Bu gelenek, romantize edilip önümüze serilen sözde trajik bir aşkı anlatıyormuş. Hikâyeye göre kadının biri, “masumiyetini” kanıtlamak için kendini ateşe atıyor. Masum ve erdemli bir kadına ateş bile zarar veremez mantığına dayanan bu vahşi gelenek, Orta Çağ’daki acımasız gelenekleri aratmıyor. Şayet kadın ölmezse -onlara göre- masumluğu kanıtlanıyor.
Bu zihniyete göre; kadınlar, kocaları olmadan bir hayat idame ettiremez. Bundan dolayı kendileri de ölü eşleriyle birlikte ölmeliler, geride kalıp zaten bir şey yapamazlar. Çoğu zaman yaka paça ateşe atılan kadınların ardından kayıtlarda bu durumun bir intihar olduğu yazılıyor.
Sati kelimesi, Sanskritçe "sat" kelimesinden türetilmiştir ve "gerçeklik" veya "gerçek olan" anlamına gelir.
Sati kelimesi, sözlük anlamı dışında zamanla kadınların kocalarının ölümünün ardından kendilerini kurban etmeleri anlamında kullanılmıştır. Sati uygulaması, tarih boyunca Hindistan'ın farklı bölgelerinde ve kültürlerinde farklı şekillerde yaşamıştır.
Tarihsel olarak olaya bakıldığında, sati geleneği ilk olarak Hindu mitolojisinin bir parçası olarak ortaya çıktı. Efsanelere göre, Tanrı Şiva'nın eşi Sati, babasının yaptığı bir yemeğe davet edilmediği için kendisini kurban etmiştir. Bu hikâye, sati uygulamasının başlangıcı olarak kabul edilir ve mitolojik bir öykü olarak günümüze kadar gelmiştir.