Gözü dönmüş insanlık yalnızca birbirini katletmekle kalmıyor, doğayı da hunharca katlediyor. Akıl almaz düzeyde bir yok etme ve yok olma yönelimi... Dahası yok etmek ve yok olmak üzerine kurulan hastalıklı bir anlayış yaygınlaşıyor. Virüs gibi de bulaşıcı.
Ne oldu da insanlık bu noktaya geldi? Her zaman böyleydi de biz mi fark etmemiştik yoksa son zamanlarda mı bu denli çirkinleşti? Var olmak, var etmek, üretmek, katkı yapmak dururken insanlar neden yok etmeyi ve yok olmayı tercih ediyorlar? Yok oluş ve yok edişten duyulan bir haz söz konusuysa eğer nedeni nedir?Bu soruların yanıtlarının çoğu insanlık tarihinin sayfalarındaki dipnotlarda mevcut. Yeter ki bakmasını bilelim.İnsanlar, maddi değer odaklı olarak birbirlerine hükmetmeye başladıkları dönemlerden itibaren sosyal yaşamın kurallarını da “yok etmek” ekseninde oluşturmaya başladılar. Maddiyat yükselen değer haline geldikçe insanın kendisi değer yitimine uğradı. Kapitalizmin insan ve toplum yaşamını kuşatma altına almasıyla da maddi değer, insanal değerin tümüyle önüne geçti. Metalaşma olarak da adlandırılan bu süreçte insan, kendi üretimi olan metanın nesnesi ola gelirken meta özneleşerek, üreticisi olan insanı kendi güç alanına hapsetti. İnsan ve üretimi olan metanın, özne ve nesne ilişkisindeki rol değişikliğiyle insanın gerçeklik, hedef ve ideal gibi kavramlara ilişkin tanımları da değişti.Metanın henüz bu denli fetiş haline gelmediği dönemlerde insanal değerlerin kapsamında insan, doğa ve üretim vardı. İnsan daha iyi bir insanlık için dünyaya katkı yapmaya, doğaya zenginlik katmaya gayret ediyordu. Büyük düşünürlerden Hegel’in idealizmi, Kant’ın hakikat tanımı ve Marx’ın ütopyası insanın yükselen değer olduğu anlayış temelinde biçimlenmişti.Ancak zamanla kapitalizmin kuşatmasına maruz kalan insanlık büyük bir hırs ve hızla maddiyatın öne çıktığı bir anlayış çevresinde yeniden örgütlenmeye yöneldi. Meta fetişizminin iliklere kadar işlendiği bu yeni dönemde daha iyi bir insanlık, daha yaşanır bir dünya hedefi yerini gücünü mal, mülk ve paradan alan bir insanlık anlayışına bırakmaya başlamıştı. İnsanın, kendisinden metaya değer aktarımı süreci de böylece hız kazanmış oldu.SENTETİK KÜLTÜRİnsan kültür üreten ve ürettiği kültür içerisinde kendisine özgü bir yaşam tarzı geliştiren bir varlıktır. Kültür, sosyal bir varlık olan insanın bir arada olmasını, toplumsallığını sağlayan bir harçtır. Her insan topluluğu, içinde yaşadığı coğrafi ve beşeri koşullarla kendi kültürel harcını oluşturur. Onun toplumsal karakterini belirleyen de bu harçtır. Oysa endüstrileşme ve kapitalizmin yerleşmesiyle insanların, kendi özgün koşulları içinde kültürel üretimlerini yapma hakları ellerinden alınmaya başlandı. Endüstrileşmeyle yaşamın her alanında olduğu gibi kültürel üretimin de sentetik ortama taşınarak kitlesel hale gelmesi, yaşamın ritminin hızlanmasına ortam oluşturan modern kent, yaşamını kazanmak için gününü işyerlerinde geçirmek zorunda kalan insanların sosyal paylaşım ortamlarında bir araya gelme olanağından yoksun kalmaları, darmadağın olan büyük aile yapısı gibi pek çok koşul bireyin giderek içine kapanmasına, toplumdan soyutlanmasına, yalnızlaşmasına ortam oluşturdu. Geleneksel kültürel ortamından kopan, toplumdan soyutlanan, geleneksel aile bağlarını yitiren modern kapitalist toplumun bireyi için tek teselli kaynağı, tek tatmin aracı para, mal, mülk olmaya başladı.Günümüzde insanın insana ve insanın doğaya bunca duyarsızlaşmasının asıl nedenini insanın kendisi için biçimlendirdiği bu tarihsel süreçte aramak gerekiyor. Metanın yükselen değer haline geldiği bir dünyada insanın veya doğanın katli sıradanlaşır; daha da vahimi yok ediş ve yok oluş bu yeni dünyanın insanının haz kaynağı haline gelir.www.idrak34.comYeni aşkıyla tatile çıkan Rıza Kocaoğlu, eski sevgilisi Hazal Subaşı ile pişti oldu
2022-07-13 15:40 - Magazin