürilik yapmanın en şahane yanı film izlemek ve farklı dünya sinemalarını tanımak. Burada da şahane bir seçki vardı, en iyiyi seçmek zor oldu” diyor Romanyalı oyuncu Anamaria Marica. Portakal ağaçlarının gölgesindeki bir terastayız, görevini yapmış olmanın huzuru içinde. 69. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin Uluslararası Yarışma jürisinde yer alan oyuncu için özgür ve yüreğe derinden dokunan filmler önemli, “Ayrıca her film politik olmak zorunda değil ama insanlık açmazlarını anlatmak da olaylara bir karşı duruştur” diyor. Bizden sinemacı diye sorulunca Nuri Bilge Ceylan’ı ve onun filmlerine olan hayranlığını örnek veriyor. Aralarında Jean Marc Barr’ın da yer aldığı jüri “Erkek baskısından dine, pek çok konuyu ustalıkla ele aldığı ve seyirciye hazır yanıtlar vermek yerine düşünmeye ve anlamaya davet ettiği” gerekçesiyle en iyi film ödülünü Martin Boulocq’un korku türündeki “Ziyaretçiler”ine verdi. Marinca türün hiç yabancısı değil. Bu yıl Sundance’de baştacı edilen “Yalnız Olmayacaksın!” (You Won’t be Alone) adlı filmle Noomi Rapace ile başrolü paylaşıyor: “Ben korku değil peri masalı diyorum, cadılar üzerinden kadının bastırılışı ve ‘diğerine’ olan baskıyı anlatıyoruz. Zaten çocuk masalları da oldukça korkutucudur malum” diyor.
Anamaria Marinca, Romanyalı ama Londra’da yaşayan, uluslararası projelerde yer alan başarılı bir oyuncu. “Sex Traffic”deki (2004) rolüyle, henüz 22 yaşındayken İngiltere’nin prestijli ödülü Bafta’yı kazanmıştı. Sanatçı bir ailenin keman çalan yetenekli çocuğu olarak 17 yaşında oyuncu olmaya karar vermesi herkesi şaşırtsa da Londra’da sinemaya girmesine destek olmuşlar.
Projelerini seçerken mesaj kaygısı yok elbette ama dert ettiği meseleleri anlatan senaryolara yakın duruyor. Mülteci sorununa parmak basan “Look, Stranger” (2010) adlı filmiyle gurur duyuyor ve bağımsız yapımların dağıtım sorunları nedeniyle yeterince izleyiciye ulaşamamasına üzülüyor. Cristian Mungiu’nun Çavuşevsku dönemindeki kürtaj yasağını konu ettiği “4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün” filminde yaşananların yeniden gündem olmasını korkutucu buluyor: “ABD’deki ve bazı ülkelerdeki geriye dönüş, kazanılmış haklarımızın elimizden alınmaya çalışılması korkunç. Kadın haklarından ırkçılığa, günümüzde hâlâ bu sorunları konuşuyorsak dünyayı daha iyi bir yer yapmak konusundaki başarısızlığımız ortada. İklim değişikliğinden yanı başımızdaki savaşa kadar, her şey inanılmaz yıkıcı”.
“İnsanlık değerlerini her gün yeniden inşa etmek gerekiyor. Hiçbir şeyi garantiye alamayız. Ukrayna’daki savaş ve aşırı bilgi bombardımanı kafamızı karıştırıyor. Nükleer savaş çıkmaz diyorlar ama insanlık Hiroşimayı yaşadı. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’nın orta yerinde Saraybosna trajedisi yaşandı. Ailem Moldavya sınırında yaşıyor ve bu savaşta benim de bir parçam orada. Yani gelecekle ilgili kaygılarım çok.”